Ehud Olmert'in Türkiye Ziyareti

16 Temmuz 2004 Cuma, es-Sebil gazetesi

İsrail işgal devleti Türkiye üzerinden çıkar sağlayabilmek için sürekli kendini "Türkiye dostu" göstermeye çalıştı. Ama birazcık bamteline basıldığında hemen gerçek yüzünü göstermeye ve Türkiye'ye tuzaklar kurmaya başladı. Aslında siyonist işgal devleti sadece kendi çıkarlarının ve ideolojik hesaplarının dostudur. Onun başka ülkelerle sıcak ilişkiler kurması da tamamen bu çıkar hesaplarına dayanır.
Sabra ve Şatilla katliamından bir görüntü. Ariel Şaron'un marifetiyle gerçekleştirilen Sabra ve Şatilla katliamının insanlık tarihinin şahit olduğu katliamların en vahşilerinden biridir. Elli altı yıllık kısacık bir tarihe sahip olan İsrail işgal devletinin bu kısa tarihi katliamlarla, iğrenç saldırılarla ve vahşi cinayetlerle doludur. Böyle bir devletle dostluk kurmak üzerinize kan bulaşmasından başka bir sonuç getirmez.
Türkiye'de şimdiye kadar yöneticiler hep İsrail'le sıcak ilişkiler kurmaya çalıştılar. Bu yüzden Siyonist işgalciler Türkiye'deki yöneticilerden hep böyle sıcak iltifat görmeye ve bu iltifatların altından önemli çıkarlar sağlamaya alıştırıldılar. Dolayısıyla işledikleri cinayetlere tepki gösterilmesi, yaptıklarının devlet terörü olduğu gerçeğinin dile getirilmesi ağırlarına gitti. Türkiye başbakanının açıklamalarını kaldıramamaları bundan ileri geliyor.

Türkiye, İsrail'i kuruluşunun BM'de onaylanmasından hemen sonra kabul etmiş ve genellikle de onunla yakın ilişki içinde olmuş bir ülkedir. Türkiye'de "28 Şubat Süreci" olarak isimlendirilen ve askerin sivil yönetime dolaylı müdahalesiyle başlayan dönemde ise Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler tam anlamıyla bir stratejik ittifaka dönüşmüştür. Bu dönem içinde Türkiye ile İsrail arasında birçok askeri ittifak anlaşması imzalanmıştır. Ancak, İsrail işgal devletinin Şeyh Ahmed Yasin ile Dr. Abdülaziz Rantisi'nin şehit edilmesine sebep olan cinayet saldırılarına ve ardından Gazze'de gerçekleştirilen katliamlara Türkiye başbakanı Receb Tayyib Erdoğan'ın tepki göstermesi ve İsrail'in yaptıklarını "devlet terörü" olarak nitelemesi ilişkilerde gergin bir döneme girilmesine sebep oldu.

Türkiye ile İsrail arasındaki gerginlik üzerinde yorum yapanların birçoğu, bu işin başlangıcını Tayyib Erdoğan'ın açıklamalarına götürerek, ya kurnazca veya farkında olmayarak Siyonist işgal devletinin siyasetine hizmet etmektedirler. Oysa problemin başlangıcı bu açıklamalar değil, işgal devletinin cinayetleri ve katliamlarıdır. Söz konusu cinayet saldırıları, baskınlar, katliamlar ve yıkımlar o açıklamaları haklı ve isabetli kılmıştır. Dolayısıyla problem işgalci Siyonist devletin tutumundadır.

Siyonist devlet, zulüm ve saldırganlıkta kendisine sınırsız yetki tanınmasını isterken, uluslar arası alanda bu konuda en ufak bir tepkiyle bile karşı karşıya gelmek istemiyor. Bu yüzden kendisine tepki gösterenleri hemen köşeye sıkıştırma operasyonları başlatıyor. Tayyib Erdoğan'ın tepki açıklamaları karşısında da Türkiye'ye karşı benzer ataklar gerçekleştirdi.

İlk iş olarak İsrail hava yolu şirketi EL AL'ın Türkiye seferlerini iptal ederek, yolcularının güvenliğinin sağlanması için Türkiye'deki havaalanlarına kendi ajanlarını yerleştirmesine ve bunların da silahlı olarak çalışmalarına izin verilmesini istedi. Ne yazık ki Türkiye işgal devletinin bu yöndeki taleplerini kabul ederek önemli bir taviz vermiştir. Çünkü bunu kabul etmesi her şeyden önce Türkiye'nin havaalanlarındaki kendi güvenlik mekanizmasının yetersiz olduğunu kabul etmesi anlamına geliyordu. İkinci olarak da bir cinayet şebekesi olarak bilinen MOSSAD ajanlarının Türkiye'deki havaalanlarına yerleştirilmesinin kabul edilmesi buralara adeta eşkıyaların yerleştirilmesi, dolayısıyla özellikle Filistin davasıyla ilgilenen kişiler açısından can güvenliği riskinin ortaya çıkması anlamına gelir. Üçüncü önemli husus ise Türkiye'ye giren çıkanların buralara yerleştirilen Siyonist ajanlar tarafından yakın takibe alınmasına fırsat verilmesidir. Bunların her üçü de Türkiye açısından ciddi manada olumsuz durumlardır.

