Tunus Halkının Onurlu Sesi: "Zalimlerin Canı Cehenneme!"

Şubat 2011, Ribat dergisi

Zalimlerin Aptallığı

Zalimlerin en önemli aptallıkları kendilerinden önce yaşayanlardan ibret almamaları, onların başlarına gelenlerden ders çıkarmamalarıdır. Bunun yanı sıra gücün her şeyi halledeceğini, elleri ve ayakları bağlanarak köleleştirilmiş toplulukların artık kendileri için tehlike oluşturamayacağını zannederler. Ama sabır ve tahammül sınırlarının iyice zorlanması durumunda o kalabalıkların zincirleri kırdıklarını ve karşılarına bir insan seli çıktığını görür, artık bu selin önünde duramayacaklarını fark ederler. Bu zalimler etraflarına menfaat karşılığında topladıkları takımlarının da yeri geldiğinde kuyularını kazabileceklerini, dolayısıyla onların aslında kendi açılarından hiç güven verici olamayacaklarını da düşünmezler.

İnsanların Hem Özgürlüklerini Hem Ekmeklerini Alıyorlar

Zalimler dikta rejimlerini sürdürebilmek için insanların hem özgürlüklerini hem de ekmeklerini ellerinden alıyorlar. Özgürce yaşamaları ve yöneticilerini de kendi iradeleriyle özgürce seçebilmeleri durumunda onları asla seçmeyeceklerini biliyorlar. Göstermelik seçimlerde bu zalimlere sürekli yüzde 99'un üstünde oy çıkması da saçma olduğu kadar oy kullanan insanların aslında seçme özgürlüklerinin tamamen ellerinden alındığının bir delilidir.

Ezilenlerin ekmeklerini ellerinden almalarının amacı ise onları sömürmek, köle gibi çalıştırıp çok küçük karşılıklarla yetinmeye zorlamak böylece hak ettiklerinin kalan kısmına el koyarak kendi servetlerini artırmaktır. Böyle sömürü politikalarından dolayı ülkelerinde işsizlik ve yoksulluk sorunları da artmaktadır.

Tunus'ta da halk yoksulluk ve işsizlikle boğuşurken diktatör Zeynelabidin bin Ali'nin ailesinin bütün fertleri ülkenin kaynaklarının kaymağını yiyordu. Düşünün ki Bin Ali'nin eşi Leyla Tarablusi'nin babası tam bir mafya babası sıfatıyla ülkenin sebze ve meyve ticaretini eline alarak servetine servet katarken, üniversite mezunu olduğu halde iş bulamadığı için işportacılıkla sebze ve meyve satmaya kalkışan Muhammed el-Buazizi'nin tezgâhını belediye görevlileri elinden alıyorlar.

23 Yıllık Saltanatı Yakan Ateş

Muhammed el-Buazizi, 29 Mart 1984'te Tunus'un Sidi Buzid şehrinde doğmuştu. Toplumda bir yere gelmek, biri sakat dokuz kişiden oluşan ailesinin geçimine katkıda bulunmak ve kuracağı aileye de iyi geçim şartları sunmak için üniversite tahsili yaptı. Ama halkın sırtına yapışmış kan emici keneler yüzünden işsiz kalınca memleketi Sidi Buzid'de bir tekerlekli tezgâh bulup sokaklarda dolaşarak sebze meyve satmaya başladı. Belediye zabıtaları buna da izin vermeyerek tezgâhını üzerindeki sebze ve meyveyle birlikte gasp ettiler. Bunun üzerine Buazizi gidip şehrin valilik binası önünde kendini ateşe verdi. İşte bu ateş tezgâhı elinden alınan genci değil ülkeyi 23 yıldan beri demir yumrukla yöneten diktatör Bin Ali'nin saltanatını ateşe verdi. Bütün Tunus halkı sokaklara dökülerek içindeki nefret ateşini sokaklara taşıdı.

