Şam'ı Yakan Ateş

Mayıs 2011, Ribat

Arap Dünyası ve Ezilenlerin Başkaldırısı

Arap dünyasında yönetimler, günümüzdeki yönetim sınıflandırmalarına ve tanımlamalarına göre farklı kategorilere giriyor. Bazıları cumhuriyet, bazıları krallık, bazıları emirlik, bazıları sultanlıktır. Fakat hepsinin ortak özelliği totaliter dikta rejimi olmalarıdır. "Cumhuriyet" tanımlaması sadece bir yanıltmadan ibarettir ve seçimler de sadece halkın başındaki diktatörün yine halkın onayıyla ve desteğiyle o makamda kaldığı yalanını bir dayanağa dayandırmak için gerçekleştirilmektedir. Oysa seçimlerde halk, önüne konulanlardan birini seçme imkânına sahip olmayıp önüne sürüleni onaylamaya, tasdik etmeye mecburdur. Bundan dolayı krallık rejimlerinde olduğu gibi göstermelik cumhuriyet rejimlerinde de başkan, güçlü bir askerî darbe olmadığı sürece koltuğa oturduktan sonra bir ömür boyu orada kalır. Ölmeden önce de oğlunu veliaht tayin eder ve yerini iyice sağlamlaştırır. Buralarda askerî darbe gerçekleştirilmesi de çok istisnaî bir durumdur. Çünkü zirvedeki kişi silahlı güçleri ve istihbaratı sıkı bir denetim altına alma, kendi elemanlarını hassas yerlere yerleştirme imkânına sahiptir. Üstelik kendi elemanlarına da güvenmez, onları adeta dikiz aynası görevi gören yakın takip elemanları vasıtasıyla denetler, itaat konusunda en ufak bir kaymalarını gördüğünde hemen ayaklarını kaydırır.

İşte bu şekilde yakın denetime alınan istihbarat ve silahlı güçler vasıtasıyla halklar tam anlamıyla demir yumrukla yönetilmektedir. Halkların görevi başlarındaki yönetime köle gibi hizmet etmek, onu hiçbir şekilde sorgulamamaktır. Göstermelik bir şekilde oluşturulan parlamento üyeleri de halkın yönetim nezdindeki temsilcileri olarak değil yönetimin halk üzerindeki sopaları olarak görev yapar.

Böyle bir zulüm altında ezilen ve aşağılanan halkların zulüm rejimlerine başkaldırmaları için sadece korku duvarını aşmaya ihtiyaçları vardı. Tunus'ta çakılan kıvılcım ve ardından kolay kolay sökülüp atılması mümkün görülmeyen bir rejimin bir aydan daha kısa sürede devrilmesi ve diktatörün ülkeyi terk etmek zorunda kalması işte bu korku duvarının aşılmasını sağladı. Bu bir vakıadır, realitedir, ezilen toplum psikolojisinin ortaya koyduğu bir gerçektir. ABD'nin Ortadoğu'yu yeniden dizayn ettiği vs. türünden iddialar içi boş komplo teorilerinden başka bir şey değildir. Bütün toplumsal olayların, hareketlenmelerin ve çalkantıların arkasında ABD'yi aramak da onu tabulaştırma saplantısının bir yansıması olsa gerek.

Direnişin Yayılma Eğilimi ve Suriye

Tunus'taki dikta rejiminin halkın başkaldırısının sebep olduğu çalkantı ve deprem karşısında hızlı bir şekilde çöküşe doğru gitmesi beraberinde hemen "domino etkisi" tartışmalarını doğurdu. Çünkü ortaya çıkan sonucun özellikle Arap dünyasındaki ezilen toplumlara cesaret vereceği ve onların korku duvarını aşmalarını sağlayacağı tahmin ediliyordu. Böyle bir tartışmanın ortaya çıkması halkların cesaretinin artması ve dikta rejimlerine başkaldırmayı gündemlerine almaları açısından da faydalı olmuştur.

Söz konusu tartışma ve domino etkisi doğal olarak Suriye'deki rejimi de rahatsız etmiş ve konuyu gündeme alma zorunluluğu hissetmesine sebep olmuştur. Çünkü ayaklanmaların ve çalkantıların ana sebebinin Arap dünyasında yıllardan beri süren zulüm uygulamalarından, siyasi rejimlerin baskılarından ve halkları sürekli demir yumruk altında tutmalarından başka bir şey olmadığı biliniyordu. Suriye'deki rejim de bir zulüm, baskı ve dikta rejimiydi. Yani söz konusu çalkantılara sebep olan zemin ve etkenler Suriye'de de mevcuttu.

