BM, ABD, 1441 Sayılı Karar, Irak ve Saddam

Aralık 2002, Ribat dergisi

Irak konusu aylardan beridir dünya kamuoyunun gündemindedir. Irak meselesiyle birlikte, ABD'nin kana susamışlığı ve saldırganlığı dünya halkları özellikle de olayları bilinçli bir şekilde tanımaya çalışan kitleler tarafından daha iyi tanındı. Çünkü ABD bu süreç içinde sürekli, Irak'a saldırmak için kendine gerekçe oluşturmaya çalıştı. ABD'nin tutumundan rahatsız olan ve onun saldırganlığını kendi çıkarları açısından da tehlikeli gören birtakım ülkeler: "Savaş son çözüm olmalıdır" dediler. ABD açısından ise savaş ilk ve hatta tek çözüm olmalıydı. Peki ister ilk ister son olsun, savaşla çözülmesi istenen neydi? Aslında bu husus da tam açık ve net değildi. Yerine göre çözüm doğrudan yıllardan beridir Irak halkının başına musallat olan Saddam'ın kendisiyle ilgiliydi. ABD onu koltuğundan kaldırıp yerine başkalarını oturtmayı planlıyordu. Yerine göre çözülmesi gereken mesele yine terördü. Saddam uluslararası teröre destek veriyordu ve "teröre karşı savaşta" onun bertaraf edilmesi gerekiyordu. Ancak bunların hiçbiri "savaş" olgusunu haklı kılacak bir gerekçe değildi. Neticede mesele yine getirilip toplu imha silahlarına dayandırıldı. Saddam'ın elinde toplu imha silahları vardı ve bu silahlar komşuları için tehlike arz ediyordu. ABD, Irak'ın komşularını düşünerek bu tehlikeyi ortadan kaldırmak ve söz konusu silahları imha etmek istiyordu. Tabii bu arada o silahları imha etme iddiasını da koskoca bir Irak halkının topluca imha edilmesine sebep olabilecek bir savaşı haklı ve meşru kılacak bir gerekçe olarak görüyordu. Ne kadar ilginçtir ki, Saddam'ın elinde var olduğu iddia edilen silahların birinci derecede risk alanı içine giren Irak'a komşu Suriye, İran, Türkiye, Suudi Arabistan ve Kuveyt gibi ülkeler böyle bir savaşa karşı çıkarken, ABD bu ülkelerin hayrına (!?) bir savaş planlıyordu.

Aslında ABD'nin 11 Eylül olayları sonrasında izlediği tutumu bir "savaş sendromu" veya "savaş manyaklığı" olarak nitelemek mümkündür. Gerçi bu tutumun ABD'nin geçmişine de damgasını vurduğunu söyleyebiliriz. Ama 11 Eylül olaylarından sonra kesintisiz bir hale gelmiştir. Dolayısıyla Afganistan'a yönelik vahşi saldırısından sonra hemen Irak'a yöneldi. Ne var ki, Irak konusunda dünya ülkelerinden beklediği desteği alamadı. Çünkü burada bir menfaatler çatışması hadisesi ortaya çıktı. İşte bu çatışmada BM'nin devreye girmesi ve savaşsız çözüm formülü bulunması istendi. Bu formül dünya kamuoyuna yansıtıldığı kadarıyla savaş seçeneğine başvurulmaması için bir son seçenek ve Saddam'a verilen son fırsattı. Artık top Saddam'daydı ve onun tutumu belirleyici olacaktı.

BM Güvenlik Konseyi, Irak'ın elinde var olduğu iddia edilen toplu imha silahlarının ve konvansiyonel olmayan silahların bulunup ortaya çıkarılması ve imha edilmesi amacıyla (!) 1441 sayılı bir karar çıkardı. (Biz bu kararın içeriğiyle ve uygulanış takvimiyle ilgili ayrıntılı bilgiler içeren bir yazıyı daha önce yazdık. Bkz. ABD'nin Dayattığı BM Kararı. Burada kararın içeriğiyle ilgili detaylara girmeyeceğiz.) Kararı burada genel anlamda birkaç yönden tahlil etmek istiyoruz:

Birinci olarak: Saddam'ın elinde bulunduğu iddia edilen toplu imha silahlarıyla ilgili olarak ikinci Körfez Savaşı'ndan buyana sürekli teftiş yapılmakta ve bu silahların geliştirilmesinde kullanılması muhtemel her türlü malzemenin girişinin engellenmesi için Irak'a katı bir ambargo uygulanmaktadır. Öte yandan İsrail işgal devleti ve Hindistan gibi devletlerin elinde bu tür silahların var olduğu bilinmektedir. Bu iki devlet aynı zamanda Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması'na da imza atmamışlardır. Böyle olmasına rağmen BM, İsrail ve Hindistan'ın elindeki silahları sorgulama amaçlı hiçbir girişimde bulunmazken sürekli Irak'a yüklenmekle iki yüzlülüğünü ve emperyalizme hizmet ettiği gerçeğini bir kez daha gözler önüne sermiştir.

İkinci olarak: Böyle bir kararın çıkarılması Saddam'ın elindeki silahları ortaya çıkarma ve imha etme amacından ziyade Amerikan saldırganlığını meşrulaştırma amacı taşımaktadır. Kararın uygulanması merhalesinde ne gibi gelişmeler yaşanacağını bilmiyoruz. Ancak bu kararla birlikte en azından ABD'nin aylardan beridir sürdürdüğü savaş çığırtkanlığı bir gerekçeye dayandırılmış oldu.

