Yol Haritası Planı

5-10 Mayıs 2003, Vakit gazetesi

Yeni Oslo Süreci

Filistin'le ilgili planın birinci merhalesini Ebu Mazin'in başbakanlığında yeni bir hükümet kurdurulması ve Arafat'ın özerk yönetimdeki etkinliğinin zayıflatılması oluşturuyordu.
Öncelikle şunu ifade edelim ki bu planın gündeme gelmesiyle birlikte Filistin cephesinde yeni bir dönem başlamaktadır. Bu yeni bir Oslo süreci dönemi olarak görülebilir. Yani bir bakıma tarih tekerrür ediyor.
ABD ve İsrail'in dayatmayla özerk yönetimde önemli bir yere getirdikleri Muhammed Dahlan, İsrail işgal devletinin Genelkurmay başkanı Şaul Mofaz'la birlikte. Planla ilgili görüşmelere Filistin tarafı sıfatıyla oturacak olanların ABD ve İsrail'in adamları oldukları iyice gün yüzüne çıktı. Çünkü bu adamları ABD dayatma ve zorlama yoluyla iş başına getirdi. Yani kendi adamlarını güya kendileriyle pazarlık etmeleri için bir yerlere oturttular.
Plan normalde ABD ve İsrail işgal devleti tarafından hazırlanmıştır. Ancak ABD - Rusya - AB ve BM'in ortak planı olarak piyasaya sürüldü. Bu yüzden çağdaş emperyalizmin ve sömürgeci küreselleşmenin başını çeken söz konusu dört unsura bu plan çerçevesinde "Ortadoğu dörtlüsü" adı verildi. Bu yolla planın, üzerinde uluslararası ittifak sağlanmış bir plan olarak takdim edilmesine çalışılıyor.
İlk metne göre planın uygulamaya geçirilmesi üç merhalede gerçekleşecek. Fakat bu merhalelerde ilk adımı kimin atacağı ve ilk adımı atan tarafın kendinden ne vereceği, karşı tarafa ne kazandıracağı önemli. Gerçekte bu merhaleler oyalama politikasının birer unsurlarından ibarettir.
Üçüncü merhale görüşmeler merhalesidir. Yani bu merhalede artık Filistin devletinin kurulması, mültecilerin yurtlarına dönüş hakları, Kudüs davası vs. gibi temel meselelerin görüşülmesine başlanacak. Şekil itibariyle planın 2005 yılında Filistin devletinin kurulmasını hedeflediği vurgulanıyor. Ancak diğer konularla ilgili herhangi bir çözüm içermiyor.
Yol haritası planında üçüncü merhalede görüşülmesi öngörülen mevzular ilk kez gündeme gelmiyor. Bir "Filistin devleti" kurulması dahil bu mevzuların tamamı Oslo sürecinde de gündeme gelmişti ve o zamanki ABD başkanı Clinton, "üzerinde yoğun ihtilaf bulunan konular"ın, "nihai anlaşma merhalesi"ne bırakılmasını teklif etmiş, taraflar da bunu kabul etmişlerdi. Oysa üzerinde yoğun ihtilaf bulunan meseleler temel meselelerdi ve bunlar çözüme kavuşturulmadan tali meseleler üzerinde anlaşmalar yapılması Filistin tarafı açısından büyük bir yanılgıydı.
Kurulması öngörülen devlet gerçek anlamda bir devlet değil tamamen sembolik bir devlet olacak.
Kurdurulacak devlet coğrafi yönden karmaşık bir yapıya sahip olacak. Düzenli sınırları olmayacak. Çünkü İsrail işgal devleti şu ana kadar Batı Yaka ve Gazze topraklarına kurulmuş yahudi yerleşim birimlerinin yerlerinde kalmasını ve bu birimlerin coğrafi alanlarının ise kendisine bağlı olmasını istiyor.
Filistinli bir direnişçi özerk yönetim polisleri tarafından tutuklanıyor. Bu komplonun önemli bir hedefi fitnedir. İşgalci siyonistler Filistinlileri birbirine düşürebilmek ve onları birbirlerine kırdırabilmek için şimdiye kadar pek çok değişik metoda başvurdular. Ama bunu başaramadılar. Şimdi işi çok daha geniş çaplı ve etraflı bir şekilde ele alarak onları birbirlerine kırdırmak için zorlama yapmak istiyorlar.
Özerk yönetim polisi 22-12-2001 tarihinde Cibaliya mülteci kampını basarak dehşet saçmış ve genellikle çocuklardan oluşan altı kişinin şehit olmasına sebep olmuştu. Şehit edilen çocuklardan Habib Nayif Rıdvan. Benzer saldırıların fitnenin ateşini alevleyeceği düşünülüyor. Mahmud Abbas ve Muhammed Dahlan isimleri üzerinde bu derece ısrarlı davranmalarının sebebi fitne gayesidir. Böyle bir fitnenin çıkması ise İsrail işgal devletinin en büyük arzusuna kavuşması demek olacak. İsrail için artık ondan sonrası önemli değildir. Çünkü böyle bir fitnenin Filistinlileri yıpratacağını ve devlet masalının da unutulacağını düşünüyor.
Şu bir gerçek ki "yol haritası" planı kesinlikle bir barış planı değil bir dayatmadır. Alt yapısının hazırlanması dayatma ile başlamıştır. Bu yüzden her ne kadar ABD'nin Irak'ta gerçekleştirdiği işgalden sonra ortaya çıkan uluslararası dengeler sebebiyle durum işgalci siyonistler lehine olsa da yol haritası planının önünde birçok engel bulunmaktadır. Bu engeller başarılı olmasını zorlaştıracaktır.
Silahlarını bırakmak istemeyenler sadece HAMAS ve İslami Cihad değildir. Sol grupların en etkilisi durumundaki Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve ulusal çizgideki oluşumların en etkilisi durumundaki el-Fetih'in kalabalık bir kesimi de silahlarını bırakmama konusunda ısrarlıdırlar. Kısacası halkın direnişini temsil eden oluşumların hemen hemen tamamı Filistin devleti fiilen kurulmadan, gerçek anlamda bir bağımsızlık ortaya çıkmadan silahlarını bırakmayacaklarını, işgale karşı mücadeleye devam edeceklerini değişik vesilelerle açıkladılar.