Suriye'deki Rejimin Geçmişi ve Bugünü

Suriye, işgalci Fransızların çekilmesinden sonra 1 Ocak 1944'te bağımsızlığına kavuşmasından sonra birçok siyasi çalkantıya ve askerî darbeye sahne olmuştur. Ülkede dizginleri tam olarak ele geçirmeyi ve devletin bütün mekanizmalarını kalıcı bir şekilde kontrol altına almayı başarabilen son askerî darbeyi ise şimdiki cumhurbaşkanı Beşşar Esed'in babası Hafız Esed gerçekleştirmiştir.

Nusayri kökenli bir aileden gelen ve siyonist işgal devletinin Golan Tepeleri'ni işgal ettiği 1967 Haziran Savaşı esnasında, Hava Kuvvetleri Komutanı ve Savunma Bakanı sıfatıyla ülkenin askerî mekanizmasının en üst kademesinde bulunan Hafız Esed 1968'deki birinci darbe teşebbüsünde başarılı olamadı. Fakat 23 Kasım 1970'te gerçekleştirdiği darbeyle ülkenin yönetimini ele aldı. O bu askerî darbeyle birlikte ülkede iktidarı elinde bulunduran tek parti durumundaki Baas Partisi içinde de darbe gerçekleştirdi ve taraftarlarını, yakın çevresini partinin kilit noktalarına yerleştirdi. Parti içi darbede Nusayri kökenlilerin kontrolü ele geçirmeleri özellikle dikkat çekiciydi.

Esed, ülkeyi tam anlamıyla bir demir yumrukla yönetmiş ve 1982'de Hama'da halkın söz konusu zulme itirazı niteliğindeki gösterilerini şiddetli katliamla bastırmıştır. Hama katliamında en az 30 bin kişinin katledildiği bir o kadarının da daha sonra kendilerinden haber alınamamak üzere ortadan kayboldukları tahmin edilmektedir. Kaybolanların sağ mı ölü mü oldukları hakkında bugüne kadar ailelerine bir bilgi verilmemiştir. Bu durum ailelerini de zor durumda bırakıyor. Çünkü götürülen fertlerinin ölümlerinden dolayı doğacak haklarından da mahrum ediliyorlar.

Hafız Esed, kendisinden sonrası için oğlu Basil'i hazırlıyor ve yetiştiriyordu. Ama o aracını aşırı hızlı kullanmaktan dolayı geçirdiği korkunç bir trafik kazasında hayatını kaybetti. Bunun üzerine saltanatın kendinden sonra diğer oğlu Beşşar'a teslim edilmesine etrafındaki avanesini razı etti. Onun makamına göz diken ve Hama katliamının infazından da birinci derecede sorumlu olan kardeşi Rifat Esed'in bir problem çıkarmasının önüne geçmek için de onu sürgüne gönderdi.

Hafız Esed'in 10 Haziran 2000 tarihinde ölmesi üzerine veliaht oğlu Beşşar Esed cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu. Oğlunun başa geçmesinden sonra ülkede bir değişim sürecinin başlaması ve siyasi özgürlüklerin önündeki engellerin kısmen de olsa tedrici bir şekilde kalkması bekleniyordu. Başlangıçta bu yönde bazı sinyaller verildi. Ama sonrasında söze gelir herhangi bir değişim olmadı ve tek parti diktası baba Esed döneminden devralınan zulüm uygulamalarıyla aynen devam etti.

Zulmün Suriye Ayağı

Arap dünyasındaki dikta rejimleri içinde zulmü en katı ve şiddetli şekliyle uygulayan ülkenin Suriye olduğu tartışılmazdır. Bunun en açık delili ise bir cemaate mensup olmayı idamı gerektirecek suç kabul eden yasayı otuz yıla yakın süredir uygulamaya devam etmesi ve tüm girişimlere rağmen kaldırmama konusundaki ısrarını sürdürmesidir. Suriye'nin meşhur 49 numaralı yasası Müslüman Kardeşler cemaatine mensup olmayı idamı gerektirecek bir suç sayıyor. Bu yasa yüzünden idamla yargılanacakları korkusuyla on binlerce Suriyeli ülkesine giremiyor. Bu sebeple binlerce aile bölünmüştür. Yönetim, ülkelerine giremeyen vatandaşlarının gayrimenkullerine de el koymuştur, oraları devlet adına kiraya vermekte, aileleri tarafından kullanılmasına izin vermemektedir.

