Ocak 2005, Vuslat dergisi
ABD işgal güçlerinin Felluce'de gerçekleştirdikleri katliam üzerinde bundan önceki sayıda yayınlanan yazımızda ayrıntılı olarak durmuştuk. Ne yazık ki bu katliam henüz tam olarak sona ermiş değil. Etkisinin ortadan kalkması ise ancak bir iki nesil geçmesiyle mümkün olabilir. Bu itibarla emperyalizm terörünün, ABD terörünün ne olduğunu anlamamız için Felluce'de gerçekleştirilen katliamın, orada ortaya çıkan manzaraların yeterli olması gerekir. Ne var ki günümüzde dünyaya hükmeden güçler ve onlara hizmet ederek dünya kamuoyunu yönlendiren basın yayın organları hadiseleri çoğu zaman ters yüz ederek kamuoyuna yansıttıklarından olanların insanlığın gözünü açması son derece zor olmaktadır. Bu sebeple hâlâ birçokları terörü el-Kaide'de, orada, burada ararken ABD saldırganlığını teröre karşı savaş olarak değerlendirebilmektedir. Türkiye'de birtakım medya organlarının, Felluce'deki o vahşi katliamın üstünü örterken işgale karşı direnen mücahitlerden "Arap teröristler" diye söz etmesi ne gibi bir amaca hizmet ettiklerini ve insanları nasıl yanılttıklarını ortaya koyması açısından dikkat çekicidir.
Biz geçen ayki yazımızda konu üzerinde ayrıntılı olarak durduğumuzdan bu ayki yazımızda Felluce katliamının ayrıntılarına çok fazla girmeyeceğiz. Burada ABD işgal güçlerinin söz konusu katliamla hedefledikleri ve bu açıdan ortaya çıkan sonuç hakkında yaptığımız bazı tespitlerimizi aktarmak istiyoruz.
Gördüğümüz kadarıyla işgal güçlerinin Felluce'ye bu derece vahşi bir şekilde yüklenmelerinin en önemli sebebi askerlerinin direniş karşısında sürekli yıpranmakta olduklarını ve bu durum karşısında onları ucu görünmeyen bir savaşın içinde tutmaya zorlamanın kendi açılarından son derece olumsuz sonuçlar doğuracağını görmeleriydi. Çünkü gidişat askerlerinin adeta eridiklerini gösteriyordu. Bu sebeple Irak direnişini kesin bir şekilde teslim olmaya zorlamak amacıyla elindeki bütün teknik imkânları kullanarak vahşi bir saldırı gerçekleştirmek, belli bir yeri direnişçilerin ve tüm halkın gözünü korkutacak şekilde ibretlik hale getirmek istiyordu. İşte böyle bir operasyon için de zaten direnişin önemli merkezlerinden biri olarak görülen Felluce hedef seçildi. Operasyonun psikolojik tesirinin çok fazla olması ve direnişçilerin teslim olmaya zorlanmaları için de çok önceden psikolojik bir savaş yürütüldü. Bu psikolojik saldırının devam ettiği günlerde de etkili bir şekilde sürdürüldü.
İşgalci saldırganlar saldırılarının etkili olması için misket bombasına varıncaya kadar muhtelif yasaklı bombaları, kimyasal ve biyolojik bombaları hiç çekinmeden kullandılar. "Kimyasal Ali" adı verilen ve yine ABD'nin daha önce Irak'a lütfettiği kimyasal silahları Halepçe katliamında kullanan adamın işgalcilerin gözetiminde yargılandığı günlerde işgalciler kendileri de Felluce'ye kimyasal bombalar yağdırıyorlardı. Bu da yaşadığımız dünyadaki hâkim sistemlerin ne derece çivilerinin çıktığını göstermesi açısından dikkat çekici bir gelişmeydi.
