Bir Savaşın Anatomisi

16 Nisan 2001 Pazartesi

Silahtan yoksun bir halka karşı çağın en büyük emperyalist gücünün her türlü modern silahlarla ve araçlarla teçhiz ettiği işgalci gücün sürdürdüğü savaş. Birçokları bunun bir savaş olduğundan bile habersiz.
İsrail işgal devletinin gittikçe vahşileşmesine ve saldırganlığını artırmasına rağmen Filistin halkının direnişi bütün kararlılığıyla sürüyor. Bu arada savaşta İsrail işgal devleti elindeki imkanları kullanarak Filistin halkına büyük zararlar veriyorsa da bir yandan kendisi de yıpranmaktadır.
İşgal güçleri 14 Nisan 2001'de, Gazze'nin Rafah kentinde Filistin'le Mısır arasındaki sınır kapısı olan Salahuddin kapısı çevresine yönelik saldırılarında 16 evi ve onlarca dükkanı yıktılar. Yine bu saldırıda 170 kişi evsiz bir şekilde sokağa bırakıldı, 46 kişi de yaralı olarak hastanelere kaldırıldı.
Bu vahşi saldırıya maruz kalanlar haykırıyorlar: "İnsanlık nerede? Niye görmüyor bu vahşeti? Niye duymuyor bu savunmasız ve sahipsiz insanların seslerini?"
Beyrut kasabının öncülüğünde yürütülen bu vahşi savaşın bir ciheti de özerk yönetimle ilgilidir. Siyonist saldırganlar, son günlerdeki saldırılarının birçoğunda özerk yönetimin bazı polis merkezlerini de hedef aldılar. Bu saldırılarda hedef alınan polis merkezlerinin çoğu yerle bir edildi.
Siyonist vahşetten gazeteciler de kurtulamıyor. Çünkü siyonist vahşet çoğu zaman rasgele saldırılar düzenliyor ve kuru yaş demeden önüne çıkan her şeyi hedef alıyor.
Son Aksa İntifadası'nda sadece Mısır-Filistin sınır kapısı yakınındaki askeri üsten Filistinlilere yönelik saldırılarda şimdiye kadar 11 Filistinlinin şehit edildiği, Rafah şehrinde şehit edilenlerinin sayısının ise 23'ü bulduğu bildiriliyor.
Saldırılarda yıkılan evlerin çoğu içindeki eşyalarıyla birlikte tahrip ediliyor. Önce uzaktan atılan top ve tank mermileriyle zarar gören evler sonra iş araçlarıyla içindeki eşyalarla birlikte düzleniyor ve sahiplerinin içerdeki eşyalarını kurtarmalarına bile fırsat verilmiyor.

Bu sıralarda galiba bütün dünyada herkes kendi derdiyle meşgul. Çağdaş sömürgeci güçlerin büyük bir başarısı olmalı bu durum. Çünkü herkes kendi derdiyle meşgul olunca kimse kimsenin çığlığını duyamıyor. Böyle olunca da zulüm ve vahşeti tırmandırmak isteyenler kendilerini gayet rahat hissediyorlar. Beş yaşındaki, altı yaşındaki çocukların evlerinin başlarına yıkılması veya evsiz barksız bir şekilde sokağa bırakılmaları "dünya kamuoyu"nun gündeminde çok fazla yer işgal etmiyor. Vahşette sınır tanımayanlara karşı kimselerin sesleri yükselmiyor. Bu durumda, insani değerleri ayaklar altına alarak zulüm ve şiddet yoluyla saltanatlarını güçlendirmek isteyen gaddarların keyiflerine diyecek yoktur herhalde! Kendi açılarından böylesine mükemmel şartları ve rahat ortamları başka ne zaman bulabilecekler? Belki şimdiye kadar da pek bulamamışlardı. Böyle bir fırsatı yakalamışken de: "Fırsat bu fırsat!" diyerek savunmasız, masum insanların tepelerine füzeler, roketler yağdırıyorlar. Evler yıkılıyor, insanlar öldürülüyor ya da yaralanıyor. Bu vahşi saldırıya maruz kalanlar haykırıyorlar: "İnsanlık nerede? Niye görmüyor bu vahşeti? Niye duymuyor bu savunmasız ve sahipsiz insanların seslerini?" Bütün bunları haykırdıktan sonra sağlarına sollarına bakıyorlar, seslerine duyan bir kulak, çağrılarına cevap veren bir ağız göremiyorlar. Sesleri kayalara, ya da kendilerine yöneltilmiş tanklara ve toplara çarpıp geri dönüyor. Sessizlikten gelen bir ses adeta onlara: "İnsanlık kendi derdiyle meşgul, sen başının çaresine bak!" diyor.