Hama olaylarının bahane edilerek otuz yıla yakın bir süredir sıkı yönetimin sürdürülmesi de zulmün kontrolsüz bir şekilde uygulanmasına imkân sağlıyor. Bu uygulamaya dayalı olarak binlerce insan her türlü yasal denetlemeden ve çoğu zaman yargılamaya bile tabii tutulmaksızın zindanlarda bekletiliyor. Bu süre içinde korkunç işkencelerin uygulandığı insan hakları kuruluşlarının araştırmalarıyla belgelenmiştir. Rejim sadece tutuklulara değil onların sorunlarını dışarıya taşımamaları için ailelerine de işkence ediyor.

Suriye'deki rejimin kaskatı bir zulüm rejimi olduğunun tartışılmazlığını ortaya koyan bir başka önemli delil ise ataları asırlardan beri o ülkenin topraklarında yaşayan Kürtlerin önemli bir kısmını vatandaş saymamasıdır. Vatandaşlığa alınmamaları sebebiyle "yabancı" muamelesi gören ve kendilerine kimlik verilmeyen Kürtlerin sayılarının üç yüz elli bin civarında olduğu tahmin ediliyor. Kimliksiz Kürtlerin sorunu geçtiğimiz Şubat ayında ayaklanmaların başlamasına kadar ülkedeki yönetimin gündemine hiç alınmamıştı.

Ülkedeki sistem Arap Sosyalist Baas Partisi'nin iktidarını sürekli garantiye almak için gerekli tüm düzenlemeleri yaptığından onun dışındaki siyasi partiler tamamen dekor malzemesi statüsündedir. Aynı şekilde medya da hâkim sistemin elindedir. Dolayısıyla bir siyasi özgürlükten, düşünce özgürlüğünden ve basın özgürlüğünden söz etmek mümkün değildir.

Bütün bunlar Suriye'deki dikta rejiminin zulüm uygulamalarından sadece birkaç örnektir. Fakat sadece bu örnekler bile Suriye'deki dikta rejiminin zulüm ve devlet terörü konusundaki kirli yüzünü ortaya koyuyor.

Arap Devrimlerinin Getirdiği Tartışmalar

Başta da dediğimiz gibi Arap devrimlerinin domino etkisinin gündeme gelmesiyle birlikte Suriye rejimi de bu konuyu gündemine alma ve sorulara cevap verme ihtiyacı duydu. Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed söz konusu devrimlerin kendilerini etkilemeyeceğini çünkü kendilerinin konumunun farklı olduğunu ileri sürdü. Esed, bu yöndeki iddialarını haklı çıkarabilmek ve kendilerine yönelecek kitlesel tepkileri, halk hareketlerini önceden mahkûm etmek için kendi yönetimlerine karşı ayaklanacakların İsrail'in hesaplarına hizmet etmiş olacakları suçlamasında bulundu.

Suriye Zulmünü Farklı Kılan Nedir?

Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed'in kendi rejimlerine yönelebilecek halk ayaklanmasını ve tepkileri önceden mahkûm etmesinin gerekçesi Filistin'deki direniş gruplarına sağladığı lojistik destekti. Bunu, kendilerine yönelecek tepkinin Filistin ve Lübnan'daki direnişe darbe vuracağı bunun da siyonist işgal devletinin işine geleceği iddiasına dayanak olarak kullanmaya çalışıyordu. İddia edildiği tarzda bir statü ve tavır söz konusu olsa, rejimi hedef alacak bir halk ayaklanmasının doğuracağı sonucun Filistin davası açısından bazı olumsuzluklara yol açması ihtimali bulunsa bile bu Suriye'de milyonlarca insanın mağduriyetine yol açan zulmü haklı ve meşru kılmaz. Kaldı ki Suriye halkının destekleyeceği bir değişim sonucu iş başına gelecek yönetimin Filistin davası açısından takınacağı tavrın bugünkü Suriye yönetiminin izlediği tutumdan daha kötü olabileceğini ileri sürmek de tamamen saçmadır. Çünkü Suriye halkının Filistin direnişine ve halkına desteği açık ve tartışılmazdır.