Bilindiği üzere ABD, Irak'la ilgili planlarının savaş merhalesini tamamladıktan sonra ağırlığı Filistin meselesine vermeye başladı. Tabii Irak'a yönelik saldırıdan da birinci derecede istifade eden veya etmeyi bekleyen İsrail işgal devletidir. Ancak işgal devletinin Irak'la ilgili hesaplarını gerçekleştirebilmesi için bazı engelleri aşması gerekmektedir. Bunların başında da Filistin direnişi engeli gelmektedir. Ariel Şaron'un "kasap" kimliğinin ve tehdit gücünün bu engelin aşılmasında önemli rol oynayacağı umuluyordu. O da söz konusu kimliğini bütün gücüyle göstermeye çalıştı ve iktidara geldiği günden itibaren birçok katliam gerçekleştirdi. Buna rağmen Filistin direnişini aşma konusunda başarılı olamadı. Şimdi bu direnişin İsrail işgal devletini birçok yönde sıkıntıya soktuğu, ayrıca bu engel aşılmadığı sürece İsrail'in Irak'la ilgili planları da kapsayacak uzun vadeli hesaplar yapamayacağı görülüyor. İşte bu yüzden ABD, Irak'tan sonra hemen Filistin konusuna yöneldi.

Filistin'le ilgili planın birinci merhalesini Ebu Mazin'in başbakanlığında yeni bir hükümet kurdurulması ve Arafat'ın özerk yönetimdeki etkinliğinin zayıflatılması oluşturuyordu. Biz daha önce bu konu üzerinde etraflıca durarak gelişmelerin arka planı hakkında okuyucularımızı bilgilendirmeye çalıştık. Ebu Mazin hükümetinin göreve başlamasıyla birlikte aylardan beridir gündeme getirilen "Yol Haritası" planı daha etkili bir şekilde konuşulmaya ve ön hazırlıkları için girişimlerde bulunulmaya başlandı. Bu yüzden son günlerde bu planın yoğun bir şekilde konuşulduğunu görüyoruz. Biz daha önce bu plan hakkında da genel bilgiler vermeye çalışmıştık. Ancak önümüzdeki günlerde bayağı konuşulacak, gündeme gelecek ve tartışılacak bu plan hakkında okuyucularımızın biraz daha ayrıntılı bir şekilde bilgilendirilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu planın arkasında yatan niyetler, Irak'ı işgal operasyonunun arkasında yatan niyetler kadar çirkef ve tehlikelidir. Üstelik Irak'ı işgal operasyonu, bütün insanlığın nefret ettiği bir vahşi saldırı metoduyla gerçekleştirildi. Dolayısıyla insanlık bu işgali reddetti, asla olumlu bakmadı. Ama en az onun kadar ve hatta daha tehlikeli amaçlar taşıyan söz konusu plan "barış" kavramıyla yani sevimli gösterilerek gündeme getiriliyor. Üstelik sürekli planla hedeflenenin Filistin devleti kurdurulması olduğu vurgusu yapılarak böyle bir planın uygulamaya konmasından birinci derecede Filistinlilerin yararlanacakları imajı oluşturuluyor. Bunun yanı sıra Irak konusunda emperyalist güçler arasında menfaat çatışması olduğundan saldırı cephesinde yer alan ülkelerin sayısı azdı. Ama bu plana sanki "Ortadoğu sorunu"na kalıcı çözüm getirecekmiş imajı verildiğinden Filistin halkının başına çorap örenlerin arasında bütün çağdaş emperyalist güçler var. Plan da, her ne kadar içeriği İsrail ve ABD tarafından hazırlanmış olsa da, "Ortadoğu dörtlüsü" olarak adlandırılan dört büyük emperyalist gücün uhdesinde yürütülüyormuş gibi gösteriliyor.

