Ahmed Yasin'in Şehit Edilmesi Hakkında Haksöz'ün Yaptığı Röportaj

01 Nisan 2004

Sayın Ahmet Varol Filistin İslami Direniş Hareketi lideri Şeyh Ahmed Yasin'in 22 Mart sabahı Siyonistlerce şehid edilmesi sadece Filistin halkını değil, tüm Müslümanları ve erdem sahibi tüm insanları sarstı. Siyonistlerin Şeyh Ahmed Yasin'i hedef alan canice saldırganlığı sadece ABD'nin örtülü tasvibiyle karşılaşırken, tüm dünyanın tepkisine yol açtı. İsrail bu saldırganlığı ile tam olarak neyi amaçlamıştır?

İsrail böyle bir tepkiyle karşılaşabileceğini sanıyoruz işin başından tahmin ediyordu. Ama buna rağmen cinayeti gerçekleştirdi. Bu durumda kendi açısından böyle bir cinayeti göze almayı makul kılan gerekçelerinin olması gerekir. Filistin'deki hadiselerin içinde olanlar bu konuda en önemli etkenin işgal devletinin Gazze'den çıkmaya zorlanması olduğunu söylüyorlar. Çünkü işgal devletinin Gazze'den çıkmayı kabullenmesi "barış" yolunda atılan bir adım değil, Güney Lübnan'dakine benzer bir yenilgidir. Ama işgal devleti bunun bir yenilgi olarak değil de stratejik tercih olarak kabullenilmesini istiyor. Çünkü yenilgi olarak lanse edilmesi hem Filistinlilerin direniş cesaretlerini artıracak, bu da Gazze'den "İsrail" olarak gösterilen bölgeye yönelen tehdidin artmasına, Batı Yaka bölgesindeki direnişin güç kazanmasına yol açacak; hem de İsrail askeri mekanizmasındaki moralin ve savaşma gücünün biraz daha azalmasına sebep olacaktır. Böyle bir durum ise ilk bakışta basit gibi görülebilir ama gerçekte İsrail'in geleceğini tehdit eden önemli gelişmedir. Bugün nasıl Rusya, bağımsızlık rüzgarının tüm Kafkasya'yı kuşatmasından korktuğu için Çeçenistan'da sürekli kayıp vermesine rağmen direniyorsa İsrail de Gazze'de sürekli zorlandığı, askerlerinin ve stratejik amaçla yerleştirdiği sivil yerleşimcilerinin aynen Güney Lübnan'dakine benzer bir havanın içine girdiğini gördüğü halde burada kalmakta ısrar ediyordu. Ama bugün çekilme kararı vermek zorunda kaldı. Bunun yenilgi değil de stratejik tercih olarak lanse edilmesi, ayrıca bölgedeki direnişçilerin çekilme sonrasında "İsrail" olarak gösterilen 1948'de işgal edilmiş bölgeye yönelik tehdit olamamaları için işgal devleti çekilmeden önce direnişçilere ağır darbeler vurmayı planlamıştı ve bu önceden de biliniyordu. Zaten Şeyh Yasin cinayetinden önce yine aynı strateji çerçevesinde Gazze'de birçok yere baskınlar düzenlenerek katliamlar gerçekleştirildi. Fakat özellikle bu bölgedeki direnişin başını çeken ve yüzde seksen oranında kitlesel desteğe sahip olduğu tahmin edilen HAMAS'a vurulacak en ağır darbenin bu hareketin manevi motoru sayılan Şeyh Ahmed Yasin'in şehit edilmesi olacağını hesap ediyordu ve bu yönde önceden bazı tehditlerde bulunmuştu. Ama Şaron, böyle bir cinayetin basit bir şey olmayacağını tahmin ettiğinden daha önceki cinayetlerinin hiçbirinde böyle bir yola başvurmadığı halde bu cinayetinde Bakanlar Kurulu'nu toplayarak karar verme ihtiyacı duydu.

Dünyadaki tepkilere gelince: İsrail bu tepkilerden ziyade bunların kendisine yönelik bir siyasi baskıya dönüşmesinden rahatsız olur. Ama arkasına ABD'yi aldığından tepkilerin siyasi baskıya veya ekonomik ambargoya dönüşmeyeceğini biliyor. Nitekim BM Güvenlik Konseyi'nden çıkan bir kınama kararı bile ABD tarafından veto edildi. Öte yandan devlet yönetimlerinin tepkilerinde her zaman samimi olmadıklarını görüyoruz ve bunu İsrail de gayet iyi biliyor. Örneğin Arap Birliği zirvesine ev sahipliği yapacak Tunus, işgal devletini rahatsız edecek bir kararın çıkması ihtimalini göz önünde bulundurarak yine onun isteğiyle zirvenin ertelenmesini istedi, Arap Birliği de bu konuda herhangi bir ağırlık koyamadı. Avrupa'da resmi ağızlarda cinayete yönelik tepkilerin dile getirilmesine rağmen cinayetten hemen sonra İngiltere, HAMAS'ın gerçekte olmayan hesaplarını dondurduğunu açıklayarak caniyi değil haksızlığa uğrayan tarafı cezalandırdı. Hâlâ İngiltere'nin sömürgesi durumunda olan Avustralya'nın başbakanı İsrail'i değil Şeyh Yasin'i suçlu gösteren açıklamalar yaptı. Ürdün kralı Abdullah, Şeyh Yasin'in kanı kurumadan cani Şaron'la bir araya gelmekten çekinmedi. Libya liderinin oğlu Seyfulislam daha cinayetin sıcaklığında İsrail'in "demokratik" bir ülke olduğunu ilan etti. Bunun örneklerini artırabiliriz. Siyonistler de dünyaya hâkim zihniyeti çok iyi tanıyor ve meseleye ahlâki cihetten değil, aktif zarar cihetinden yaklaşıyorlar.