İşte böyle bir ortamda, insanlığın bu derece duygusuz ve duyarsız bir hale geldiği dönemde sürüyor Beyrut kasabının savunmasız Filistin halkına karşı savaşı. Bu apaçık bir savaştır! Silahtan yoksun bir halka karşı çağın en büyük emperyalist gücünün her türlü modern silahlarla ve araçlarla teçhiz ettiği işgalci gücün sürdürdüğü savaş. Birçokları bunun bir savaş olduğundan bile habersiz. Oysa siyonist vahşeti temsil edenlerin en üst düzey yetkilileri bile bunun apaçık bir savaş olduğunu, hatta 1967 Haziran Savaşı'ndan daha çetin bir savaş olduğunu ifade ettiler.

Bu savaşta siyonist vahşetin sadece son günlerde gerçekleştirdiği bazı saldırıların sonuçları hakkında kısa bilgiler verirsek savaşın boyutları hakkında fikir edinilmesi mümkün olacaktır. Filistin İnsan Hakları Merkezi'nin verdiği bilgilere göre işgal güçleri 14 Nisan 2001 tarihinde, Gazze'nin Rafah kentinde Filistin'le Mısır arasındaki sınır kapısı olan Salahuddin kapısı çevresine yönelik saldırılarında 16 evi ve onlarca dükkanı yıktılar. Yine bu saldırıda 170 kişi evsiz bir şekilde sokağa bırakıldı, 46 kişi de yaralı olarak hastanelere kaldırıldı. Yaralılardan 5'inin durumlarının ağır olduğu bildirildi. Saldırganlar tank ve toplarla yıktıkları binaları sonra da iş araçlarıyla tahrip ederek tamamen yerle bir ettiler, yani onarılamaz hale getirdiler. Saldırıda evi yıkılanlardan bayan Selva Kışta, evinin yıkıntıları arasına sıkışan bazı eşyalarını kurtarmaya çalışırken şöyle haykırıyordu: "Umarım, Salahuddin kapısındaki saldırı Arap dünyasının sessizliğini bozar da Filistin insanının onurunu savunmak için bir şeyler yaparlar!"

Siyonist işgal rejimi Mısır - Filistin sınır boyunda bundan önce de son derece vahşi saldırılar gerçekleştirmişti. Son Aksa İntifadası'nda sadece Mısır-Filistin sınır kapısı yakınındaki askeri üsten Filistinlilere yönelik olarak gerçekleştirilen saldırılarda şimdiye kadar 11 Filistinlinin şehit edildiği, Rafah şehrinde şehit edilenlerinin sayısının ise 23'ü bulduğu bildiriliyor.

Bu son saldırı olayından dört gün önce de yine Gazze'de Han Yunus mülteci kampına benzer bir saldırı gerçekleştirilmişti. O saldırıda da toplam 30 ev ve birçok iş yeri tamamen yerle bir edilmiş 500 insan evsiz barksız bir şekilde sokağa atılmıştı. Bu şekilde evsiz bırakılanların büyük çoğunluğunu ise çocuklar, kadınlar ve yaşlılar oluşturuyordu. Bu saldırıda da onlarca insan atılan top mermilerinin şarapnel parçalarının isabet etmesi sonucu yaralanmıştı.

Saldırılarda yıkılan evlerin çoğu içindeki eşyalarıyla birlikte tahrip ediliyor. Önce uzaktan atılan top ve tank mermileriyle zarar gören evler sonra iş araçlarıyla içindeki eşyalarla birlikte düzleniyor ve sahiplerinin içerdeki eşyalarını kurtarmalarına bile fırsat verilmiyor.

