İsrail'in son dönemlerde Türkiye'ye ilgisinin artmasının ve Türkiye'de de yabancılara hatta yabancı devletlere toprak satılmasını kolaylaştıran kanunun Meclis'ten geçirilmesinin eş zamanlı bir şekilde gerçekleşmesi Türkiye'nin geleceğini kendine dert edinen bütün herkesin zihninde birtakım soruların ve endişelerin oluşmasına yol açmıştır. Bunun temel sebebi ise siyonizm ideolojisi ve bu ideolojinin özünü oluşturan "Arz-ı Mev'uda Dönüş" idealidir. Bu açıdan dikkat edilirse, yabancı sermayenin Türkiye'ye yönelik yatırımları pek tartışma konusu olmazken İsrail'in yatırımları özellikle de GAP bölgesine ilgisi derin tartışmalara ve endişelere sebep olmaktadır. Bunun temel sebebi ise siyonizm ideolojisinden kaynaklanan tehdit ve bu ideolojiyi benimsemiş olanların geçmişte izledikleri politikalardır.
Bu konunun iyi anlaşılabilmesi için siyonizm ideolojisinin bugün hala İsrail'in resmi ideolojisi olduğunu, bu ideolojinin geçmişte gündeme getirmiş olduğu "Arz-ı Mev'ud" veya "Büyük İsrail" emellerinden kesinlikle vazgeçmediğini unutmamak gerekir. Bunu vurguladıktan sonra siyonistlerin yakın geçmişte izlemiş oldukları ve bugün de izlemeye devam ettikleri tedricilik ve yanıltma politikaları üzerinde durmakta yarar görüyorum.
Siyonizm ideolojisinin teşkilatlı bir kimlik kazanmasından ve uluslararası platformda aktif hale gelmesinden sonra, ideallerini gerçekleştirmek için oldukça sinsi bir politika izlediği görülür. Bu yüzden mümkün mertebe asıl ideallerini açıklamamak suretiyle, bu ideallerin gerçekleştirilmesinden zarar görecek tarafları korkutmamaya oldukça özen göstermiştir. Hatta bunun da ötesine geçerek o taraflarla dostluk ilişkileri ve yakın irtibatlar kurarak onları bazı şeyleri kabullenmeye özendirmiştir.
Örneğin 1897 Basel Konferansı'ndan sonra Osmanlı Devleti'ne gönderilen heyetin sunduğu teklif o zaman ekonomik yönden bayağı sıkıntılar içinde olan Osmanlı Devleti açısından oldukça cazip bir içeriğe sahipti. Üstelik bunun karşılığında ilk etapta istenen de çok fazla bir şey değildi. Dünya Siyonist Kongresi tarafından seçilen ve başlarında da bu hareketin lideri olarak bilinen Teodor Hertzl'in bulunduğu heyetin Osmanlı Devleti'ne sunduğu teklif şu şekildeydi:
"Yahudiler aşağıda bulunan hususları taahhüt ederler:
1.Osmanlı devletinin otuz üç milyon İngiliz altınına ulaşan borçlarının tamamını ödemeyi,
2.İmparatorluğu korumak için 120 milyon altın franka mal olacak deniz filosu yaptırmayı,
3.Devletin mali durumunu canlandırmak için otuz beş milyon altın lira faizsiz borç vermeyi.
Bütün bunlar yahudilerin, yılın herhangi bir gününde Filistin'e ziyaret maksadıyla girmelerine müsaade edilmesine ve yahudilerin Kudüs-i Şerif'te kendi dinlerine mensup olanların ziyaretleri esnasında içinde kalabilecekleri bir müstemleke (kanton) kurmalarına izin vermesine karşılıktır".
Burada dikkat edilirse verilmesi taahhüt edilen şey maddi açıdan oldukça büyük ve o zaman ekonomik yönden bayağı sıkıntı yaşayan Osmanlı Devleti açısından son derece caziptir. Karşılığında istenen şey ise kendilerine Filistin'de bir devlet kurulması veya Filistin topraklarının önemli bir kısmının verilmesi değildir. O zaman bugünkünden daha küçük bir şehir olan Kudüs-i Şerif'te yahudilerin bu şehri ziyaretleri esnasında kalabilecekleri bir kantondur. Fakat bu kanton onların ileriye dönük planlarını uygulamaya geçirme konusunda kullanacakları bir kazık niteliği taşıyacaktı. Çünkü Basel Konferansı'nda hedef olarak belirlenen şey Kudüs-i Şerif'te bir kanton oluşturulması değil Filistin topraklarında yahudiler için bir devlet kurulması idi. Ama Osmanlı'ya böyle bir teklifle gitmeleri durumunda, karşılığında bütün dünyayı vermeyi taahhüt etseler bile tekliflerinin kabul görmeyeceğini biliyorlardı. Bu yüzden yukarıda zikrettiğimiz teklifi sundular. Ama o zamanki Osmanlı padişahı II. Abdülhamid onların asıl amaçlarını ve Kudüs-i Şerif'in Müslümanlar açısından önemini biliyordu ve gelen yahudi heyetiyle hiç görüşmeyi bile kabul etmeyerek onları başbakan Tahsin Paşa vasıtasıyla geri çevirdi. Fakat ne yazık ki siyonistler bu kez İttihat ve Terakki Cemiyeti içindeki adamlarını harekete geçirerek Sultan II. Abdülhamid'i tahttan indirmeyi başardılar. Bu arada Batı'daki sömürgeci güçlerle de anlaşarak Filistin topraklarına yavaş yavaş girmeye başladılar. Fakat bu ilk girişlerinde de asıl amaçlarını gizli tutmaya özen gösterdiler.