Öncelikle şunu ifade edelim ki bu planın gündeme gelmesiyle birlikte Filistin cephesinde yeni bir dönem başlamaktadır. Bu yeni bir Oslo süreci dönemi olarak görülebilir. Yani bir bakıma tarih tekerrür ediyor. Ancak bu kez Filistin halkının hemen hemen tamamı oyunun farkında. Dolayısıyla olumlu bakmıyor. Ayrıca planla ilgili görüşmelere Filistin tarafı sıfatıyla oturacak olanların ABD ve İsrail'in adamları oldukları iyice gün yüzüne çıktı. Çünkü bu adamları ABD dayatma ve zorlama yoluyla iş başına getirdi. Yani kendi adamlarını güya kendileriyle pazarlık etmeleri için bir yerlere oturttular. Dolayısıyla bu süreçte Filistin halkı veya onu ya da bu halkın belli bir kesimini temsil yetkisine sahip kişiler pazarlığın tarafı olmayacaklar. Bu özelliğiyle "Yol Haritası süreci" eski Oslo sürecinden daha riskli, ama ileride üzerinde duracağımız birtakım sebeplerden dolayı başarı ihtimali daha zayıf bir süreç olacaktır.

Plan Ne Getiriyor?

Günümüz insanlığı medyanın ciddi bir manipülasyonu ile karşı karşıyadır. Bu manipülasyon sebebiyle doğruların görülmesi oldukça zorlaştırılıyor. Zihinler belli bir noktaya odaklandırılıyor ve bunun neticesinde büyük yanıltmalar yapılıyor. Filistin meselesiyle ilgili olarak gündeme getirilen Yol Haritası planında da medyanın sürekli üzerinde durduğu konu "Filistin devleti" konusudur. Yani bu planın uygulamaya geçirilmesi durumunda hemen Filistin devletinin kuruluş sürecinin başlayacağı intibaı veriliyor ve zihinler buraya odaklandırılarak manipüle ediliyor. Oysa gerçekler olduğundan çok farklıdır. Bu itibarla biz de planın genel hatlarıyla neler içerdiğine bir bakalım.

Plan normalde ABD ve İsrail işgal devleti tarafından hazırlanmıştır. Ancak ABD - Rusya - AB ve BM'in ortak planı olarak piyasaya sürüldü. Bu yüzden çağdaş emperyalizmin ve sömürgeci küreselleşmenin başını çeken söz konusu dört unsura bu plan çerçevesinde "Ortadoğu dörtlüsü" adı verildi. Bu yolla planın, üzerinde uluslararası ittifak sağlanmış bir plan olarak takdim edilmesine çalışılıyor.

İlk metne göre planın uygulamaya geçirilmesi üç merhalede gerçekleşecek. Fakat bu merhalelerde ilk adımı kimin atacağı ve ilk adımı atan tarafın kendinden ne vereceği, karşı tarafa ne kazandıracağı önemli. İşte söz konusu merhaleleri bu bakış açısıyla irdeleyelim.

Birinci merhalede Filistinlilerin direnişe son vermeleri, özerk yönetim polisleri dışında kalan bütün Filistinlilerin elindeki silahların toplanması isteniyor. Yani ilk adımı atması gereken taraf Filistin tarafı olacak. Filistin tarafı bu adımı atıncaya kadar İsrail tarafının herhangi bir şey yapması istenmiyor. İsrail için önemli olan da zaten işte bu ilk adımdır. Çünkü şu an İsrail işgal devletini zorlayan unsur Filistin direnişi ve direnişçilerin ellerindeki silahlardır. İsrail, Filistinlilerin masa başına oturmalarından önce ellerindeki tüm pazarlık araçlarını, baskı unsurlarını bırakmalarını istiyor. Kendisi ise bütün baskı unsurlarını elinde tutmaya devam edecek. Hal böyle olunca kendisi bir - sıfır öne geçmiş olacak. Üstelik Filistinlilerin artık herhangi bir baskı unsurları olmayacağı, silahları da ellerinden alınmış olacağı için artık "görüşmeci" sıfatıyla değil de zavallı bir temennici, talepçi sıfatıyla masaya oturacaklar.