Çıkar Hesapları İçin Suriye Direnişinin Mahkûm Edilmesi

Zulüm, Tunus'ta, Mısır'da, Yemen'de, Bahreyn'de ve diğer ülkelerde ne kadar zulümse Suriye'de de o kadar zulümdür. Suriye'deki zulmü ve insanlık dışı uygulamaları farklı kılan hiçbir neden ve gerekçe yoktur. Mısır'da, Tunus'ta ve diğer Arap ülkelerinde meydanlara dökülerek zulüm rejimlerini devirmek, özgürlüklerine kavuşmak isteyen kitlelerin eylemleri ne kadar devrimse Suriye halkının direnişi de o kadar devrimdir. Birtakım menfaat köprüleri, stratejik hesaplar ve diplomatik oyunlar için Suriye halkının direnişini mahkûm etmeye, fitne olarak nitelendirmeye kimsenin hakkı yoktur.

Tunus ve Mısır'daki ayaklanmalara "devrim" diye arka çıkan, bu konuda etkili açıklamalar yapan İran'ın bölgesel ve stratejik hesaplarından dolayı Suriye'deki halk ayaklanmasını ve zulüm rejimine karşı direnişi "fitne" olarak nitelendirmesi, başka tüm hesaplarını bir kenara koysak bile her şeyden önce bir çifte standarttır. İran adına çıkıp da Mısır, Tunus, Yemen ve Bahreyn'deki ayaklanmalara arka çıkmak için ateşli konuşmalar yapanların bugün Suriye'de meydanlara dökülenleri kargaşa çıkarmakla, ortalığı yıkıp dökmekle, İsrail'in hesaplarına hizmet etmekle, dış güçlerle işbirliği yapmakla mahkûm etmeleri tamamen siyasi ve stratejik hesaplara dayalıdır ve önceki devrimlere destekte sergiledikleri tutumlarındaki samimiyetlerinin üzerini çizmiştir. Bu konuda samimiyetlerini ispat etmeleri Suriye konusunda da aynı tavrı sergilemelerine bağlıdır.

Kim Olursa Olsun Zalime Karşı Kim Olursa Olsun Mazlumun Yanında Olabilmek

Mazlumder'in sloganlaştırdığı "kim olursa olsun zalime karşı, kim olursa olsun mazlumun yanında" ibaresi gerçekten iyi seçilmiş ve güzel bir mesaj veriyor. Mazlumder, Suriye konusunda sergilediği tutumuyla bu ilkesine bağlı kaldı. Bu ilkeye bağlı tavrı daha da yaygınlaştırmak ve ortak tavır haline getirmek için çaba sarf etmeliyiz. Kendilerini ne şekilde isimlendirirlerse isimlendirsinler ve nasıl tanımlarlarsa tanımlasınlar çıkar hesapları, menfaat köprüleri ve diplomatik bağlar sebebiyle zalimin yanında durup da mazlumun haklı direnişini "fitne" olarak tanımlayanları da açık yüreklilikle reddedebilmeliyiz; onların tutumları bizim için hiçbir şekilde bağlayıcı olmamalıdır.

İrtibatlı Yazılar:

  • Aklın Konuşması İçin Silahlar Susmalı
  • Kirli Hesapların Mazlumu Suriye Halkı
  • Hedefte Yine Mazlum Halk
  • Oyunlar Arasında Kalan Mazlum Halk
  • Gözlemci Arap Birliği
  • Suriye Halkı Baas'ı İstemiyor
  • Zulüm Zulümle Değil Direnişle Yıkılacak
  • Baas Diktası da Yamacın Kenarında
  • Beşşar Yolun Sonuna Yaklaşıyor
  • Suriye'de Sınav Cuması
  • "Benim Zalimime Dokunmayın!"
  • Suriye'nin Uluslararası Boyutu
  • Suriye'ye Müdahale Nasıl Olmalı?
  • Baas Savaşının Medya Cephesi
  • Zulmün Mezhebi
  • Suriye Direnişi ve Çarpıtmalar
  • İstanbul'da Suriye Buluşması
  • Esed Reformları Başlattı
  • Zulmü Alkışlayamam Zalimi Asla Sevemem
  • Beşşar Tatmin Edemedi
  • Kan Üzerine Reform