Bu durumda bizim hür düşünen insanlar olarak tavır koymamız ve en azından İsrail'e destek veren kuruluşların ürünlerini boykot etmek suretiyle kendi çapımızda tepkimizi canilere karşı aktif zarara dönüştürmek için bir şeyler yapmamız gerekir.

Siyonistler uzun bir zamandır Filistin'de direniş önderlerine ve kadrolarına yönelik öldürme ve tutuklama operasyonları gerçekleştirmekteler. Bu saldırılarda çok sayıda direnişçi şehid, bir kısmı da esir edildi. Ayrıca İslami Cihad, Fetih, Halk Cephesi ve Hamas hareketleri liderlik düzeyinde kayıplara uğradı. Bu sürecin Filistin direnişini zayıflatması ihtimali var mıdır?

Şimdiye kadar yaşanan tecrübeler bu saldırıların Filistin direnişini zayıflatmadığını gösteriyor. Ama bunlar direnişin bir bedelidir. Kayıplar bazen direniş sürecinde duraklamaya sebep olabiliyor. Bu cinayetlerden kaynaklanan tehditler direnişin geniş çaplı bir kitlesel tabana yayılmasını önleyebiliyor. Bu da mücadele sürecinin uzamasına sebep olabiliyor. Örneğin bugüne kadar gelinen süreçte eğer ki işgalcilerin kayıpları daha çok olsaydı onlar manevi yönden daha çok yıpranmış sadece Gazze'den değil belki Batı Yaka'dan da çekilme kararı almış olacaklardı. Yani cinayetler bir bakıma onların direniş karşısında direnme güçlerini korumalarına sebep olabiliyor. Ama bazen tam tersi de olabiliyor. Cinayetler kitlelerin tepkilerinin artmasına ve direnişe olan desteklerini artırmalarına da sebep olabiliyor. Kısacası bu cinayetlerin sonuçlarıyla ilgili kesin bir hüküm vermek mümkün değil. Ama bu cinayetlerin direnişi zayıflatmadığını, Filistinlilerin de zaten direnişte lider kadrosu içinde yer alırken kendilerine yönelen tehditleri göze aldıklarını, stratejilerini de ona göre geliştirdiklerini söyleyebiliriz. Bir örnek olarak HAMAS'ın askeri kanadının şehadet eylemleri biriminin başkanı Yahya Ayyaş işgalcilerin korkulu rüyası olmuştu ve onu yıllarca aradılar. Sonunda sinsi bir cinayetle şehit ettiler. Ama söz konusu eylemler artarak ve yaygınlaşarak devam etti.

Şeyh Ahmed Yasin'in Hamas içindeki konumu neydi? Şehadeti sonrasında Hamas'ın önderlik yapısında ne değişti?

Şeyh Ahmed Yasin "manevi lider" olarak biliniyordu. Dolayısıyla hareketin faaliyetlerinin organize edilmesinde fiili lider değildi. Ama hareketin mensuplarını motive eden, karizmatik ve iç disiplinde zirve noktasını temsil eden otoriter bir kimliğe sahipti. Onun şehit edilmesinden sonra hareketin teşkilat yapısında bir değişiklik olmadı. Ama Şeyh Yasin'den boşalan otorite noktasının doldurulması gerekiyordu. İşte yeni yapılanma da bu otoritenin doldurulması amacına yöneliktir. Yoksa bir kadro değişikliği değil.