Peki ikinci merhalede neler var? Bu merhalede İsrail'in halen işgal altında tuttuğu özerk yönetim bölgelerinden çekilmesi işlemi gerçekleşecek. Ama bu merhaleye geçilebilmesi için birinci merhalenin kesin tamamlanmış olması gerekiyor. Yani Filistinliler direnişlerini durdurmuş, silahları ellerinden alınmış, cascavlak ortada kalmış olacaklar. İsrail ise henüz özerk yönetim bölgelerini işgal altında tutmaya, tanklarıyla, otomatik silahlarıyla, füzeleriyle, helikopterleriyle, F-16 uçaklarıyla, bombalarıyla ve her tarafı kuşatma altında tutan askerleriyle Filistinleri tehdit etmeye devam ediyor olacak. Burada vurgulanması gereken önemli iki nokta var. Birincisi: Normalde İsrail işgal devletinin zaten birinci Oslo sürecinde imzalamış olduğu anlaşmalar gereğince buraları terk etmesi gerekiyor. Hatta bu anlaşmaların da öncesinde, BM'in 242 ve 338 sayılı kararları gereğince buralardaki tüm işgal güçlerini çekmiş olması lazım. Yani İsrail'in şu an o bölgelerdeki askeri ve siyasi varlığı zaten tüm ilgili uluslararası ve ikili anlaşmalara aykırı. Bu durum İsrail'in zaten şimdiye kadar imzaladığı anlaşmaların ve bağlayıcı uluslararası anlaşmaların hiçbirine uymadığını gösteriyor. Peki Filistinliler böyle bir İsrail'in nesine güvenip de silahlarını bırakarak, direnişlerine son vererek cascavlak vaziyette masaya oturacaklar? İkinci olarak: İsrail burada normalde tüm anlaşmalara aykırı bir şekilde gerçekleştirdiği işgali sona erdirme işlemini bile büyük bir karşılığa satmaya kalkışıyor. Bu da İsrail'in 55 yıldan beridir izlediği bir politikadır. İsrail'in 55 yıldır izlediği bu politikayı gördüğü halde, elindeki tüm kartları atıp İsrail'in ve onun arkasında duran emperyalizmin olmayan insafına sığınarak masaya oturup adeta zavallı dilenci durumuna düşmenin akılla ve mantıkla izah edilir yanı olabilir mi?

Filistin devleti konusunun konuşulacağı merhale ise üçüncü merhale. Ancak bu merhalenin biraz daha etraflıca ele alınması gerekiyor. Onun için bu merhaleyle ilgili hususları müteakip yazıda ele almaya çalışacağız, inşallah.

Filistin Devleti Kurulacak mı?

Üçüncü merhale görüşmeler merhalesidir. Yani bu merhalede artık Filistin devletinin kurulması, mültecilerin yurtlarına dönüş hakları, Kudüs davası vs. gibi temel meselelerin görüşülmesine başlanacak. Şekil itibariyle planın 2005 yılında Filistin devletinin kurulmasını hedeflediği vurgulanıyor. Ancak diğer konularla ilgili herhangi bir çözüm içermiyor. Şimdi bu merhaleyle ilgili olarak vurgulanması gereken hususlara bir bakalım:

Birinci olarak: Dikkat edilirse ön planda bu merhale bir görüşmeler merhalesi olarak kabul ediliyor. Yani temel meselelerin çözümü veya Filistinlilerin isteklerinin kabul edilmesi konusunda herhangi bir garanti verilmiyor. Sadece, bu merhaleye gelindiğinde artık bu konuların görüşülmesine ve bir neticeye bağlanması için çalışmalara başlanacak, deniyor. Ama neticeye bağlanması kesin çözüme kavuşturulacağı anlamına gelmez. Çünkü büyük bir ihtimalle amaç İsrail'in istediği tarzda bir neticeye bağlanmasıdır. Böyle bir şeye ise ABD - İsrail kuklası hükümet razı olsa bile Filistin halkı razı olmayacaktır ve meseleler yine çözüme kavuşturulmamış olacaktır.

İkinci olarak: Plana "Yol Haritası" denmesinin amacı kademeli bir ilerleme önermesinden kaynaklanmaktadır. Yani bir paralel ilerleme değil tedrici ilerleme söz konusudur. Bir tarafta Filistinlilerin silahlarının toplanması için dayatma yapılırken diğer tarafta Filistin devleti konusu veya diğer temel meseleler konuşulmayacak. Bunların konuşulması safhasına geçilebilmesi için Filistinlilerin direnişlerinin durdurulması ve silahlarının toplanması işinin bitmiş olması gerekiyor. Fakat bu merhalede İsrail'in Filistinlilere saldırısının ve özerk yönetim bölgelerindeki işgalinin son bulması şart koşulmuyor. Filistinliler eylemlerini durdurmak zorunda olacaklar ama işgalcilerin bir yandan onlara saldırma hakları (??!!) olacak! İşte böyle bir tedricilikle üçüncü merhaleye gelindiğinde siyonistler ellerini daha sağlam görecek ve pazarlıkta daha rahat bir dayatma yapabilecekler.