Burada aydınlatılması gereken bir nokta da siyonistlerin Filistin'den toprak satın alış tarzlarıdır. İddia edildiği gibi Filistinliler kendi gayri menkullerini yahudilere satmış değillerdir. Bu konuda yahudilere yardımcı olanlar vatana ihanet eden ve dünya için bütün manevi değerlerini satmaktan çekinmeyen birkaç emlakçıdır. Bu gibi ihanetçiler bütün toplumların içinden çıkabilir. Dolayısıyla bu "aracıların kullanılması" metodunun da iyi tahlil edilmesi gerekir. Nitekim Türkiye'yle ilgili hesaplarında da, çok fazla göze batmamak ve dikkat çekmemek için aracıları kullandıkları değişik vesilelerle gündeme getirildi.
Bir de önemli olan satın alınan arazinin miktarı değil, o araziyi satın alandan kaynaklanan risktir. Siyonistler, Filistin'e ilk girişlerinde de çok fazla toprak satın almış değillerdi. Hatta daha sonraki dönemlerde onların emelleri gün yüzüne çıktığından arazi satın almaları bayağı zorlaştı. Çünkü yahudilere arazi sattıkları tespit edilen bazı emlakçılar öldürüldü. Dolayısıyla bu konuda yahudilere aracılık etmeye yatkın olan diğer aracı emlakçılar da hayatlarına yönelen tehlikeyi görerek yahudilere toprak satmaktan uzak durmaya çalıştılar. Buna rağmen siyonistlerin Filistin'de devlet kurma emellerinden kaynaklanan tehlike günden güne büyüyordu. Çünkü o zamanki emperyalist güçler, özellikle Filistin'i işgal altında tutan İngiliz sömürgeciler onlara arka çıkıyor ve hedeflerine ulaşmak için yürüttükleri çalışmalara destek oluyorlardı.
Bu bilgilerin siyonistlerin yakın tarihte izledikleri politikalar hakkında yeterince fikir verdiğini düşünerek sözü daha fazla uzatmak istemiyorum. Önemli olan onları tanımak, politikalarını iyi teşhis etmek ve geleceğe yönelik hesaplarını, bu hesaplardan kaynaklanan tehlikeleri iyi tahlil edebilmektir.
Siyonistlerin Türkiye'nin GAP bölgesine ilgilerinin arkasında "Büyük İsrail" emellerinin yattığı uzun süreden beridir konuşulan, tartışılan bir gerçektir. Bu yüzden geçmişte hazırlanmış resmi raporlarda bile siyonizmin Türkiye açısından önemli tehdit oluşturduğu özellikle vurgulanmış, askeri okullarda Türkiye'yi tehdit eden akımlar arasında siyonizm ideolojisinden bilhassa söz edilmiştir. Hal böyleyken ve siyonizmden kaynaklanan tehlike aynen devam ederken, İsrail'in GAP bölgesinden toprak satın almasının ve buralara yatırım yapmasının kolaylaştırılması büyük bir gaflettir. Bu, tehlikeye göz göre göre kucak açmak, tehlikeyi bizzat vatanın bağrına taşımak anlamına gelir.
Bu arada İsrail'in dostluk iddialarına ve yukarıda zikrettiğimiz politikaları gereği başvurduğu siyasetlere asla güvenmemek gerekir. İsrail'in kendisine en büyük desteği sağlayan ve her konuda onu himaye eden Amerika'ya karşı bile oyun oynadığı, kazık attığı unutulmamalı. Ayrıca Osmanlı Devleti'nin yukarıda zikrettiğimiz ve oldukça cazip bir içerik taşıyan teklifini reddetmesi üzerine onun tümüyle yıkılıp dünya sahnesinden silinmesi için her yola başvurduğunu unutmayalım. Bu açıdan İsrail bugün dost görünebilir, ama yarın istediğini elde edememesi durumunda her türlü oyuna başvurabilir. Hatta istediğini elde etse bile elde ettikleri üzerindeki sultasını sağlamlaştırmak ve daha fazlasına kavuşabilmek için bütün dostluk numaralarını ayaklar altına alarak gerçek yüzünü göstermeye başlar.