Siyonistlere yakın çevreler Şeyh Ahmed Yasin'in ardından Hamas içinde bir ayrışma, hatta bölünme ihtimalinin belirebileceği yorumlarını yapmaktalar. Bu tarz yorumları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu tür iddialar vakıanın değil temennilerin yansıtılmasından ibarettir. HAMAS, sadece kendi teşkilatı bünyesinde değil tüm Filistin'de güç birliğinin korunması, herhangi bir fitnenin ortaya çıkmaması ve Filistinlilerin kendi güçlerini kendi aralarında kullanmalarına sebep olacakları bir kavganın içine girmemeleri için büyük özen gösteren bir harekettir. Bu konudaki hassasiyetten dolayıdır ki yerine göre özerk yönetimin kendisine yaptığı birçok haksızlığa tahammül etmiştir. İşgal devleti Filistinlilerin arasında aynen Lübnan'daki gibi fitne ateşini alevlendirebilmek için birçok kez girişimde bulundu ama HAMAS'ın duyarlılığı şimdiye kadar bu girişimlerin hepsini sonuçsuz kılmayı başardı. Böyle bir duyarlılığa sahip bir hareketin kendi içinde fitne ateşini alevlendireceği tarzındaki yorumlar ya bu hareketi tanımamanın göstergesi, ya da duyguların arasına sıkıştırılmış birtakım temennilerin dışa vurumu olabilir. İkinci olarak HAMAS'ta liderlik konumuna geçmek bir nimete konmak değil ağır bir sorumluluğu ve büyük riski göze alma fedakârlığı göstermektir. Böyle bir yükü paylaşmak için anlaşmazlık çıkacağı, rekabet, ayrışma, bölünme olacağı kanaati de hatalıdır. Üçüncü olarak bir konuda kanaat belirtmek için en azından bazı işaretlerin ortaya çıkması gerekir. Söz konusu kanaatleri ortaya atanlar ise daha olayların sıcaklığında, herhangi bir işarete dayanmadan iddialarını gündeme getirmişlerdir ki bu da onların vakıayı değil temennilerini yansıttığını gösterir.

Şeyh Ahmed Yasin'in şehadetinin İsrail'e yönelik eylemleri çok fazla etkilemeyeceği, zaten Hamas'ın gücünün sınırında olduğu ve elindeki tüm imkanları kullandığı şeklindeki yorumları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cinayet İsrail toplumunda ciddi bir endişenin ve korkunun ortaya çıkmasına sebep oldu. Zaten İsrail açısından bugün en önemli sorun da güvenlik sorunudur. Bu sorun sebebiyle hem tersine göç dolayısıyla insan potansiyeli kaybı yaşanmakta hem de ekonomik alanda önemli kayıplar olmaktadır. Güvenlik sorununun dışa yansıması sadece bu ikisinden ibaret değil. Toplumda ortaya çıkan psikolojik sorunlar, intihar olaylarındaki artış, bazı toplumsal problemlerin yaygınlaşması vs. İsrail'in karşı karşıya olduğu güvenlik sorunuyla ilgilidir. Ama bütün bu sorunların temelinde Siyonistlerin işgalci ve saldırgan tutumları var. Ne var ki Siyonistlerin ileriye dönük hesapları bu tutumun sürdürülmesini gerektirdiğinden işgal, saldırı ve cinayet politikalarını değiştirmiyorlar. Bu arada zaman zaman gerçekleştirdikleri büyük cinayetlerle birlikte hava biraz daha ateşleniyor ve güvenlik sorununun yol açtığı psikolojik problemlerin, endişelerin, korkuların trendinde artış gözleniyor. Şeyh Ahmed Yasin cinayeti siyonist işgal tarihine geçen en önemli cinayet olduğundan bu trendin iyice yükselmesine sebep oldu. İşgal devleti ve onun güdümündeki toplumu yönlendirme araçları trendi biraz aşağı çekebilmek için zikrettiğiniz tarzda iddiaları gündeme getirme yoluna gittiler. Onlara bu yolla şu mesajı vermeye çalışıyorlar: "Çok fazla korkuya, endişeye kapılmanıza gerek yok. Karşımızda bir örgüt var ve bu örgüt bize karşı gücünü son raddesine kadar kullanıyor. Dolayısıyla dün ne durumda idiyseniz, bugün de aynı durumdasınız. Bizim darbelerimiz onun gücünü artırmayacak, azaltacaktır. Bu darbelerin olmaması onun tutumunu değiştirmediğine göre sizin söz konusu endişelerden yola çıkarak bu darbelere tepki göstermeniz yersizdir."

İşgal devleti bu tür mesajlarla hem kendi toplumundaki endişeleri hafifletmeye, hem de bu endişelerin yol açacağı tepkileri yatıştırmaya çalışıyor.

Ama gerçekler işgal devletinin yansıttığından farklıdır. Çünkü bundan önceki tecrübelerde de görüldüğü gibi İsrail'in bu tür cinayetleri Filistinlilerin intikam eylemlerinin gerekçesini hazırlıyor ve onlar da her türlü fedakârlığı göze alarak bu eylemleri gerçekleştiriyorlar. Ayrıca işgal devletinin cinayetlerine cevap niteliğindeki eylemler güçten ziyade fedakârlık meselesidir. Diğer zamanlarda çok gerekli görmedikleri bazı fedakârlıkları bu tür cinayetler karşısında gerekli görebiliyorlar. Nitekim bundan önce HAMAS'ın askeri kanadının lideri Salah Şehade'nin şehid edilmesine karşı gerçekleştirilen intikam eylemlerinde işgal devleti 150'den fazla insanını kaybetti. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi lideri Ebu Ali Mustafa'yı hedef alan cinayetin İsrail açısından bedeli en şiddetli ve terörist görüşleriyle tanınan Turizm bakanını kaybetmek oldu. Bunun örneklerini artırmak mümkün.

Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ediyoruz.

Ben de gösterdiğiniz yakın ilgiye teşekkür ediyor, başarılar diliyorum.