Tunus Halkı Zalimle Pazarlığa Yanaşmadı

Yıllardan beri yönetimi altındaki halka göz açtırmayan, doğru bilgi edinmelerini engellemek için interneti bile yasaklayan, örgütlenmelerine hiçbir şekilde fırsat vermeyen, siyasette karşısına herhangi bir muhalif gücün çıkmasına asla fırsat vermeyen diktatör Bin Ali sokaklara ve meydanlara taşan hiddeti bu sefer de devletin elindeki silahın gücüyle bastırabileceğini sanıyordu. Oysa bu kez Buazizi'nin kendini ateşe vermesiyle çıkan yangının üzerine gaz döküyordu. O yüzden kalabalıkların üzerine sıkılan kurşunlar yangının daha da büyümesine ve etrafa yayılmasına sebep oldu. Katil diktatörün işlediği cinayetler hiddet ve tepkinin artmasına, etrafa daha çok yayılmasına yol açtı. Bunun üzerine diktatör alevlerin üzerine gaz döktüğünü fark ederek saltanatını biraz daha uzatabilmek için başkaldıran kitlelerle pazarlık etmek istedi. Kendisine üç yıl daha göz yummaları halinde özgürlükleri artıracağı, interneti serbest bırakacağı, muhalif partilere imkân tanıyacağı ve üç yıl sonraki seçimlerde aday olmayacağı vaadinde bulundu. Fakat Tunus halkı akıllı davranarak zalimle pazarlığa yanaşmadı. "Zalimlerin canı cehenneme!" diyerek diktatör katili devirinceye kadar direnişinden vazgeçmeme konusunda kararlı davrandı.

Evlerinin Örümcek Yuvası Kadar Zayıf Olduğu Görüldü

Tunus'ta direniş diktatörlerin evlerinin yani saltanatlarının gerçekte örümcek yuvası kadar zayıf olduğunu gösterdi. Uyguladıkları zulmün çıkardığı yangının alevlerinin kendilerine yaklaştığını görünce çareyi sıvışıp kaçmakta buldular. Oysa sürdürdükleri hâkimiyeti tabulaştırmak için nice sembol, slogan, söylem, marş üretmişlerdir. Ülkenin çocuklarını daha ana sınıflarından itibaren bu slogan ve söylemlerle yetiştirmek suretiyle onların beyinlerini de bu tabulara şartlandırmaya çalışırlar. Onların saltanatlarını korumak için ölümü göze alanlar mutlaka kutsal bir ölümle ölmüşlerdir. Ama aynı kutsal ölümü kendileri göze alamaz. Ateş üzerlerine yaklaştığında bütün sloganlarından, sembollerinden, söylemlerinden ve hatta resmî törenlerin işaret noktaları onun da ötesinde "mabetleri" olması için inşa ettikleri anıtlarından, heykellerinden bile vazgeçerek canlarını kurtarmanın derdine düşerler.

Dolayısıyla o katil diktatörlerin çok güçlü olduklarını sanmamalıyız. Onlar şişirilmiş balonlardır. Bizim insanlarımızın zayıflaştırılmasından yararlanırlar. İnsanlarımızın zayıflaştırılmasının sebebi ise örgütlenmelerine, güçlerini birleştirmelerine engel olunmasıdır. Fakat o kalabalıklar bileklerine vurulan zincirleri kırıp da güçlerini birleştirdiklerinde diktatörlerin önlerinde durabilmeleri bazen birkaç hafta bazen de sadece birkaç gün sürer. Birkaç saat içinde devrilmeleri de ihtimal dışı değildir.

