9 Ağustos 2001 Perşembe, es-Sebil
![]() |
Filistinli ünlü karikatürist Ümeyye Cuha'nın Ariel Şaron'un son Türkiye ziyaretiyle ilgili karikatürü. Türkiye'deki yönetimin İsrail işgal devletiyle sıkı münasebet içine girmesi ve Sabra ve Şatilla katliamları sebebiyle "Beyrut kasabı" olarak adlandırılmasından sonra birçok Filistinli bebeği öldürmesi sebebiyle "bebek katili" olarak tarihe geçen Şaron'u davet etmesi Türkiye'nin İslam coğrafyasındaki prestijinin ciddi şekilde zarar görmesine sebep oldu. |
![]() |
Şaron'un keskin avcılarının "izle, siper al ve öldür" metoduyla öldürdüğü kundak bebeklerinden biri. Şaron'un katilleri bunun gibi daha onlarca bebeği aynı metotla, kasten hedef alarak öldürdüler. Bu yüzden Şaron'a "Beyrut kasabı" unvanının yanı sıra "Bebek katili" unvanı verildi ve o bu unvanlarıyla tarihe geçti. Böyle birinin Türkiye'ye resmen davet edilmiş olması bu ülkenin tarih sayfalarına bir kirin ve eli kanlı bir katilin ellerinden dökülen kanların bulaşmasına sebep oldu. |
![]() |
Şaron'un vahşi saldırıları sonucu ömrünün baharında şehit olan Rif'at en-Nihal. Şaron'a ve genelde onun sahip olduğu Siyonist felsefeye göre amaca uygun olduğu takdirde "izle, siper al ve öldür" metoduyla hedef alınacakların yaşları önemli değildir. Hedef alınan kişi bugün belki kundakta bir bebek veya evinin bahçesinde oynayan çocuktur; ama yarın Siyonist işgale karşı direnenlerin arasına katılacaktır. Siyonist saldırgan, bugün onu kundakta veya evinin bahçesinde oynarken öldürmenin yarın karşısına silahlı bir mücahit olarak dikildiğinde öldürmekten daha kolay olacağını düşündüğünden, şimdiden öldürmeyi tercih etmektedir. Bu yüzden Aksa İntifadası'nda öldürülenlerin içinde yaş gruplarına göre en büyük oranı 15 yaşın altındakiler oluşturmaktadır. |
![]() |
Sabra ve Şatilla katliamından geriye kalan bir görüntü. Lübnan hükümetinin açıklamasına göre bu katliamda toplam 991 kişi öldürüldü. Bunlardan sadece 328 kişinin kimliği tespit edilebildi. Saldırganlar öldürdükleri kişilerin cesetlerini tanınmaz hale getirdiklerinden çoğunun kimliği tespit edilemedi. |
![]() |
Sabra ve Şatilla katliamından geriye kalan bir görüntü. Sabra ve Şatilla katliamlarının birinci sorumlusu olan Şaron aynı zamanda 12 Ekim 1958 tarihinde gerçekleştirilen ve siyonist vahşetin önemli cürümleri arasında yer alan Kibya katliamının da sorumlusuydu. Ariel Şaron bilindiği üzere, Sabra ve Şatilla katliamındaki rolü dolayısıyla "Beyrut kasabı" diye anılır. |
![]() |
Sabra ve Şatilla katliamından geriye kalan bir görüntü. Sabra ve Şatilla katliamının insanlık tarihinin şahit olduğu katliamların en vahşilerinden biri olduğunu söyleyebiliriz. Siyonist güçlerin 1982 Lübnan işgali esnasında gerçekleştirdiği tek katliam Sabra ve Şatilla katliamı değildir. Başkent Beyrut'a havadan yağdırdıkları bombalarla bu şehirdeki yüksek binaları içinde kalanların üzerlerine yıktılar. |
![]() |
Şaron'un katillerinden biri. İşgalciler, "İzle, Siper al ve Öldür" ifadesiyle sloganik hale getirdikleri vahşi savaşlarında kundaktaki bebekten, yürümekten aciz yaşlılara kadar bütün Filistinlileri hunharca katletmekten çekinmemektedirler. |
İsrail işgal devletinin başbakanı ve "Beyrut kasabı" olarak bilinen Ariel Şaron geçtiğimiz hafta Çarşamba günü (8 Ağustos 2001 tarihinde) Türkiye'ye bir ziyaret düzenledi. Türkiye halkı, bu ülkedeki muhtelif sivil toplum kuruluşları, yazarlar ve düşünürler Şaron gibi, eli Müslümanların kanlarına bulanmış bir caninin Türkiye'ye davet edilmesine tepkiliydi.