Saldırılarda yaralananların çoğunluğunu çocuklar oluşturuyor. İşte birkaç isim: Sağ kaburgalarına şarapnel parçalarının isabet etmesi sonucu yaralanan Muhammed Süleyman Cerğun (16 yaşında), yine aynı şekilde yaralanan 16 yaşındaki Mahmud Abdülaziz Lafi, hem merminin hem de kaburgalarına ve göğsüne şarapnel parçalarının isabet etmesi sonucu yaralanan 18 yaşındaki Ala Ahmed Zenun, sol koluna şarapnel parçalarının isabet etmesi sonucu yaralanan 17 yaşındaki Rami Halid Abid, sol baldırına şarapnel parçasının isabet etmesi sonucu yaralanan 19 yaşındaki Hasan İbrahim es-Suteri, yine aynı şekilde yaralanan 19 yaşındaki Enver Muhammed Kışta, yüzüne şarapnel parçasının isabet etmesi sonucu yaralanan 19 yaşındaki Adil Fayiz Madi, kafasına şarapnel parçasının isabet etmesi sonucu yaralanan 12 yaşındaki Mahmud Resmi Ebu Taha, sağ ayağına şarapnel parçasının isabet etmesi sonucu yaralanan Usame eş-Şair.... Bunlar sadece birkaç örnek. Daha onlarcası söz konusu vahşi saldırılarda yaralanarak hastanelerde tedavi altına alındılar.

İşgal rejimi insanlık dışı saldırılarına bazen Filistinli direnişçilerin gerçekleştirdikleri eylemleri gerekçe olarak gösteriyor. Ama çoğu zaman herhangi bir eylem veya çatışma olmadan da saldırı düzenleyebiliyor. Herhangi bir eylemin gerekçe gösterilmesi suretiyle gerçekleştirilen saldırılarda ise hedef gözetilmeksizin, savunmasız insanların üzerine yağmur gibi bombalar yağdırılıyor.

Siyonist vahşet son günlerde saldırılarının dairesini biraz daha genişletmeye başlattı. Güney Lübnan'da Hizbullah milisleri tarafından gerçekleştirilen ve bir İsrail tankının havaya uçurulmasına, bir askerinin de öldürülmesine sebep olan eylemden sonra Suriye hedefinin vurularak iki Suriye askerinin öldürülmesi, altı askerin de yaralanması dikkat çekicidir. Siyonist işgal devleti daha önce Hizbullah'la uzun süren bir savaş yaşadı ve bu savaşta yenilgi bayrağını çekerek Güney Lübnan topraklarından çekilmek zorunda kaldı. Fakat söz konusu çekilme işleminden önce Suriye'yle masaya oturarak Hizbullah'ı dağıtmaya onu ikna etmek istiyordu. Bunu başaramayınca tek taraflı olarak çekilmeye karar verme zorunluluğu duydu. Son eylemden sonra özellikle Suriye hedefini vurmasının amacı bizce Suriye'yi olayın içine çekerek Hizbullah'la karşı karşıya gelmeksizin doğrudan Suriye'yle muhatap olmaktır. Suriye'nin savaşın içine çekilmesi siyonist işgalcilerin saldırı alanlarını genişletmelerine gerekçe teşkil edebilir. Suriye'nin ise böyle bir çarpışmada İsrail karşısında önemli bir varlık gösteremeyeceği bellidir. Bu yüzden Hizbullah'ın veya gerilla güçlerinin devre dışı bırakılarak Suriye'nin doğrudan devreye sokulması İsrail'in işine yarayacaktır. (Bkz. İsrail'in Saldırısı)

Beyrut kasabının öncülüğünde yürütülen bu vahşi savaşın bir ciheti de özerk yönetimle ilgilidir. Siyonist saldırganlar, son günlerdeki saldırılarının birçoğunda özerk yönetimin bazı polis merkezlerini de hedef aldılar. Bu saldırılarda hedef alınan polis merkezlerinin çoğu yerle bir edildi. Buna rağmen özerk yönetimin adamları yine siyonist saldırganlarla bir araya gelerek, güvenlik konulu görüşmeler yapıyorlar. Bu apaçık bir zillettir. Bir tarafta siyonist saldırganlar özerk yönetimin karakolları dahil Filistinlilerin her şeylerinin güvenliğini tehdit ederken diğer yanda saldırgan tarafı güvenlik yönünden rahatlatmak için masaya oturulması, görüşmeler yapılması apaçık bir zillettir. Özerk yönetimin bu tutumu, siyonist vahşetin saldırılarına maruz kalan Filistinlilerin şiddetli tepkilerine sebep oluyor.