Üçüncü olarak: ABD, şimdiye kadar sürekli savaş çığırtkanlığı yapıyor, bu yüzden de zaman zaman "savaşsız çözüm bulalım" çağrılarına muhatap oluyordu. Şimdi BM kararıyla birlikte: "Bakın Saddam'a son bir fırsat tanındı. Eğer, bu fırsatı değerlendirmeyip kararın uygulanması konusunda zorluk çıkarırsa o zaman savaşın önü açılmış ve Saddam'ın elindeki tüm gerekçeler alınmış olacak" şeklinde iddialara başvuracaktır. Zaten ABD bu tavrını daha şimdiden sergilemeye başladı.

Dördüncü olarak: Irak'a karşı savaş ve saldırıyı en çok isteyenler siyonistlerdir. Amerika'daki savaş çığırtkanları arasında da siyonist lobinin temsilcileri başı çekmektedir. Geçmişte Irak'a gönderilen BM denetçileri arasında siyonist lobinin temsilcileri sürekli bulunmuştur. 1441 sayılı kararın uygulanması için gönderilecek denetçilerin arasında da bulunmaları kuvvetle muhtemel hatta kesindir diyebiliriz. Karar metninde, Irak'ın herhangi bir zorluk çıkarması durumunda teftiş heyetinde bulunanların konuyu rapor ederek Güvenlik Konseyi'ne vermeleri isteniyor. Öte yandan ABD yönetimi yaptığı açıklamalarda Saddam yönetiminin kararın uygulanmasında herhangi bir zorluk çıkarması durumunda bunu savaş sebebi sayacağını muhtelif açıklamalarında dile getirdi. Siyonist lobi savaş konusunda ısrarlı olduğundan Irak'ta yapılacak teftişlerde, bu lobiyi temsil eden üyelerin tahrikçi tutum içine girmeleri ve Irak yetkililerinin kendilerine zorluk çıkarmalarına sebep olacak bir hava estirmeleri kuvvetle muhtemeldir. Çünkü karar, böyle bir tahrike ve Iraklı yetkilileri zorlayacak tutum içine girilmesine imkan verecek niteliktedir. Bu durum kararın meseleyi savaşsız bir çözüme kavuşturmaktan ziyade, Amerikan saldırganlığını gerekçelendirmeyi amaçladığını da ortaya koymaktadır.

Beşinci olarak: Kararın çıkmasından sonra ABD, savaşçı tutumunu değiştirmedi. Özellikle siyonist lobinin temsilcilerinden olduğu çok iyi bilinen Savunma bakanı Rumsfeld savaşın bir an önce gerçekleştirilmesini istemektedir. ABD'nin bu tutumu, BM teftiş heyetinin ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı yetkililerinin Irak'ta yapacakları teftiş esnasında tahrik edici tutum içine girmeleri ihtimalini artırmaktadır. Bu konudaki endişeler, ABD'nin savaş planlarına karşı çıkan birtakım ülkelerin açıklamalarına da yansımıştır.

Sonuç olarak şunu ifade edelim ki ABD ve onu yönlendiren uluslararası siyonizm Irak'a karşı saldırı düzenleme ve bu ülkenin topraklarını bölerek bir bölümü üzerinde askeri üs kurma konusunda ısrarlıdırlar. ABD ve siyonist lobiyi engelleyen sebep, savaş konusunda yalnız kalmaları ve uluslararası güçlerin bu konuda kendilerine destek vermemesidir. Eğer ki maddi engelleri aşabilseler BM kararlarını önemsemeden planlarını uygulamaya koyacaklardır. ABD'nin Irak topraklarına kuracağı askeri üs ise hem bölgedeki tüm ülkeler açısından tehdit unsuru olacak, hem de İslam coğrafyasının kalbine ikinci bir "İsrail hançeri" saplanmasına sebep olacaktır. Bu plan Türkiye açısından da büyük bir tehlike arz etmektedir. Bu yüzden Türkiye'deki askeri ve sivil mekanizmanın; özellikle de yeni hükümetin bu tehlikeyi görmesi, ABD saldırganlığına hiçbir şekilde destek vermemesi gerekmektedir. Irak'ın elindeki toplu imha silahlarının Türkiye için tehlike arz ettiği fikriyle ABD saldırganlığına destek verilmesi hiç de mantıklıca bir iş olmaz. Çünkü ABD'nin Kuzey Irak topraklarına kurmayı planladığı askeri üs daha büyük bir tehlike olacaktır. Ayrıca siyonistlerin Kuzey Irak'la ilgili temel hedeflerinden biri o bölgeye yatırım yapmak ve yerleşmek böylece orayı ikinci bir Filistin haline getirmektir. Böyle bir planı uygulamaya koymaları ise Büyük İsrail emeline giden yolu açma amacı taşıyacaktır. Büyük İsrail emelinin ise Türkiye açısından da büyük tehlike arz ettiği çok iyi bilinmektedir. Bu açıdan kısa vadeli hesaplarla hareket etme hatasına düşülmemeli, ABD ve siyonizmin Türkiye'nin geleceğini tehdit eden planları karşısında oldukça dikkatli ve basiretli bir politika izlenmelidir.