Üçüncü olarak: Yol haritası planında üçüncü merhalede görüşülmesi öngörülen mevzular ilk kez gündeme gelmiyor. Bir "Filistin devleti" kurulması dahil bu mevzuların tamamı Oslo sürecinde de gündeme gelmişti ve o zamanki ABD başkanı Clinton, "üzerinde yoğun ihtilaf bulunan konular"ın, "nihai anlaşma merhalesi"ne bırakılmasını teklif etmiş, taraflar da bunu kabul etmişlerdi. Oysa üzerinde yoğun ihtilaf bulunan meseleler temel meselelerdi ve bunlar çözüme kavuşturulmadan tali meseleler üzerinde anlaşmalar yapılması Filistin tarafı açısından büyük bir yanılgıydı. İşte bu yanılgı Arafat yönetiminin İsrail işgal devletinin kapanına sıkışmasına ve onun karşısında eli zayıf duruma düşmesine sebep olmuştu. Bugün temel meseleler üzerinde bir anlaşma yapılmadan Filistinlileri eli zayıf duruma düşürecek bir planın kabul edilmesi geçmiştekinden daha riskli sonuçlar doğuracaktır.

Dördüncü olarak: Dediğimiz gibi bugün yol haritası planında üçüncü merhaleye bırakılan temel meselelerin normalde Oslo sürecindeki "nihai anlaşma merhalesi"nde görüşülmesi ve neticeye bağlanması, bu merhalenin ise 1999 yılı içinde başlamış olması gerekiyordu. Oysa bugün 2003 yılının ortalarına geldiğimiz halde söz konusu merhale başlamadığı gibi o süreç kapatılmış, "yol haritası" başlığıyla yeni bir süreç başlatılmış, belirtilen meselelerin görüşülmesi de 2005 yılına ertelenmiştir. Bu durum İsrail'in tamamen bir oyalama politikası izlediğini gösteriyor. Böyle bir politika karşısında ister istemez "acaba üçüncü merhaleye gelinecek mi?" sorusunu sormak gerekmektedir. Çünkü işgal devletini ve onun arkasında duran sömürgeci güçleri ilgilendiren Filistinlilerin hakları değil İsrail'i zorlayan direnişin sona erdirilmesi, işgalci saldırganları rahatsız eden silahların toplatılmasıdır. Bu maksat gerçekleştikten sonra Filistin tarafının zayıf düşürüleceği ve oyalama politikasının daha etkili bir şekilde sürdürülmesinin mümkün olacağı düşünülmektedir.

Bütün bu şartlara rağmen üçüncü merhaleye gelindiği ve gerçekten Filistin devletinin kurulması planının konuşulmaya başlandığı varsayıldığında karşımıza nasıl bir manzara çıkacaktır? Müteakip yazımızda inşallah bu konu üzerinde duralım.

Nasıl Bir Devlet?

Aslında yol haritası planında devlet meselesinin konuşulacağı üçüncü merhaleye gelinmesi çok zor görünmektedir. Zaten İsrail işgal devletinin amacı da bu merhaleye gelinmesi değil ya Filistinlilerin direnişlerinin durdurulması, tümüyle silahtan arındırılmaları ya da birbirlerine düşürülmeleri suretiyle aralarında fitne çıkarılmasıdır. Dolayısıyla bu plan çerçevesinde bir devlet formülünden söz edilmesi bir faraziye üzerinde durulmasından ibaret kalır. Biz yine de bu faraziyeyi nazarı dikkate alarak üzerinde duralım.

Birinci olarak: Kurulması öngörülen devlet gerçek anlamda bir devlet değil tamamen sembolik bir devlet olacak. Dışarıya karşı savunma amaçlı olarak askeri güç oluşturması engellenecek. Silahlı güçleri sadece emniyet güçlerinden ibaret olacak ve onlar da sadece içeride, Filistinlilere karşı kullanılacak. Yani dışarıya karşı kendini savunma imkanlarından mahrum ama Filistinlilerin tepesinde demir yumruk bir kukla devlet planlanmaktadır.