Hadisenin ilginç bir yanı da Felluce'ye yönelik operasyonun bu şehrin ahalisinin çağrısı üzerine gerçekleştirildiğinin iddia edilmesiydi. Üstelik bu iddiayı en çok da işgalci saldırganların kuklalığı görevini üzerine almış olan Allavi ve onun yardakçıları dillerinde dolaştırıp duruyorlardı. Oysa saldırının başlatılmasından önce Felluce halkına yönelik olarak birçok kez tehdit savrulmuş ve "teröristleri himaye ettikleri" iddia edilmişti. Yani saldırıya gerekçe olarak kullanılan "teröristlerin himaye edilmesi" ithamının suçlusu olarak tüm Felluce ahalisi ilan edilmişti. Çünkü saldırıdan tüm şehir halkı etkileneceği için tümünün birden suçlu gösterilmesine ihtiyaç duyulmuştu. Bunun yanı sıra Felluce halkının yarıdan çoğu saldırı öncesindeki tehditler sebebiyle evlerini, yuvalarını bırakarak çevredeki muhtelif yerlere sığınmışlardı. Nasıl oluyor da bir şehir halkı hem kendi şehirlerine yönelik olarak operasyon düzenlenmesini istiyor, hem de evlerini, yurtlarını terk ederek muhtelif yerlere sığınıyorlar? İddia her açıdan mantıksız ve tutarsızdı. Ama ne yazık ki bu iddiayı Irak'taki Şii cemaat teşkilatlarından biri olan Irak İslâm Devrimi Yüksek Konseyi'nin başkanı Abdülaziz el-Hakim, Ankara ziyareti esnasında tekrar ederek Türkiye Müslümanlarını büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştır.
Sonuçta Amerikan emperyalizminin kendi çıkarları hesabına her türlü vahşeti icra etmesi ve bu konuda sınır tanımaması sebebiyle haftalar süren saldırıların ve katliamların neticesinde Felluce şehri tam anlamıyla harabeye dönüştürüldü.
Böyle olmasına rağmen ABD yine de Felluce katliamından umduğu neticeyi elde edemedi. Bu iğrenç saldırı ve vahşi katliam sebebiyle Iraklı direnişçiler mücadelelerine son vermediler. Aksine daha da yaygınlaştırma amaçlı önemli adımlar atmaya çalıştılar. Felluce katliamından hemen sonra Musul'da Amerikan askeri üssünü hedef alan büyük bir eylem gerçekleştirilmesi işgalci saldırganların umduklarını elde edemediklerini ve elde edemeyeceklerini ortaya koydu. Söz konusu eylem Irak işgalinin başlangıcından buyana, ABD işgal güçlerine bir kerede en büyük zayiatı verdiren eylem olmuştu. Resmi açıklamalara göre eylemde öldürülen işgalcilerin sayısı 24 idi. Ancak gerçek rakamın 70'in altında olmadığı tahmin ediliyordu. Yaralı sayısı ise resmi açıklamalarda 70 olarak verilmişti. Yaralı sayısı konusunda da gerçek rakamın bunun bayağı üstünde olduğu tahmin ediliyordu. Üstelik ABD işgal güçleri hemen ertesi gün yine ABD askeri üssüne yönelik olarak gerçekleştirilen bir başka eylemi dünya kamuoyundan gizlediler. Oysa bu eylem de işgalcilere büyük bir zayiat verdirmişti.
Musul'da ardı ardına gerçekleştirilen bu eylemlerden sonra ABD işgal güçlerini yeni bir telaş kaplamıştı. Çünkü kendilerini zorlayacak direnişin Musul'a taşınmış ve burada yeni ve daha güçlü bir cephe açmış olmasından korkmaya başlamışlardı. İşgalci saldırganlar direnişin alt yapısını çökertme amacıyla zikrettiğimiz eylemlerden sonra Musul'un bütün giriş çıkış noktalarını sıkı kontrol altına alarak her tarafta yoğun bir arama başlattılar. Ancak bu aramaların iddia ettikleri gibi "direnişin belini kırma" imkânı yoktu.
Bütün bu gelişmelerden sonra Amerikan emperyalizmi Irak'taki varlığını ciddi bir şekilde tahlil etme, gözden geçirme ihtiyacı duymaya başladı. Bir binbaşının yaptığı değerlendirmeyi bir örnek olarak burada vermek istiyoruz. Amerikalı askeri tarihçi Binbaşı Isiah Wilson, Washington Post gazetesinde yayınlanan bir raporunda ABD'nin Irak işgali için düzgün bir planının olmadığını ve Irak'ta sivil savaşın içine düşebileceğini tahmin edemediğini vurguladı. Wilson raporunda: "Irak'taki işgalle bir türlü istikrar sağlanamadı. Uzun süredir Irak savaşının içinde olan ABD savaşı kazandım diye düşünse de savaşın kaybedilme tehlikesi halen var" diye yazdı. Wilson: "Subayların hiçbiri, Irak'ta işgalin birinci aşaması tamamlandığında sonuç getirecek asıl zaferin nasıl tamamlanacağına ilişkin plana sahip değildi" dedi.