İşgalci Siyonist devletin Türkiye'ye karşı ikinci atağı ise Kuzey Irak'taki Kürt gruplarına (peşmergelere) İsrail askeri elemanları tarafından komando eğitiminin verildiğinin Amerikalı gazeteci Seymour Hersh tarafından gündeme getirilip tartışma başlatılmasıdır. Hersh'in bu konuyu gündeme getirmesi İsrail'in bir sırrının açığa çıkarılması gibi yansıtıldı. Oysa bu husus daha önce de gündeme getirilmişti ve bir sır değildi. Ancak Amerikan medyası vasıtasıyla konunun yeniden gündeme taşınmasının amacı, İsrail'in Türkiye'ye karşı "Kürt kartı"nı oynama şantajı yapmasıydı. İşgal devleti bu kartı göstererek Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti kurulmasına yardımcı olmak suretiyle Türkiye'yi köşeye sıkıştırma imkânının olduğu mesajı vermek ve Türk yöneticileri kendisine karşı tavır almamaları konusunda uyarmak istiyordu.

Üçüncü önemli bir gelişme de İsrail'in Ha Aretz gazetesinin, Türk hükümetinin Avrupa Birliği'nden müzakere tarihi alamaması durumunda ordunun Erdoğan hükümetini iktidardan indireceği iddiasını gündeme getirmesi oldu. Bu iddia İsrail Savunma bakanlığı tarafından hazırlanan bir analizde gündeme getirilmişti. İşin gerçeğinde ise tam bir spekülasyondan ibaretti ve işgalci Siyonist devlet bu iddiayla aslında kendi temennisini dile getirmeye çalışıyordu.

Bu ve benzeri gelişmeler işgal devletinin, menfaatine dokunmaları durumunda kendisiyle stratejik ittifak kurmuş devletlere bile kuyu kazmaktan çekinmeyeceğinin açık göstergesidir.

Bilindiği üzere işgalci Siyonistlerin politikaları sadece şantaj ve köşeye sıkıştırma operasyonlarına dayanmaz. Bir taraftan sıkıştırırken, bir taraftan da isteklerini kabul ettirebilmek için elini uzatıp "dost (!)"luğunu sürdürüyormuş gibi görünmeye çalışır. İşte bu amaç için de yukarıda zikrettiğimiz ataklarından sonra bir de diplomatik atak gerçekleştirerek başbakan yardımcısı Ehud Olmert'i Türkiye'ye gönderdi.

Fakat Olmert'in Türkiye ziyaretinde İsrail açısından önemli bir prestij kaybına sebep olan ciddi gelişme yaşandı ki o da bütün ısrarlarına rağmen Erdoğan'dan görüşme randevusu alamaması oldu. Olmert bu olayın İsrail açısından prestij kaybına sebep olmasını önlemek amacıyla, işin bir teknik zorunluluktan kaynaklandığını, yoksa kendisinin cezalandırılmış olduğunu düşünmediğini ileri sürdü. Gerçekte ise Erdoğan'ın onunla görüşmeyi arzulamadığı belliydi.

Ne var ki Tayyib Erdoğan'ın kendisiyle görüşmeyi kabul etmediği Ehud Olmert'i cumhurbaşkanı Ahmed Nejdet Sezer büyük bir ilgiyle kabul ederek görüşme yaptı.

Olmert, Türkiye ziyareti esnasında ayrıca başta Dışişleri bakanı Abdullah Gül ve Tarım bakanı Sami Güçlü olmak üzere birçok bakanla da bir araya gelerek görüşmeler yaptı. Olmert ekonomi ve dış ticaretin kilit isimleri durumundaki devlet bakanları Ali Babacan ve Kürşat Tüzmen'le de görüşmeler yaptı.

Sonuç itibariyle Olmert'in Türkiye ziyaretinin, son dönemdeki gerginliğe son vererek Türkiye - İsrail ilişkilerini yeniden normal mecrasına çekme amacına yönelik bir diplomatik atak olduğu anlaşılmaktadır. Olmert yaptığı açıklamalarda ziyaretinin gayet verimli geçtiğini ve amacının tahakkuk ettiğini ileri sürdü. Bu arada bazı projeler üzerinde de görüşmeler yaptığını ifade etti. Fakat biz havanın onun iddia ettiği kadar da olumlu geçtiği ve amacın tahakkuk ettiği kanaatinde değiliz. İşgalci Siyonist devletin saldırgan tutumu önümüzdeki dönemde de diplomatik ilişkilerde karşısına sorunlar çıkarabilir. Olmert'in sözünü ettiği projelerin de üzerinde ittifak edilmiş değil sadece üzerlerinde bazı ön görüşmeler yapılmış projelerden ibaret olduğunu sanıyoruz.

Konuyla ilgili diğer yazılarımız:

  • Olmert'in Türkiye Ziyareti-1
  • Olmert'in Türkiye Ziyareti-2
  • Ehud Olmert Kimdir?