İkinci olarak: Kurdurulacak devlet coğrafi yönden karmaşık bir yapıya sahip olacak. Düzenli sınırları olmayacak. Çünkü İsrail işgal devleti şu ana kadar Batı Yaka ve Gazze topraklarına kurulmuş yahudi yerleşim birimlerinin yerlerinde kalmasını ve bu birimlerin coğrafi alanlarının ise kendisine bağlı olmasını istiyor. Ayrıca bu birimlerin güvenliklerinin sağlanmasıyla ilgili tüm hakların ve yetkilerin de kendisine ait olmasını şart koşuyor. Bu yerleşim birimleri ise Batı Yaka ve Gazze topraklarının içinde muhtelif yerlere serpiştirilmiş durumda. Halen Batı Yaka bölgesinde 135 yerleşim birimi 120 bin yahudi yerleşimci, Gazze bölgesinde ise 120 yerleşim birimi, 3500 yerleşimci bulunmaktadır. Bunların çoğu hatta belki tamamı Filistinlilerin yoğun olduğu bölgelerin kontrol altında tutulması için askeri ve stratejik amaçlarla kurulmuştur. Örneğin bazı yerleşim birimlerinin çevresinde buraları koruma iddiasıyla içinde ikamet eden yerleşimci sayısının üç katı kadar asker bulundurulmaktadır. Bu durum o birimin tamamen askeri amaçla kurulduğunun açık bir göstergesidir. Bundan dolayı İsrail işgal devleti bu birimleri çok farklı yerlere dağıtmış ve buralara giden yollarla Filistinlilerin yoğun olduğu bölgeleri adeta bir örümcek ağı gibi örmüştür. Bu yerleşim birimleri yerinde kalırsa İsrail işgal devleti hem buraların oturum alanlarına, hem de buralara giden yollara hükmetmek istiyor. Şimdi siz bir devlet düşünün ki, sınırları içinde toplam 255 adet başka bir devlete ait yerleşim alanı ve bu alanları birbirine bağlayan yine başka bir devlete ait örümcek ağı gibi yollar var. Üstelik bu oturum alanları çok farklı yerlere serpiştirilmiş. O devletin bütün önemli stratejik noktaları, tepeleri, deniz kıyılarını gözetleyen yerleri başka bir devlete ait. Başka devlet o stratejik noktalara "güvenlik" gerekçesiyle binlerce asker yerleştirmiş. Bu askerler, söz konusu yerleşim alanlarında oturan sözde siviller ve onların ziyaretçileri, şeklen bağımsız diğer devletin coğrafi alanlarını delip geçen yollarda serbestçe cirit atıyorlar. Böyle bir devlette üniter bir coğrafi yapıdan, sınır güvenliğinden, dış tehditlere karşı güvenli bir savunma mekanizmasından, bütünlükten söz etmek mümkün olabilir mi? Sınır güvenliği olmayan bir devletin vatandaşlarına vereceği pasaportun, gümrük kapıları oluşturmasının ne anlamı olabilir? Böyle bir devlet kapısına silahlı asker dikilmiş, ama bütün pencerelerinden hırsızların, eşkıyaların, katillerin girebileceği bir saraya benzer. Yahut bir mahalle düşünün ki bu mahallede apartmanlar ve kaldırımlar bir yönetime, caddeler, sokaklar ve apartmanların gözlenmesine imkan veren noktalar ise başka bir yönetime ait. İşte yol haritası planının önerdiği İsrail işgal devletinin de kabul edebileceği Filistin devleti formülü böyle bir devlet formülüdür.

Üçüncü olarak: Filistinlilerin tek meseleleri devlet meselesi değildir. Bunun yanı sıra Kudüs davası, yurtlarından çıkarılmış milyonlarca mültecinin yurtlarına dönme hakları, gasp edilmiş arazilerinin ve sularının iadesi vs. gibi daha birçok meseleleri bulunmaktadır. İşgalci siyonistler bu konularda hiçbir tavize yanaşmak istemiyor ve Filistinlilere bu konuları unutturmaya çalışıyorlar. Yol haritası planı da bu konuların çözümü hususunda hiçbir garanti vermiyor, bütün her şeyi "devlet" konusuna odaklayarak dünya kamuoyunu manipüle etmeye, göz boyamaya çalışıyor.

Bu Bir Komplodur

Yol haritası adı altında bir barış planı olarak yutturulmak istenen plan gerçekte hem bölgesel hem de uluslararası boyutu olan bir komplodur. Amerika bu komplonun bütün bölgesel şartlarını oluşturmaya çalışmaktadır. Irak işgali de bu komplonun bölgesel şartlarının oluşturulmasıyla bağlantılı bir hadisedir.

Öncelikle şunu vurgulayalım ki siyonizm yayılmacı emellerinden vazgeçmiş değildir. Irak'ın işgalinin hemen ardından bu konudaki niyetlerini açığa vurmaktan da çekinmediler. Fakat Filistin direnişi ve bağımsızlık mücadelesi bu niyetlerin önünde duran en önemli engeldir. İşte bu engelin aşılabilmesi için şimdilik "barış" numaralarına ihtiyaç duyuyorlar. Ne var ki bu numaralarında bütün her şeyi kendi lehlerine olacak, kendilerine hiçbir kayıp verdirmeyecek şekilde ayarlıyorlar. Eğer ki direniş engelini aşabilirlerse asıl niyetlerini, planlarını ve hesaplarını o zaman ortaya çıkaracaklar.