Bu açıklamalar birçok yönden dikkat çekicidir. Amerika'nın psikolojik savaşından etkilenenler bu ülkeyi zihinlerinde adeta bir tabu ve yenilemez bir güç haline getirmişlerdir. Ayrıca yine aynı propaganda faaliyetleri sebebiyle insanların zihinlerinde ABD'nin işini oldukça planlı götürdüğü, uzun vadeli hesaplar ve planlar yaptığı, bu planlarında kesinlikle herhangi bir açık bırakmadığı kanaati hâkim olmuştur. Oysa bizzat Amerikalı bir binbaşının itirafından, ABD'nin ve Amerikalı subayların kendi açılarından oldukça önemli gördükleri bir savaşın sonrasıyla ilgili olarak bile doğru düzgün plan yapmadıkları anlaşılmaktadır.
Bunun yanı sıra gelişmeler ABD'nin teknik imkânlarının ona her zaman ve her yerde üstünlük sağlayamadığını göstermektedir. Buna delil teşkil edecek bazı önemli gelişmeler daha önce Vietnam ve Somali başta olmak üzere muhtelif yerlerde görüldü.
Irak'taki işgal güçlerinin durumlarını tahlil açısından da doğrudan medyaya yansıyan bazı bilgileri gözden geçirerek bir sonuç çıkarmaya çalışalım. Bu tahlilimizde elbette ki ABD'nin ve onun Irak'taki işgal güçlerinin komutanlarının verdikleri bilgileri esas almayacağız. Çünkü onlar açıklamalarında gerçek bilgileri kamuoyundan gizlemektedirler.
Almanya'da yayınlanan bir haberde Almanya'daki ABD askeri hastanelerinde Irak ve Afganistan'dan gönderilen 21 bin Amerikan askerinin tedavi edildiği dile getirildi. Buna Irak'taki ve Afganistan'daki hastanelerde tedavi edilenleri ve doğrudan Amerika'ya gönderilenleri ilave edecek olursak sayının en az iki katına çıkacağını tahmin ederiz. Bu ise en azından kırk bin askerin yaralanması demektir. Bu durumda işgal için gönderilen her beş askerden birinin yaralandığı neticesi çıkar. Öldürülenlerin sayısı ile ilgili olarak kesin bir bilgi bilinmemektedir. ABD'nin açıklamalarında bu sayı oldukça düşük gösteriliyor. Oysa günlük haberleri takip ederek işgalin başladığı tarihten buyana öldürülen işgalci askerlerle ilgili bilgileri derleyerek bir toplama yapsanız bile ABD'nin verdiği rakamların en az iki katına ulaşır. Öldürülenlerin çoğunun basına bile yansımadığını düşünürseniz Irak direnişinin kaynaklarına yansıyan bilgileri de göz önünde bulundurmanız gerekir. Direniş gruplarının kaynaklarında ise öldürülen Amerikan askerlerinin sayısı 13 - 15 bin civarında veriliyor. Biz bütün bu bilgileri göz önünde bulundurarak öldürülenlerin sayısının, yaralananların sayısının en az dörtte birine tekabül ettiği gibi bir tahminde bulunabiliriz. Bu ise 10 bin civarında asker demektir. Bu da işgal için gönderilen her yirmi askerden birinin öldürülmesi demektir. Yine medyaya yansıyan bir haberde işgal için Irak'ta bulundurulan Amerikalı her altı askerden birinin ağır psikolojik sorun yaşadığı dile getirilmişti. Bir başka haberde ise firar eden askerlerin sayısının 5500'ü bulduğu ifade edilmişti. Şimdi bu rakamları bir araya getirerek yüz asker üzerinden oranlama yapalım.