Kaçar Kaçmaz "Eski" Oldu

Tunus'daki kan emici ve kan dökücü diktatörün devrilmesi sonrasında en çok dikkatimi çeken gelişme ülkesini terk etmesinin hemen ardından haberlerde kendisinden "eski başkan" diye söz edilmesi oldu. Oysa sadece birkaç dakika önce özellikle Tunus haber kaynaklarına göre "fekhamete'r-reis" veya "Le President" idi. Ama 23 yıl demir yumrukla yönettiği ve bütün halkına kan kusturduğu ülkeden kaçmasıyla birlikte bir anda "eski" oldu. Çünkü artık eskimiş, buruşturulup çöpe atılmıştı.

Fotoğraflarını Toplamayı Sabaha Bırakmadılar

İlginç bir gelişme de baş zalimin ülkeyi terk etmesiyle birlikte güvenlik görevlilerinin ve ordu mensuplarının hemen caddelerden, meydanlardan onun fotoğraflarını toplamaya başlamalarıydı. İşi ertesi günün sabahına bırakmamışlardı. Diktatörü kaçıran uçağın hava alanından uçmasıyla birlikte fotoğraflarının toplanıp çöpe atılması işlemi de başladı. Oysa güvenlik görevlilerini meşgul eden ondan öncelikli daha birçok iş vardı. Ama çirkin yüzün kağıtlara basılmış şeklinin bile kendilerine bakmasından rahatsız olan kitlelerin, canlısını kaçırdıkları canavarın fotoğraflarına saldırarak nefretlerini ortaya koyabileceklerini düşünerek kendileri toplayıp çöpe atmayı tercih ettiler. Aslında tabulaştırılan tüm çirkin yüzlerin fotoğraflarının ve putlarının sonu budur.

Bin Ali'nin caddelere ve meydanlara asılan o kocaman fotoğrafları tüm Tunusluların en azından saygılı olmaları gereken, kimsenin dokunamadığı tabulardı. Ne kadar ilginçtir ki onlara dokunulmasına asla müsaade etmeyen silahlılar bu kez kendi elleriyle onları toplayıp çöpe atıyorlardı.

Bin Ali'yi Kullananlar Ülkelerine Kabul Etmediler

Bin Ali'nin kaçtığı haberi yayılınca olaydan haberdar olan herkesin zihninde "nereye gidecek?" sorusu oluştu. Birçoklarına göre Fransa'ya kaçması büyük ihtimaldi. "Fransa yıllarca kullandığı maşasına en azından vefakârlık gösterir!" diye düşünüyorlardı muhtemelen. Bazılarına göre İtalya'ya kaçması ihtimali vardı. Çünkü Bin Ali, Tunus halkını fakir ve sefil bırakarak İtalya'ya da epey çıkar sağlamıştı. 7 Kasım 1987'de Burgiba'ya karşı gerçekleştirdiği "Beyaz Darbe"de İtalya'nın katkılarının olduğu söylentileri vardı.

Ama tahmin edildiği gibi olmadı. Çünkü onlara göre Bin Ali artık "atık madde"ydi. Yani çöpe atılması gereken bir kirli madde. Geçmişte kendilerine çıkar sağlamış olmasının hiçbir önemi yoktu. Vefakârlık onların sözlüklerinde zaten geçmiyordu ve kendilerini hiç ilgilendirmiyordu. Bin Ali de iddia ettiği gibi Avrupa dostu olduğundan değil onların desteğiyle saltanatını sürdürebildiğinden onlara çıkar sağlıyordu. Artık hesaplar kapanmıştı ve Bin Ali'nin de çöpe atılması gerekiyordu.