Bu komplonun önemli bir hedefi fitnedir. İşgalci siyonistler Filistinlileri birbirine düşürebilmek ve onları birbirlerine kırdırabilmek için şimdiye kadar pek çok değişik metoda başvurdular. Ama bunu başaramadılar. Şimdi işi çok daha geniş çaplı ve etraflı bir şekilde ele alarak onları birbirlerine kırdırmak için zorlama yapmak istiyorlar. Mahmud Abbas ve Muhammed Dahlan isimleri üzerinde bu derece ısrarlı davranmalarının sebebi de buydu. Böyle bir fitnenin çıkması ise İsrail işgal devletinin en büyük arzusuna kavuşması demek olacak. İsrail için artık ondan sonrası önemli değildir. Çünkü böyle bir fitnenin Filistinlileri yıpratacağını ve devlet masalının da unutulacağını düşünüyor. Bilindiği üzere siyonizm ve onun alt yapısını oluşturan saptırmacı zihniyet fitne konusunda büyük marifet sahibidir. Dört bin yıllık tarihleri incelenirse pek çok fitne ateşini yaktıkları görülür. Lübnan'da yıllarca süren, binlerce kişinin hayatına mal olan, yüzlerce evin yıkılmasına sebep olan ve bu ülkeyi adeta cehenneme çeviren fitnenin ateşini yakanlar da onlardı. Oysa zaman içinde onların bu ateşi ne şekilde yaktıkları unutulmuş, sadece Lübnan'daki karşıt güçlerin yaptıkları konuşulur olmuştu. İşgalci siyonistler "yol haritası" planıyla Filistin bölgelerini de aynen 1978-88 Lübnan'ı gibi fitne cehennemine çevirmeyi, kendileri kenara çekilip seyretmeyi ve gördükleri manzaralarla zevklenmeyi arzuluyorlar.

Bu komplonun önemli bir boyutunu da siyonizmin yayılmacı politikasının önünün açılması çabaları oluşturmaktadır. Siyonizmin önünden Filistin direnişi engeli kalkarsa bütün bölge ülkeleri ne gibi bir tehditle ve tehlikeyle karşı karşıya olduklarını göreceklerdir. Bugün Amerika'nın Suriye ve İran'a baskı yapması, Lübnan'ı kafa kola almaya çalışması, Türkiye'yi köşeye sıkıştırmak suretiyle Suriye ve İran konusunda kendisine destek vermeye zorlaması "yol haritası" komplosuyla doğrudan bağlantılı gelişmelerdir. Çünkü İsrail işgal devleti ve onun arkasında duran emperyalizm bir yandan içeride Filistin direnişine yönelik baskı ve şiddeti bizzat Filistinlileri kullanarak artırmaya çalışırken bir yandan da bu direnişin dünyaya açılan tüm kapılarını kapatmaya, bütün irtibatlarını kesmeye çalışıyor.

Son zamanlarda Avrupa ülkelerinin, hiçbir siyasi faaliyetleri olmayan, sadece Filistin'deki mağdur ve mazlum insanlara, yetimlere, evleri yıkılanlara, yaralılara, şehit ve tutuklu ailelerine yardım amacıyla kurulmuş insani yardım kuruluşlarına yönelik baskılarını artırmaları, bu kuruluşların faaliyetlerini engellemeye çalışmaları, hatta bazı ülkelerde engellemeleri de "yol haritası" komplosunun uluslararası boyutlarından birini oluşturmaktadır. Geçmişlerindeki "anti-semitizm" lekesinden ve Avrupa'daki yahudi lobilerinin etkisinden dolayı kendilerini İsrail işgal devletine mahkum gibi hisseden birtakım Avrupa ülkeleri, işgalci siyonistlerin Filistinli mazlum insanlara yardım edilmesini engelleme taleplerini yerine getiriyor ve bu amaçla hukuki açıdan izahı mümkün olmayan siyasi baskılara, dayatmalara, zorlamalara başvuruyorlar. Kendilerini insan hakları ve demokrasinin bekçisi gibi göstermeye çalışan Avrupa ülkelerinin İsrail'in menfaatleri ve Filistin halkının hakları söz konusu olduğunda bütün hukuk prensiplerini ayaklar altına almaları gerçekten düşündürücüdür.

Plan Başarılı Olacak mı?