İsrail işgal devletinin cani ve katil başbakanı Ariel Şaron'un Türkiye'ye davet edilmesine yönelik tepkiler bir hafta öncesinden başladı. Gerek İstanbul'da ve gerekse Ankara'da Şaron'un Türkiye'ye davet edilmesini protesto amacıyla çeşitli toplantılar ve gösteriler düzenlendi. İstanbul'da muhtelif vakıfların ve derneklerin işbirliği ile oluşturulan Filistin Sivil İnisiyatif Grubu bir basın toplantısı düzenleyerek Şaron'un eli kanlı bir katil olduğuna, böyle birinin Türkiye'ye davet edilmesinin de büyük bir talihsizlik olduğuna dikkat çekti. Bu grup adına ayrıca İstanbul, Taksim Meydanı'ndaki metro istasyonunda Şaron'un cinayetlerini ve katliamlarını gözler önüne seren bir fotoğraf sergisi açıldı. İstanbul'da bazı yazarlar Şaron'un gelişinden iki gün önce (6 Ağustos 2001 Pazartesi günü) Özgür-Der (Hürriyet Derneği) adlı kuruluşta bir basın toplantısı düzenleyerek Şaron'un kimliği ve kişiliği hakkında bilgi verdi, böyle birinin Türkiye'ye davet edilmesinin Türkiye açısından son derece olumsuz bir imaj ortaya koyduğuna dikkat çektiler. İstanbul'da önemli bir protesto eylemi de Şaron'un gelişinden bir gün önce İstanbul, Beyoğlu'nda düzenlenen gösteriydi. Burada gösterinin yapılacağı Galatasaray meydanına çıkan bütün yollar önceden polis tarafından kuşatma altına alındığından, göstericilerin çoğunun meydana girmeleri engellendi. Fakat bütün engellemelere rağmen beş bin kadar gösterici meydana girmeyi başararak Şaron'un Türkiye'ye davet edilmesini protesto etti. İstanbul'da, Mazlum-Der adlı insan hakları kuruluşu da bir basın toplantısı düzenleyerek Şaron'un Türkiye'ye davet edilişini protesto etti. Bu dernek ayrıca Şaron'un cinayetleriyle ilgili bir rapor hazırlayarak basın mensuplarına dağıttı.
Şaron'un davet edilmesine değişik solcu gruplar da tepki gösterdiler. Solcu gruplar, İstanbul'un Bakırköy meydanında iki ayrı protesto gösterisi düzenleyerek katil Şaron'un Türkiye'ye davet edilmesine karşı tepkilerini dile getirdiler. Bazı sol örgütler de yazılı açıklamalarla Şaron'un ziyaretine olan tepkilerini dile getirdiler.
Şaron'un Türkiye'ye davet edilmesine Ankara'da da tepkiler vardı. Ankara'da Türkiye Yazarlar Birliği yazılı bir basın açıklamasıyla Şaron'un davet edilmesine karşı tepkisini ortaya koydu. Türkiye Yazarlar Birliği ayrıca Ankara'nın Zafer Çarşısı'nda bir fotoğraf sergisi açarak siyonist işgal devletinin ve insan kasabı Şaron'un cinayetlerini gözler önüne serdi.
Türkiye'deki mevcut yönetim Ariel Şaron'un Türkiye ziyaretine yönelik tepkilerin önüne geçebilmek için şiddet ve baskı metodunu kullandı. Bu amaçla özellikle İstanbul'da pek çok kişi Şaron'un ziyaretini protesto etmelerinden dolayı gözetim altına alınarak polis merkezinde sorguya çekildiler. İstanbul'da Galatasaray Meydanı'nda yapılacak protesto gösterisini önleyebilmek için İstanbul emniyet teşkilatı bir gün önceden alarma geçerek, bu gösteriye katılabileceklerini tahmin ettiği kişileri gözetim altına almaya başladı. Oysa hukuka ve Türkiye'de halen uygulamada olan kanunlara göre bir fiil işlenmeden, herhangi bir kimsenin o fiille irtibatlandırılması ve bu yüzden itham edilmesi mümkün değildir. Ancak mevcut yönetimin Şaron ziyaretine tepkileri önleyebilmek için hukuku ve kanunları ayaklar altına alarak daha gösteri bile yapılmadan gösteriye katılabilecekleri tahmin edilen kişileri teker teker evlerinden alarak polis merkezine götürdü.
