ABD düşmansız yaşayamaz

9 Mayıs 2008 Cuma, Vakit gazetesi

ABD'nin dış politikası ve güç stratejisi "düşman" temeli üzerine oturtulmuştur. Onun bu stratejisinin temelini tehdit ve saldırı politikası oluşturmaktadır. Fakat tehditçi ve saldırgan olmada kendini haklı gösterebilmek için tehdit ve risk altında olmaya ihtiyaç duymaktadır. Normalde böyle bir şey olmasa, kendine yönelen herhangi bir risk bulunmasa da o sunî olarak bunu oluşturmaya ve kendisinin mutlaka bir düşmana ihtiyaç duyan faaliyetlerini haklı göstermeye çalışır. Oysa gerçekte Amerikan emperyalizmi kendisi bir tehdittir ve çağımızda insanlığın en büyük musibetlerinden biridir. Öyle ki ABD işgalinin Irak'ta beş yıl içinde sebep olduğu zarar, Myanmar'da son kasırga felaketinin yol açtığı zararın yirmi katından daha fazladır. Üstelik bu zararı ülke nüfusuna oranladığınız zaman çok daha vahim ve korkunç bir sonuçla karşılaşırsınız.

Amerikan emperyalizminin son dönemdeki saldırı ve tehdit politikasında da İran'la sürtüşmesinin, bu ülkeye yönelik tehditlerinin dozunu artırdığını görüyoruz. Son dönemde ABD'nin İran'a yönelik saldırı tehditleri ve savaşla ilgili açıklamaları sıkça gündeme gelir oldu. Onun bütün bunlara başvurmasının amaçlarından biri de Afganistan ve Irak'ta içine düştüğü durumu örtmek, kamufle etmek için söz konusu tehditlerden ve açıklamalardan yararlanmaktır.

Olayları yakından takip eden ve ABD'nin şu an karşı karşıya olduğu durumu akılcı bir yaklaşımla tahlil etme imkânına sahip olan herkes, Bush yönetiminin şu an İran'a karşı cephe açma cesareti gösteremeyeceğini de tahmin eder. Zaten bu gerçeği zaman zaman bazı Amerikalı yetkililer de itiraf etme ihtiyacı duyuyorlar. Biz daha önce ABD'nin İran'a yönelik tehditleri hakkında yazdığımız yorumların tümünde bu gerçeği vurgulamaya çalıştık.

Bush yönetiminin İran'la suları ısıtıyor gibi görünmesinin ve sürekli yeni tehditler savurmasının başkanlık dönemindeki saldırgan politikasının başarısızlığını örtme amacıyla da bağlantılı olduğunu düşünüyoruz. Bush'un, sonuna yaklaşılan başkanlık döneminin değerlendirmeleri yapılacak. Böyle bir dönemde ABD'nin yıpranmış, psikolojik tehdit gücünü kaybetmiş bir devlet olarak görünmesini istemiyor. Bundan hem kendisi hem de devleti zarar görecek. O yüzden birilerine karşı kılıç çıkarması ve "ben hâlâ güçlüyüm, kimse benimle uğraşmaya kalkışmasın yoksa defterini dürmem hiç de zor olmaz" şeklinde tehditler savurması gerekiyor. Fakat bu tür açıklamaları tehdit ettiklerini korkutamayacaktır. Çünkü ABD işgal güçlerinin Irak'ta içine düştüğü durumu İran çok yakından görüyor ve tehdit açıklamalarının tamamen psikolojik savaş oyunlarından ibaret olduğunu fark ediyor.

Olay hakkında asıl üzerinde durulması gereken husus ABD'nin İran'ın içinde şiddet eylemleri gerçekleştirilmesi, cinayetler işlenmesi için yüklü tahsisatlar yaptığına dair bilgilerdir. Amerikan emperyalizmi bu yöndeki planlarını ve hesaplarını kısmen dışa vurduğu gibi bazı gelişmeler de bu konudaki bilgileri doğruluyor. Bu durum ABD'nin terörü bir savaş metodu ve saldırı taktiği olarak kullandığını açıkça ortaya koymaktadır. ABD yönetimi kendisine karşı kullanıldığı zaman savaş ve saldırı sebebi olarak gördüğü terörü kendisi resmî savaş metodu olarak kullanmaktan çekinmiyor. Ama birçok medya organının Amerikan emperyalizminin hesabına çalışması, dünya kamuoyunun da bu medya organları tarafından yönlendirilmesi sebebiyle onun terörü bir araç olarak kullanması normal gösterilebiliyor.

Amerikan emperyalizminin İran'a karşı psikolojik savaş ve terör metodundan yararlanmasına rağmen İran karşısında sürekli kalelerini kaybeden taraf olmanın sıkıntısını yaşadığını da müşahede ediyoruz. Son dönemde İran'ın özellikle Latin Amerika ülkelerine yönelik yeni ataklar yapması ve buralarda ABD emperyalizmine karşı ülkelerle ilişkilerini geliştirmesi savaşçı Bush yönetimini ciddi şekilde endişelendiriyor.

ABD, Latin Amerika'yı kendisinin arka bahçesi olarak görüyordu. Gerçi bölgeye etkin bir şekilde hâkim olduğu söylenemez. Özellikle bölge halklarının ABD'nin emperyalist politikalarından büyük ölçüde rahatsız oldukları, sol partilerin bu ülkelerde yükseliş gerçekleştirmesinin en önemli sebebinin de işte bu rahatsızlık olduğu biliniyor. Ama Washington yönetimi yine de Latin Amerika'yı kendisinin arka bahçesi olarak görmekten vazgeçmiş değil. Bu yüzden de İran'ın Latin Amerika ülkeleriyle gerçekleştirdiği işbirliği anlaşmalarını çok ciddiye alıyor ve kendi açısından bir tehdit olarak görüyor.

Görüldüğü kadarıyla ABD, İran'ın bahçe duvarına işedi. İran da onun arka bahçesine girdi.