Çöplerin Hicaz'a Atılmasına İzin Verenlere Yazıklar Olsun

Avrupa ülkelerinin "atık madde"yi ülkelerine kabul etmeyeceklerinin kesinleşmesi üzerine "nereye gidecek?" merakı arttı. Önce Katar'a gideceğine dair haberler çıktı. Bu arada Katar yönetiminden net bir tavır ortaya koymayan açıklamalar geldi. Bu açıklamalarda "Tunus halkının iradesine saygılıyız" deniyor ama "katil diktatörle bizim işimiz yok" da denmiyordu. Fakat sonra Katar da kabul etmedi. Derken zalimin uçağının Suudi Arabistan'ın Cidde şehrine indiği haberleri yayınlandı. Yani bir zalimi yine bir zalim kabul etmişti. O zalim, Avrupa'nın "atık madde, çöp" hükmünde saydığı biriydi ve işte bu çöp Mekke-i Mükerreme'nin yanı başına atılıyordu. Her ne kadar zalim diktatörün uçağının indiği Cidde şehri, Kur'an-ı Kerim'de "neces" olarak nitelendirilen müşrik, inkârcı Kur'an düşmanlarının girmemesi gereken "harem" beldesine dâhil olmasa da bu beldenin havasını teneffüs eden Hicaz bölgesindedir. Halkına 23 yıl kan kusturan ve sonunda o halkın gadabından kaçmak zorunda kaldığı için Batı emperyalizminin bile "atık madde, çöp" saydığı katil diktatörün İslâm'ın harem beldesini bağrında barından Hicaz'a inmesine izin verenler gerçekte ümmete, ümmetin kutsallarına saygısızlık etmişlerdir.

Allah'ın Hesabından ve Azabından Kaçabilecek mi?

Katil diktatör şimdilik başkaldıran bir halkın gadabından kaçtı ve yine bir zalimin kucağına sığındı. Ama Allah'ın gadabından kaçabilecek mi? Sadece zulüm ve baskı ile kalmamış. Ailesinin fertleri sebze meyve mafyacılığından uyuşturucu mafyacılığına kadar her pisliği yapmış. Ülkesinde uçak ticaretinden araba ticaretine kadar bütün gelir getiren işler karısı Leyla Tarablusi'nin ve kendisinin yakın akraba çevresinin mensuplarına dağıtılmış. Haberlerde bildirildiğine göre karısını kendinden önce bir buçuk ton altınla ve kim bilir ne kadar parayla gönderdi! Bütün bu aile sultasının mensuplarının önceden yaptıkları kirli işlerden kazandıklarını yine kirli yollarla uluslararası mafyaya hizmet eden bankaların hesaplarına aktardıkları kesin. Bütün bunların Allah katında bir hesabının olmayacağını mı sanıyorlar? O hesabın görülmesinden, hükümlerin verilmesinden sonra da cehennemden başka kaçabilecekleri bir yer olmayacak. Üstelik Allah'ın ateşi Sidi Buzid'deki Muhammed Buazizi'nin yaktığı ateşe benzemez.

Diğer Zalimler Telaşlı

Tunuslu diktatörün saltanatının çok zayıf olduğunu ve ezilen halkın başkaldırmasıyla birlikte hemen çöktüğünü gören diğer ezilmiş halkların da cesaretleneceği korkusu bütün zalimleri saltanat derdine düşürdü. Çünkü Tunus tecrübesi onları ciddi şekilde korkuttu. Aynı ateşin kendi ülkelerini de sarmaya başlaması durumunda ne yapacaklarını bilmiyorlar. Bin Ali'nin yaptığı gibi kurşun sıkmaları durumunda ateşe gaz dökmüş olabilecekleri endişesini taşıyorlar. Başkaldıranlara biraz özgürlük vermeleri durumunda ise onların kendilerini hiç istemeyeceklerini, bir an önce sırtlarından atmanın çabası içine gireceklerini, totaliter rejimin özgürlüklerle birlikte yaşayamayacağını biliyorlar.

Özellikle siyonist işgal devleti için tampon güç vazifesi gören Mısır ve Ürdün'deki dikta rejimlerinin devrilmesi korkusu sadece bu ülkelerdeki diktatörleri değil, siyonist işgalcileri, ABD emperyalizmini ve Batı'yı da ciddi şekilde telaşlandırıyor.

İrtibatlı Yazılar:

  • Zalimler Mülteci Kampı
  • el-Hizbu'l-Hakim Neden Değişmez?