Gerçekte bir "Arafat yönetimi" olan "özerk yönetim" siyonist işgal rejiminin tahakkümü altındadır. |
İsrail'in eski başbakanı Rabin, Arafat'tan memnun olduğunu İsrail Bakanlar Kurulu'nda dile getirmişti. |
Arafat, işgal devleti karşısında verdiği büyük tavizlerle özerk yönetimin başına geçti. |
Arafat, İslami Hareket mensuplarına baskı yapmakla beraber zaman zaman bu hareketin liderleriyle bir araya gelerek ipleri tamamen koparmamaya özen gösterir. |
Arafat, verdiği onca tavize rağmen işgalcileri yeterince razı edememiştir ve işgalciler her keresinde ondan yeni tavizler istemişlerdir. |
Arafat, işgalcilerle doğrudan karşıya gelince onların gerçek yüzlerinin kamuoyuna yansıttıklarından çok farklı olduğunu gördü. |
İşgalcilerin Filistin'in her tarafından kan akıttıkları ortamlarda da Arafat onlarla masaya oturmaktan çekinmedi. |
Verdiği tavizler Arafat'ı özerk yönetimin lideri yaptı ama aynı zamanda onu büyük bir acziyetin ve çıkmazın içine sürükledi. |
3 Şubat tarihi Yasir Arafat'ın FKÖ liderliğine seçilmesinin yıldönümüdür. Bu vesileyle onun hayatından ve kişiliğinden biraz söz etmek istiyoruz.
Asıl adı Abdurrahman Abdurrauf Arafat el-Huseyni olan Yasir Arafat 1929 Gazze doğumludur. Türkiye'deki basın yayın organları onun adını hep Batılı kaynaklardan aktardıklarından Yaser Arafat olarak yansıttılar. Böylece Türkiye'de bu ad onun hakkında bir galatı meşhur oldu.
Arapların genelinde yaygın olduğu gibi Filistinliler arasında da kişiler daha çok künyeleriyle anılırlar. Yasir Arafat da kendi çevresinde genellikle Ebu Ammar olarak anılır.
Arafat'ın babası Kuzey Afrika ülkelerinden Mısır'a oradan da Filistin'e göç etmiş biridir. Bu yüzyılın başında Kahire'de bir süre sinema işlettikten sonra Filistin'e göç eden babası orada el-Huseyni ailesine mensup olduğu söylenen bir kızla evlendi. Ancak bazıları el-Huseyni ailesinin zengin ve soylu bir aile olduğunu dolayısıyla kızlarını Filistin'e dışarıdan göç etmiş soyu sopu belli olmayan birine vermiş olmalarının ihtimal dışı olduğunu, bu kızın olsa olsa el-Huseyni ailesinin hizmetçilerinden biri olabileceğini ileri sürmektedirler. Ayrıca babası hakkında da: "O dönemde Filistin'e dışarıdan Müslüman göçü olmuyordu, daha çok yahudi göçü oluyordu. Dolayısıyla Arafat'ın babasının da yahudi kökenli olması kuvvetle muhtemeldir" diyenler var. Tabii bunlar iddialar. Bu iddiaların ne derece doğru olduğunu tespit etmeye yetecek kadar bilgiye sahip değiliz. Dolayısıyla bu iddiaları burada zikretmemiz onayladığımız anlamına gelmez.
Yasir Arafat, 1951'de Kahire Üniversitesi'nin Mühendislik Fakültesi'ne girdi. Bir süre HAMAS'ın resmi sözcülüğünü yapan İbrahim Goşe de, Arafat'tan iki yıl sonra bu fakülteye girmiştir.
Arafat, 1952'de Filistinli Öğrenciler Federasyonu'nun başkanlığına getirildi ve 1956'ya kadar bu görevi sürdürdü.
Üniversitede öğrenci olduğu sıralarda Müslüman Kardeşler cemaatiyle ilişki içindeydi. Ancak ilginçtir ki, diktatör Cemal Abdunnasır Müslüman Kardeşler cemaatinin ileri gelenlerini tek tek zindana doldurduğu sırada Arafat Mısır'dan kaçtıysa da daha sonra Abdunnasır'ın en yakın adamlarından biri oldu.
