Srebrenitza Katliamı

12 Temmuz 2007 Perşembe, Vakit gazetesi

Bugünlerde Srebrenitza katliamının on ikinci yıldönümü münasebetiyle muhtelif anma programları düzenleniyor. Biz de bu vesileyle insanlığın üzerine bir karabulut gibi çöken emperyalist işgalci ve saldırgan zihniyetin gerçek yüzünü gözler önüne seren bu katliamlardan, özellikle de insanlık tarihine bir kara leke olarak geçen Srebrenitza katliamından söz etmek istiyoruz.

Sabra ve Şatilla katliamı ile Srebrenitza katliamı arasında önemli benzerlikler görülebilir. Her iki olayda da savunmasız insanların önce "güven" içinde olacakları ileri sürülen bir yere toplanmaları sağlanmış, sonra oradan çıkmaları engellenecek şekilde kuşatma gerçekleştirilmiş, ardından da insanları katletmeyi sinek öldürmekten daha basit hatta biraz da zevkli gören vahşi ruhlu canavarların içeri girip katliam gerçekleştirmelerine fırsat verilmiştir. Bu yüzden her iki olayda da binlerce insan kısa bir süre içinde topluca imha edilmiştir. Sabra ve Şatilla'da bin civarında, Srebrenitza'da ise yaklaşık sekiz bin kişi katledildi.

Her iki katliamda da çağımız dünyasına hükmetmeye çalışan sömürgeci zihniyetin vahşi ruhunun aktif rol oynadığını söyleyebiliriz.

Srebrenitza katliamının onuncu yıldönümünde gerçekleştirilen anma programında, İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw, bu katliamı uluslar arası toplumun utancı olarak nitelemiş ve engelleyememiş olmaktan dolayı "uluslar arası toplum" adına özür dilediğini söylemişti. Katliamı "uluslar arası toplum" olarak nitelediği çıkar ittifakının bir utancı olarak nitelemesi isabetliydi. Ama önleyememiş olmaktan dolayı özür dilemesi samimiyetten uzaktı. Çünkü böyle bir katliama fırsat veren, hatta şartları hazırlayan, Straw ve benzerlerinin "uluslar arası toplum" dediği çıkar ittifakıydı. Onların "uluslar arası toplum" derken kastettikleri dünyadaki uluslar ve toplumlar değil sömürgeci güçler ittifakı ve o güçlerin maslahatlarını korumakla görevlendirilmiş uluslar arası teşkilatlardır. Bu teşkilatların başında da BM gelmektedir.

1995 Temmuz'unda gerçekleştirilen Srebrenitza katliamında da birinci sorumluluk BM'nindir. Çünkü katliamın gerçekleştirildiği bölge BM tarafından "güvenli bölge" ilan edilmişti. Sırp milislerin o kadar çok sayıda insanı bir arada bulabilmelerine imkân veren sebep de işte bu "güvenli bölge" ilanıydı. Bu durum karşısında, "Acaba BM güçleri, Sırp milislerin tehditlerine karşı insanların kendilerini güvende hissetmeleri için mi güvenli bölge belirledi yoksa söz konusu milislerin saldırılarında daha çok insanı bir arada bulabilmeleri için mi?" sorusunu sorma hakkımız olmaktadır. Çünkü katliamla ilgili bazı bilgiler ve şahitlikler BM güçlerinin yani "uluslar arası toplum"un katliamı engelleyemediği mi yoksa engellemediği mi konusunda tereddütlere yol açıyor. Bazı işaretler engellememe ihtimalinin çok daha yüksek olduğu kanaatine yöneltiyor. Bundan dolayı Straw'ın, katliamı engelleyememe sebebiyle "uluslar arası toplum" adına özür dilemesini samimi ve gerçekçi bulmadığımızı vurgulama ihtiyacı duyuyoruz.

Yine katliamın onuncu yıl anma törenleri münasebetiyle konuşan ve Dayton Anlaşması'nın mimarı olarak bilinen Richard Holbrooke da, Srebrenitza katliamının, NATO ve BM Barışı Koruma Gücü askerlerinin başarısızlığı olduğunu vurguladı. Biz bu açıklamada da bir samimiyetsizlik ve iki yüzlülük görüyoruz. Dayton Anlaşması'nın Bosna - Hersek Müslümanlarına bir dayatma olduğu ve bu dayatmada Srebrenitza katliamı gibi kanlı olayların "uluslar arası toplum" olarak nitelendirilen çıkar ittifakının bileğini Bosna - Hersek Müslümanlarına karşı güçlü kıldığı tahmin ediliyor. Bu durum da katliamın önlenmemesinin arkasındaki gizli niyetler hakkında zihinlerde tereddütler oluşmasına yol açmaktadır.

"Uluslar arası toplum" olarak lanse edilen sömürgeci çıkar ittifakının bu tür vahşetler karşısındaki ikiyüzlülüğünü Srebrenitza katliamıyla ilgili yargı sürecinde de gördük. BM'ye bağlı en yüksek uluslar arası yargı organı olan Lahey Uluslar arası Adalet Divanı, Srebrenitza katliamıyla ilgili kararında Sırbistan'ın bu katliamda doğrudan sorumlu olmadığına hükmetti. Böylece katliamı gerçekleştiren Sırp milisleri koruduğu, silahlandırdığı ve her yönden desteklediği bilinen Sırbistan yönetimini aklamış oldu. Aslında gerçek anlamda bir adaletin tahakkuku için sadece Sırbistan'ın ve katliamı gerçekleştiren milislerin değil suç ortağı "uluslar arası toplum"un da yargılanması gerekir. Ne var ki biz zulmün ve katliamların baş sorumlularından "adalet" beklemeye mecbur bırakılmışız.