Muhtelif medya kaynaklarına yansıyan haberlerden ve bilgilerden yararlanarak yaptığımız tahminlere göre işgalci her yüz askerden yirmisinin yaralandığı anlaşılıyor. Ağır psikolojik problem yaşayanların yüzde oranı ise 16,5. Ölenlerin sayısı yaklaşık % 5'e tekabül ediyor. Firar edenlerin oranı ise % 2,5'u buluyor. Topladığımız zaman: 20+16,5+5+2,5=44 gibi bir rakam çıkıyor. Yani % 44 oranında bir zayiat. Hâlen cephede tutulanların da psikolojik durumlarının çok iyi olduğunu sanmıyoruz. Bu rakamlar basına yansıyan bilgilerin ışığında yapılan tahminlere göre çıkarılmıştır. Kesin bilgilere ulaşma imkânımız olmadığından böyle bir tahmin yürütmek zorundayız. Ancak medyaya yansıyan muhtelif bilgileri iyi değerlendirip muhakeme yaptığımızda bu bilgilerin doğruya yakın olduğu anlaşılır. Bu durum Irak'taki manzaranın Amerikan işgal güçlerinin hiç de lehine olmadığını gösteriyor. Bizzat Amerikan kaynaklarının yayınladığı haberlerden ABD yönetiminin takviye işgalci güç göndermekte de zorluk çektiği anlaşılıyor.
Amerikan emperyalizminin Irak'ta şiddet ve saldırganlığı artırarak sonuca kısa yoldan varmaya çalışması da tahminimize göre işte bu sıkışıklıktan kaynaklanmaktadır. ABD'nin Irak'ta gerçekten zor durumda olduğu işgalci Siyonist devletin telaşından da anlaşılmaktadır. Çünkü Irak'ta ortaya çıkacak durum işgalci Siyonist devletin durumunu doğrudan etkileyecektir. Biz işgalci Siyonist devlete dünya çapında bir oksijen takviyesi yapılmasına ihtiyaç duyulmasının da bununla doğrudan ilgisi olduğunu tahmin ediyoruz.
Sonuç olarak şunu ifade edelim ki vahşette sınır tanımazlık İsrail'i çıkmazdan kurtaramadığı gibi Amerikan emperyalizmini de kurtaramamıştır. İnsanlarımızın da artık Amerika'yı yenilmez, yıkılmaz bir güç olarak tabulaştırmaya son vermeleri gerekir.
ABD, Irak'ta saplandığı bataklıktan kurtulamadığı ve beklemediği bir direnişle karşı karşıya geldiği için Irak sonrasıyla ilgili planlarını devreye sokma imkânı bulamadı. Bunun da ötesinde Irak'ta kendi istediği tarzda bir yapı oluşturma fırsatı bile elde edemedi. Planlarını hayata geçirebilmek için muhtelif oyunlara başvurdu. Geçici yönetim oluşturma, sonra sözde bir Irak geçici hükümeti kurdurup yönetimi bu hükümete devretme oyunu oynadı ama bunların hiçbiri tutmadı. Direnişi bastırabilmek için bu geçici hükümetin emrinde bir Irak ordusu ve güvenlik güçleri oluşturma, sonra kendi askerlerinin yıpranmasını önleyebilmek için bu yerel güçlerden yararlanma yoluna gitti. Ama yine de beklediği ve arzuladığı sonucu elde edemedi. Bu sıralarda da bir seçim oyunu oynamaya çalışıyor. Görünüşe göre bu seçim Irak halkının iradesinin ortaya çıkmasına ve ulusal hükümetin kurulmasına imkân sağlayacak. Gerçekte ise bu da bir oyun ve Irak halkının başına yeni bir çuval geçirme amacına yönelik komplodur. Seçimin Irak'ın kendi bağımsızlığını elde etmesi, istikrara kavuşması ve işgal belasından kurtulması yolunda sağlayacağı hiçbir şey yoktur. Seçimin amacı işgale hizmet edecek bir yerel yönetimi oturtmak, direnişi bu yönetim vasıtasıyla tasfiye etmek ve ABD'nin bölgeyle ilgili diğer planlarının önünü açmaktır. Bilinçli Irak halkı bu oyunun farkındadır. Ancak seçim vasıtasıyla ülkenin geleceği üzerinde söz sahibi olacaklarını zanneden bazı siyasi hareketlerin komploya alet olduklarını görüyoruz. Onların bu komploya alet olmalarının en büyük tehlikesi ise bir fitnenin alt yapısını oluşturacak siyasi gelişmelere alet olmalarıdır. Temennimiz onların da oyunu ve komployu görerek böyle bir fitneye alet olmaktan uzak durmalarıdır.