Mısır'dan kaçtıktan sonra Kuveyt'e yerleşen Arafat orada inşaat müteahhitliğine başladı. O sıralarda kısa adıyla el-Fetih olarak bilinen Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi adlı örgütü kurdu.
O sıralarda Filistinliler arasında daha başka örgütlenmeler de ortaya çıkmıştı. Bu gelişmeler üzerine Arap Birliği teşkilatı Filistinli örgütleri bir çatı altında birleştirmek ve bağımsızlık mücadelesinin bu çatı altında yürütülmesini sağlamak için girişimde bulundu. Arap Birliği Meclisi bu amaçla 19 Eylül 1963'te bir toplantı düzenleyerek bazı kararlar aldı. Bu toplantıda Prof. Ahmed eş-Şukeyri de Filistinlilerin Arap Birliği nezdindeki resmi temsilcisi seçildi. Bunun ardından 28 Mayıs 1964'te Kudüs'te Filistin Milli Konferansı toplandı ve bu toplantıda Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)'nün kuruluşu gerçekleştirildi. Örgütün başına da Prof. Ahmed eş-Şukeyri getirildi.
Ancak zaman içerisinde Arap Birliği'nde insiyatifin Mısır diktatörü Abdunnasır'ın eline geçmesi FKÖ'nün siyasi yapısını da etkiledi. Arafat, daha önce Müslüman Kardeşler cemaatiyle ilişkisinden dolayı kendisinden kaçtığı Abdunnasır'la kurduğu yakın ilişkiden FKÖ'nün başına geçmekte istifade etti. Sonuçta 3 Şubat 1969'da Kahire'de gerçekleştirilen Filistin Ulusal Kongresi toplantısında, Ahmed eş-Şukeyri'nin Haziran 1968'de istifasından sonra FKÖ başkanlığına getirilmiş olan Yahya Hammude'nin de gayretleriyle Arafat bu örgütün başkanlığına seçildi.
Arafat, FKÖ liderliğine getirilmeden önce, 1967 Temmuz'unda Halk Kurtuluş Savaşı'nı bizzat yöneteceği iddiasıyla Şam'dan Batı Yaka'nın Nablus kentine geçti. Ne var ki, aradan birkaç ay geçmeden İsrail kuvvetleri Arafat'ın örgütü olarak bilinen el-Fetih'in Nablus'taki karargâhına baskın düzenleyerek örgütün elemanlarından 33 kişiyi öldürdüler. Ama Arafat bu baskında, kaçmayı başardı. Buradan kaçtıktan sonra da yine Batı Yaka'nın Ramallah kentinde bir tanıdığının villasına yerleşti. İsrail kuvvetleri buraya da baskın düzenlediler ve taraftarlarından 200 kişiyi öldürdü, bin kişiyi esir aldılar. Ama Arafat buradan da kaçmayı başarabildi.
Arafat'ın FKÖ liderliğine getirilmesinden sonra bu örgütün lider kadrosunda yer alan birçok kişi MOSSAD cinayetleriyle öldürüldü. Örneğin, FKÖ'nün Roma temsilcisi Vail Zuaytir, 9 Ekim 1972'de MOSSAD tarafından düzenlenen bir suikast sonucu öldürüldü. Örgüt içinde önemli konumları olan Ebu Yusuf en-Neccar, Kemal Advan ve Kemal Nasır, 10 Nisan 1973'te Beyrut'ta öldürüldüler. Örgüt ileri gelenlerinden Sa'd Sayil, 29 Eylül 1980'de Lübnan'ın el-Buka vadisinde öldürüldü. 1 Ekim 1985'te İsrail uçakları Tunus'taki FKÖ karargâhını bombaladılar ve bu olayda örgüt elemanlarından 70 kişi öldürüldü, yüzlerce kişi de yaralandı. Yine FKÖ'nün ileri gelenlerinden Hamdi et-Temimi, Mervan el-Kiyali ve Muhammed el-Cis, 18 Şubat 1988 tarihinde Kıbrıs'ın Limasol kentinde arabalarına bomba konulması suretiyle öldürüldüler. FKÖ'nün en önemli isimlerinden olan Halil el-Vezir (Ebu Cihad) da İsrail deniz kuvvetlerinin bir gece baskını düzenlemeleri sonucu, 16 Nisan 1988'de Tunus'ta öldürüldü. Örgütün önde gelenlerinden olan Ebu İyad, Ebu'l-Hevl ve Fahri el-Umeri 15 Ocak 1991'de Tunus'ta MOSSAD ajanlarının gerçekleştirdiği bir suikast sonucu öldürüldü. Bütün bu suikastlar FKÖ içinde Arafat dışında herhangi bir kişinin sivrilmesinin de önüne geçmiş oldu. Çünkü FKÖ tabanında belli bir destek ve örgüt içinde bir etkinlik kazanan bütün liderler bu suikastlarla ortadan kaldırılmış oldular. Örgüt lideri Arafat'ı direk hedef alan bir suikast girişimi ise tarihi kayıtlara geçmedi. Hatta Madrid görüşmelerinin başlamasından bir süre sonra Arafat'ın Libya'da bir helikopter kazası geçirmesi üzerine İsrail özel kurtarma uçakları göndererek onu helikopterden düştüğü çölden alıp hastaneye yetiştirdi.