Şu bir gerçek ki "yol haritası" planı kesinlikle bir barış planı değil bir dayatmadır. Alt yapısının hazırlanması dayatma ile başlamıştır. Bu yüzden her ne kadar ABD'nin Irak'ta gerçekleştirdiği işgalden sonra ortaya çıkan uluslararası dengeler sebebiyle durum işgalci siyonistler lehine olsa da yol haritası planının önünde birçok engel bulunmaktadır. Bu engeller başarılı olmasını zorlaştıracaktır. Bunları özetle sıralayalım:

Birinci olarak: Filistin halkının ezici bir çoğunluğu bu plana kesinlikle olumlu bakmamaktadır. Bundan önceki Oslo sürecinde bazı önemli vaadlerde bulunulduğu, en azından gerçek bir Filistin devletinin kurulacağından ve 1967'de işgal edilmiş toprakların tamamının kurtarılacağından söz edildiği için halkın bir kısmında ümit oluşmuştu. 1991-2003 arasında geçen 12 yıllık süreç içinde beklenenlerin hiçbiri gerçekleşmedi. Böylece Filistin halkı İsrail'den masa başı görüşmelerle bir şey alınamayacağını gördü. Ayrıca bu kez halk, İsrail ve ABD'nin kendi adamlarını dayatma yoluyla ve baskı uygulayarak özerk yönetim tarafında odak noktalara yerleştirdiğini gördü ve bu adamlar vasıtasıyla Filistin lehine bir şey elde edilemeyeceğini tahmin ediyor. Özellikle Muhammed Dahlan'a Filistin halkının büyük bir çoğunluğu İsrail'in adamı hatta ajanı olarak bakıyor. Dolayısıyla "yol haritası" planına kesinlikle olumlu yaklaşmıyor.

İkinci olarak: Arafat'ın tasfiyesi çabası ve onun ikinci plana itilmesi "yol haritası"nın başarısını olumsuz yönde etkileyecektir. Çünkü Arafat belli bir karizma kazanmıştır ve özerk yönetim içinde önemli bir kadrosu bulunuyor. Mahmud Abbas ve adamları ise İsrail ile ABD tarafından zorla dayatılmış birer takma organ gibidirler. Yani doku uyuşmazlığı var. Arafat, kadrosu vasıtasıyla Mahmud Abbas'ın başarıya ulaşmasını engelleyebilir.

Üçüncü olarak: Silahlarını bırakmak istemeyenler sadece HAMAS ve İslami Cihad değildir. Sol grupların en etkilisi durumundaki Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve ulusal çizgideki oluşumların en etkilisi durumundaki el-Fetih'in kalabalık bir kesimi de silahlarını bırakmama konusunda ısrarlıdırlar. Kısacası halkın direnişini temsil eden oluşumların hemen hemen tamamı Filistin devleti fiilen kurulmadan, gerçek anlamda bir bağımsızlık ortaya çıkmadan silahlarını bırakmayacaklarını, işgale karşı mücadeleye devam edeceklerini değişik vesilelerle açıkladılar. İsrail ise devlet konusunun konuşulacağı merhaleye geçilebilmesi için silahların toplanmasını şart koşuyor. Bu durum Mahmud Abbas'ın sadece İslami gruplarla değil Filistin direnişinin içinde fiilen yer alan tüm oluşumlarla uğraşmak zorunda kalacağını göstermektedir. Kaldı ki Mahmud Abbas'ın silahların toplanmasında kullanacağı emniyet güçlerinin epey bir kısmı da el-Fetih'le doğrudan ilişkilidir.

Dördüncü olarak: Halk, Filistin direniş güçlerinin elindeki silahların tamamen toplanması durumunda işgal güçleri karşısında daha zor durumda kalacağını biliyor. Bu yüzden siyonist yılanın saklandığı deliğe her türlü korumadan, tedbirden uzak şekilde bir kez daha parmağını sokmak istemiyor. Bundan dolayı silahların toplanmasına karşı çıkıyor.

Beşinci olarak: Yol haritası planı biraz da bölgesel dengelerle ve şartlarla ilgilidir. ABD'nin bu sıralarda Suriye ve İran'a baskı yapmasının, Lübnan'ı kafa kola almaya çalışmasının amacı bu şartları oluşturmaktır. Ama henüz ABD'nin istediği doğrultuda gelişmeler olabileceğine dair bir işaret alınmış değil. Şartlar da yakın vadede bu yönde gelişmeler olmasına uygun değildir.

Bütün bunlara rağmen Filistin direnişi ve halkı oldukça riskli bir döneme girmektedir. İsrail, Irak'ın işgal edilmesinden sonra tarihi bir fırsat yakaladığını hesap ediyor. Amerika da yine aynı işgal sebebiyle dünyadaki dengelerin kendisinin ve kendisine yön veren siyonist lobilerin lehine döndüğünü, bu sebeple dayatmalar, baskılar yoluyla bir şeyler yaptırabileceğini hesap ediyor. İşte bu şartlarda başlayan "yol haritası" sürecinin Filistinliler açısından taşıdığı en önemli risk, fitne riskidir. Allah'ın izniyle onlar işgalcilerin oyunlarına gelmeyerek fitne ateşine düşmezlerse, siyonistlerin uzun vadede emellerine kavuşmaları mümkün olmayacaktır.