Filistin Seçimleri: Filistin'de dört merhaleden meydana gelen seçimlerin ilk merhalesini oluşturan Batı Yaka bölgesi yerel seçimleri 23 Aralık 2005 tarihinde gerçekleştirildi. Seçimlerde Filistin İslâmi Direniş Hareketi (HAMAS) büyük bir başarı gösterdi. Resmi açıklamalarda verilen bilgiler HAMAS tarafından desteklenen adayların 26 belediyeden 12'sinde meclis çoğunluğunu elde ettiğini gösteriyordu. Üç bölgede ise HAMAS'ın ortak olduğu listeler çoğunluğu elde etmişti. Batı Yaka bölgesi, el-Fetih'in daha güçlü olduğu bölge olarak bilinmektedir. Ayrıca Arafat'ın vefatı sebebiyle el-Fetih lehine bir toplumsal hava oluştuğu düşünülürse HAMAS'ın gösterdiği başarının gerçekten büyük önem arz ettiği daha iyi anlaşılır.
Gazze'de Yine Katliam: Filistin direnişi sebebiyle Gazze'den çıkmaya zorlanan işgalci saldırganlar, çekilirken de yakıp yıkmaya devam ediyorlar. Bu amaçla geçtiğimiz ay Gazze'nin güneyinde bulunan Han Yunus kasabasına bir baskın düzenleyerek yine katliam gerçekleştirdiler. Ancak baskınlar ve katliamlar onları rahatlatmıyor ve Gazze'de kaldıkları sürece kayıp vermeye devam edecekleri görülüyor. Çünkü direnişçilerin gerçekleştirdikleri eylemler, füze saldırıları sebebiyle söz konusu katliamdan sonra da önemli yaralar aldılar.
İsrail'in Çıkmazı: İşgalci Siyonist devlet kendi içinde çıkmaz yaşamasına rağmen Gazze'den çekilme planını uygulamakta ısrarlı olduğunu gösteriyor. Çünkü gerek direnişin kararlılıkla devam etmesi ve gerekse ona imdat elini uzatmak isteyen ABD'nin Irak bataklığından çıkamaması başka bir yol olmadığını gösteriyor. Bu itibarla Gazze'den çekilmesi kesinlikle herhangi bir şekilde barışa yanaşma değil Güney Lübnan'da olduğu gibi yenilgiyi kabullenmedir. Ama böyle olmasına rağmen sonucun tümüyle aleyhine olmaması için hadiseyi dünya kamuoyuna olduğundan farklı bir şekilde yansıtmaya çalışıyor.
Siyonistlere Dış Destekler: Filistin direnişi karşısında bayağı zorlanan, Gazze'den çekilme planı sebebiyle kendi içinde de çıkmaza sürüklenen işgalci Siyonistlere moral takviyesi amacıyla bazı ülkelerin büyük bir gayretkeşlik sarf ettiklerini görüyoruz. Bunların başında ise işgalci Siyonistlerle yoğun bir diyalog çabası içine giren, serbest bölgeler oluşturma anlaşması imzalayan, işgalci devletle diplomatik ilişkilerini başlatmak için fırsat kollayan Arap ülkelerinin önlerini açmaya çalışan Mısır geliyor. Ayrıca Fransa, Almanya ve Hollanda başta olmak üzere birtakım Avrupa ülkelerinin de bu moral takviyesine katkı sağlamaya çalıştıklarını görüyoruz. Fransa'nın Hizbullah'ın yayın organı olan el-Menar TV'nin uydu yayınını durdurması, Almanya ve Hollanda'nın el-Aksa Hayır Vakıflarını kapatmaları hep İsrail işgal devletine moral ve oksijen takviyesi amacına yönelik girişimlerdir. Bunun yanı sıra Fransa'nın işgalci Siyonist devlete yönelik tenkitleri engelleyebilmek için anti-semitizmle anti-siyonizmi aynı kategoriye sokmak amacıyla yoğun çaba sarf ettiğini görüyoruz.
Ribat dergisinin bu ayki sayısına, Amerikan emperyalizminin İslâm dünyasını toptan kendi sultası altına alma çabaları, bu amaç için kullanılan stratejiler, Müslümanların bu stratejiler karşısında takınmaları gereken tavır hakkında önemli bilgiler içerdiğini düşündüğümüz "Korku Hegemonyası" başlıklı bir yazı yazdık. Okunmasını tavsiye ediyoruz.
"Hacı Adaylarına Uyarılarımız" başlıklı dosyamızda yer alan bilgilerin hacca gidecek okuyucularımız için yararlı olacağını düşünüyoruz.