İstanbul'da ayrıca Şaron'un ziyaretine karşı tepkilerini dile getiren bazı yazarlar, insanları kanunsuz eyleme teşvik ettikleri iddiasıyla göz altına alındılar. Oysa söz konusu yazarların yaptığı herhangi bir eyleme teşvik değil Şaron'un Türkiye'ye davet edilmesine bir tepkiydi. Kaldı ki, Türkiye Cumhuriyeti'nin mevcut Anayasası, önceden izin almaksızın şiddet içermeyen gösteriler düzenlenmesine izin vermekte ve bunu bir Anayasal hak olarak nitelemektedir. Ne yazık ki Türkiye'deki mevcut yönetim Anayasa'nın tanıdığı bu hakkı "kanunsuz eylem" olarak nitelemek suretiyle ülkenin Anayasasını bile hiçe sayma yoluna gitmiştir.
Öte yandan gerek Galatasaray Meydanı'nda ve gerekse Bakırköy Meydanı'nda düzenlenen gösterilerde polis göstericilere karşı gayet sert davrandı. İnsanlar yerlerde sürüklenerek, kolları ve bacakları bükülerek polis arabalarına bindirilip gözetim altına alındılar. Fakat polisin bütün bu baskılarına ve kullandığı şiddete rağmen göstericilerin ısrarla Şaron'un ziyaretine karşı tepkilerini dile getirmeleri dikkat çekti.
Türkiye halkının ve sivil kitle örgütlerinin tepkilerine rağmen Ankara'ya davet edilen Şaron'un güvenliğinin sağlanması için olağanüstü tedbirlere başvuruldu. Özellikle İsrail istihbarat örgütü MOSSAD'ın Şaron'un güvenliği konusunda son derece endişeli olduğu dikkat çekti. MOSSAD bu yüzden Türkiye polisinin aldığı tedbirleri yeterli bulmayarak 300 elemanını Şaron'un güvenliğini sağlamak için görevlendirdi. MOSSAD'ın elemanları Şaron'un ziyaret edeceği her yeri önceden sıkı bir aramadan geçirdi. Şaron'un ziyareti esnasında onun geçeceği tüm yollardaki araçlar kaldırıldı ve her tarafta benzeri görülmemiş güvenlik tedbirleri alındı.
Mevcut hükümet halktan ve sivil kuruluşlardan yükselen tepki seslerini dikkate almadığından, bütün tepkilere rağmen Şaron'u Ankara'ya davet etti ve ziyaret 8 Ağustos 2001 tarihinde fiilen gerçekleşti. Ziyaret sadece bir gün sürdü. Sabahın erken saatlerinde Türkiye'ye gelen Beyrut kasabı önce başbakan Bülent Ecevit'le görüştü. Bunun ardından cumhurbaşkanı Ahmet Nejdet Sezer tarafından kabul edildi. Şaron'un dikkat çeken bir görüşmesi de ekonomiden sorumlu Devlet bakanı olarak bilinen Kemal Derviş'le yaptığı görüşme oldu. Kendisi dönme (sabataist) kökenli karısı da yahudi olan Kemal Derviş'le görüşme yapmayı bizzat Ariel Şaron istemişti. Daha önce Dünya Bankası'nın genel başkan yardımcılığını yapan Kemal Derviş, IMF ve Dünya Bankası'nın tavsiyeleriyle Türkiye'ye gönderilmiş ve ekonomiden sorumlu Devlet bakanlığı görevine getirilmişti.
İsrail işgal devletinden Türkiye'ye son haftalarda birbiri ardından ziyaretler gerçekleştirildi. Öyle ki gelenlerden birinin ayağının izi kaybolmadan diğeri geliyor. Son dönemdeki ziyaretler zinciri Şaron hükümetinde Dışişleri bakanlığı görevini yürüten Şimon Perez'in ziyaretiyle başladı. Onun ziyaretinin hemen ardından Savunma bakanı Ben Eliezer bir ziyaret gerçekleştirdi. Çok geçmeden siyonist Genelkurmay başkanı Şaul Mofaz'ın ziyareti oldu. Ve daha onun ayağının bıraktığı kirler temizlenemeden Beyrut kasabı unvanıyla tanınan Ariel Şaron'un ziyareti gerçekleşti.
Peki bütün bu ziyaretlerin amacı neydi?
Bu ziyaretlerin birinci amacı, Şaron'un cinayetleri sebebiyle bütün dünyada yalnızlığa itilen İsrail'in kendine bir "ortak" ve "çıkış kapısı" arayışına girmesiydi. Çünkü Şaron'un cinayetleri, Amerika'nın bile İsrail işgal devletine karşı tavır koymasına sebep olmuştu. Şaron ise cinayet politikasından vazgeçmeksizin kendini dünyaya kabul ettirmek ve bunu başarabilmek için de kendine bir "çıkış kapısı" bulmak istiyordu. Ne yazık ki dünyadaki bütün devletler Ariel Şaron'un saldırgan tutumu yüzünden İsrail'e mesafeli durmayı tercih ederken Türkiye'deki mevcut yönetim işgalci siyonistlere kapı açmaya çalışmaktadır.