Arafat, FKÖ liderliğine getirildikten sonra önce Ürdün'e yerleşti. Ancak 1970'te yaşanan Kara Eylül harekâtından sonra burayı terk ederek Lübnan'a geçmek zorunda kaldı. 1982'de İsrail'in Beyrut dâhil Lübnan'ın büyük bir bölümünü işgal etmesi üzerine FKÖ, karargâhını Tunus'a taşımak zorunda kaldı. 1987 Aralık'ında başlayan intifadanın başlatılmasında Arafat'ın ve örgütünün herhangi bir rolü olmadığı halde taş atan çocuklara "küçük generallerim" diyerek intifadanın kamuoyunda kazandığı sıcak ilgiden kendi hesabına yararlanmaya çalıştı. Ancak daha sonra Madrid görüşmeleriyle ve Oslo İlkeler Anlaşması'yla intifadanın kuyusunu kazan da yine o oldu. 4 Mayıs 1994'te imzaladığı Kahire Anlaşması'yla da özerk yönetimi kurarak intifadayı sindirme yoluna gitti.
İsrail'in eski başbakanı Rabin, Arafat'tan memnun olduğunu İsrail Bakanlar Kurulu'nda dile getirmişti. Onun Arafat'la ilgili övgüleri hükümetindeki bazı bakanların dilinden İsrail'in Maariv gazetesine yansımıştı. Söz konusu bakanların açıklamalarına göre Rabin, Arafat'ın kendi sorumluluğuna verilen bölgelerde İslami Harekete karşı verdiği mücadeleden de memnun olduğunu ifade etmişti.
Arafat FKÖ lideri olduğu sırada yaptığı gibi özerk yönetimin başına geçtikten sonra da birçok kişiyi maddi menfaatlerle etrafında tutmayı başarabildi. O, FKÖ lideri olduğu sıralarda, teşkilatına yapılan yardımı genellikle kendi özel hesabında tutuyor ve oradan istediği gibi harcama yapıyordu. O zaman bir örgüt disiplini açısından bazıları buna nispeten müsamahayla bakıyorlardı. Ama onun bu tutumu özerk yönetimin başına geçmesinden sonra da değişmedi. Hatta özerk yönetimin merkezinin Gazze'de olduğu sırada bizzat özerk yönetimin üst düzey yetkililerinden biri yaptığı bir açıklamada: "Arafat, Gazze dışına çıktığında özerk yönetimin üst kademesinde bütün ödemeler durur" demişti. O, bu tutumuyla aynı zamanda etrafına topladığı insanları istediği yöne yönlendirmeyi ve kendine itaat etmelerini sağlamayı da başarabildi. Çünkü böylece çevresine topladıklarının arpalarıyla istedikleri gibi oynama fırsatı elde ettiğinden yularlarını da sağlam tutmayı becerebiliyordu. Zaman zaman karşılaştığımız: "Peki Arafat'ın etrafındakilerin hepsi de onun kafasında mı? Neden bu teslimiyet politikasında ona itiraz etmiyorlar?" sorusunun cevabı da buradaydı.