Bu savaşta üzerinde durulması gereken bir husus da Ariel Şaron'la ilgili boyutu. Şaron'un kimliği biliniyor. O "Beyrut kasabı" olarak ün salmış biri. Sabra ve Şatilla'da 991 savunmasız mülteci kadın ve çocuğun hunharca katledilmesinin baş sorumlusu. Dolayısıyla saldırganlık onun kimliğiyle ve ruhuyla bütünleşmiş. Zaten onun iş başına getirilmesiyle de onun bu kişiliğinden istifade yoluyla bir psikolojik yıpratma savaşı da başlatılmıştı. Bu yıpratma savaşının hedefi ise Filistin halkını haklı ve meşru direnişinden vazgeçmeye zorlamaktı. Ama Filistin halkı direnişte ısrar edince yine onun söz konusu imajından yararlanılarak vahşi saldırılar, yıkımlar, tahribatlar hızlandırıldı. Şaron'un üstlendiği rol belli olduğundan onun bu rolünün gölgesinde vahşi saldırıların hızlandırılması da kolay oldu. Çünkü o zaten siyasetini bu tarz saldırgan tutum üzerine bina etmiş. O, kendini dünya kamuoyuna da bu imajla, bu kimlikle tanıtmış. Bu yüzden tüm saldırılarında kendini rahat hissediyor. "Şecaat arz ederken merd-i kıpti sirkatin söyler" sözünde ifade edildiği üzere o da şecaatini, cesaretini insanlık dışı saldırılarıyla ortaya koyuyor. Fakat bu saldırıların sorumlusu olarak sadece Şaron'un öne çıkarılması bir yanıltmadır. Oysa bu vahşi savaşı sürdüren mevcut İsrail hükümeti Likud Partisi'yle birlikte İşçi Partisi'nin de ortak olduğu bir "Ulusal Birlik" hükümetidir. Yani bu savaşın içinde geçmişte sürekli "barış yanlısı" olarak gösterilen, Filistin halkının haklarının iadesi açısından hiçbir anlam taşımayan sözde "barış" sürecinin kahramanı olarak lanse edilen İşçi Partisi ve onun güya "barış" ödülüyle ödüllendirilen yöneticileri de vardır. Fakat onların rolleri kasap Şaron'un görüntüsüyle ve imajıyla gölgelenmektedir. İleride bir rol değişikliğine ihtiyaç duyulması halinde İşçi Partisi'nin o "barış yanlısı (!)" imajından istifade edilebilmesi için onun hükümet ortaklığı hiç gündeme bile getirilmiyor.

Savaşın bir de Filistin halkının direnişiyle ilgili boyutundan söz etmek gerekiyor. İsrail işgal devletinin gittikçe vahşileşmesine ve saldırganlığını artırmasına rağmen Filistin halkının direnişi bütün kararlılığıyla sürüyor. Bu arada savaşta İsrail işgal devleti elindeki imkanları kullanarak Filistin halkına büyük zararlar veriyorsa da bir yandan kendisi de yıpranmaktadır. Filistin halkının direnişçileri zaman zaman gerçekleştirdikleri eylemlerle işgal devletine ağır darbeler indirebiliyorlar. Bu darbeler, başta işgal devletinin askeri güçlerini moral yönden yıpratmaktadır. İkinci olarak da büyük çabalarla Filistin topraklarına yerleştirilen yahudi yerleşimcileri endişeye sokmaktadır. Dolayısıyla söz konusu eylemlerin sonuçları kısa vadede görünmese de, yapay İsrail toplumu üzerinde bıraktığı etkiler sebebiyle işgal devletini endişeye sokmaktadır. İşgal devletinin ileri gelenlerinin bu savaşın 1967 Haziran Savaşı'ndan daha çetin bir savaş olduğunu dile getirmelerinin sebebi de budur. Ayrıca, İsrail her ne kadar azgınlaşsa da zaman içinde işgal altında tuttuğu Filistin topraklarında, Güney Lübnan'da içine düştüğü duruma düşebilir. Güney Lübnan'daki yenilgisinin sebebi karşı tarafın elindeki silah değil; onların direnişte kararlılık göstermesine rağmen kendi askerlerinin sürekli moral kaybetmeleri ve yıpranmalarıydı.