Söz konusu ziyaretlerin amaçlarından biri de İsrail'e büyük menfaatler sağlayacak olan askeri anlaşmaların yeniden hayata geçirilmesiydi. Türkiye, yaşadığı ekonomik krizi gerekçe göstererek daha önce İsrail'le imzalamış olduğu bazı askeri anlaşmaları askıya almıştı. Fakat resmi açıklamalara yansımayan bazı haberlere göre bu anlaşmaların iptal edilmesinin sebeplerinden biri İsrail'in daha önce F-15 ve F-16 uçaklarının modernizasyonunda anlaşma şartlarına uymamasıydı. Ama Türkiye bu sebebi resmi tutumuna yansıtmadı, sadece ekonomik krizi gerekçe olarak göstermekle yetindi. İsrail ise ısrarla bunun önemli bir gerekçe olmadığını, gerekirse para yerine toprak verilmesi suretiyle de askeri anlaşmaları yeniden hayata geçirmenin mümkün olduğunu vurgulamaya çalıştı.
Bu doğrultuda Ariel Şaron'un son ziyaretinde, Türkiye'nin elindeki 770 adet M-60 tanklarının modernizasyonu konusunda bir ön anlaşma sağlandığı haberlerde dile getirildi. Fakat ne kadar ilginçtir ki İsrail'in bu iş için uluslararası piyasadaki fiyatın üstünde bir fiyat istemesine rağmen Türkiye'deki mevcut yönetim yine de İsrail'in teklifine sıcak yaklaşıyor. Eğer anlaşma gerçekleşirse Türkiye söz konusu tankların modernizasyonu için İsrail'e 1 milyar dolar para ödemek zorunda kalacak. Türkiye'nin ciddi bir ekonomik kriz içinde olduğu ve IMF'den kredi alabilmek için her konuda bu örgütten talimat aldığı bir dönemde İsrail'le böyle bir anlaşma yapmaya kalkışması son derece düşündürücü.
İsrail'in devlet yetkililerinin son ziyaretlerinde dile getirdikleri önemli bir konu da İran, Irak ve Suriye'ye karşı ortak füze savunma sisteminin kurulması. Bunun için de ABD lisanslı Arrow füzelerinin Türkiye'de üretilmesi ve İran, Irak ve Suriye sınırlarına yerleştirilmesi söz konusu olacak. Oysa Türkiye'ye yönelik olarak bu ülkelerden kaynaklanan herhangi bir füze tehdidi söz konusu değil. Hatta ciddi bir askeri tehdit bile söz konusu değil. Bu durum karşısında Türkiye'nin İran, Irak ve Suriye'ye karşı füze savunma sistemini geliştirmeye kendi açısından ihtiyacı yok. Buna ihtiyaç duyan İsrail. Ne yazık ki İsrail, Türkiye topraklarını söz konusu ülkelerden kendisine yönelebilecek tehlikeyi bertaraf etmek amacıyla kullanmak istiyor. Bu amaçla da Türkiye topraklarının bu ülkelere yakın bölgelerine Arrow füzelerini yerleştirmeye çalışıyor.
Ariel Şaron'un ziyaretinde ekonomiden sorumlu devlet bakanıyla özel bir görüşme yaptığını yukarıda belirtmiştik. Haberlerden öğrendiğimize göre bu görüşmenin asıl amacı İsrail'in Güneydoğu Anadolu bölgesiyle ilgili planlarını yürütmesine kolaylık sağlanması talebiydi. Verilen bilgilere göre Şaron, Sabataist (yahudi dönmesi) kökenli Kemal Derviş'ten Güneydoğu Anadolu bölgesine yönelik yatırımlarda İsrail firmalarına özel imtiyaz tanınmasını ve hazine garantisi verilmesini istedi. Türkiye firmalarına bile hazine garantisi verilmesine karşı çıkan Kemal Derviş ise Şaron'un bu talebine nasıl baktığına dair herhangi bir açıklama yapmaktan kaçındı.
İsrail işgal devletinin Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu bölgesine özel ilgi gösterdiği ve buraları "Arz-ı Mev'ud" hudutları içinde gördüğü bilinmektedir. Bu açıdan İsrail'in ve siyonizmin emelleri Türkiye açısından önemli bir tehdit oluşturmaktadır. Buna rağmen Türkiye'deki mevcut yönetimin GAP konusunda İsrail'e imtiyaz tanıması ve İsrail'in buralardan toprak satın almasına imkan vermesi büyük bir gaflet olarak değerlendiriliyor.