Irak'ta Durum

1 Eylül 2006 Cuma, Vakit gazetesi

25 Haziran 2006 tarihinde siyonist işgal güçlerinin Gazze sınırındaki bir karakollarına baskın düzenlenmesi ve birkaç askerlerinin öldürülüp bir askerlerinin de esir alınması olayı bölgede yeni bir hareketlilik döneminin başlangıç noktası olarak kabul edildi. İşgalci saldırganların bu olayı gerekçe göstererek Gazze'ye yönelik geniş çaplı operasyon başlatmaları üzerine Lübnan'daki mücahitler Filistin halkına destek ve işgalci saldırganlara darbe vurmak amacıyla yeni bir esir alma eylemi gerçekleştirdiler. Bunun üzerine hareketlilik Lübnan'ı da kapsayacak şekilde yayıldı. Bütün bu gelişmeler dünyada gündemin merkezine oturduğundan, diğer bölgelerdeki gelişmeler, hareketlilikler büyük ölçüde gölgede kaldı. Gölgede kalanların arasında Irak da yer aldı.

Oysa Irak'ta hareketlilik bütün hızıyla ve zihinleri bulandıran karmaşık olaylarla da iç içe devam ediyor. Ülkedeki işgalci güçler görünüşte, savunmasız insanlara işkence yapanları göstermelik bir şekilde yargılarken Filistin ve Lübnan'daki olayların dünya kamuoyunun gündemini meşgul etmesinden yararlanarak yeni işkenceler ve vahşet uygulamaları gerçekleştirdiler. Geçtiğimiz hafta kendisiyle birlikte olduğumuz ve Amerikan emperyalizminin Irak'ta gerçekleştirdiği işkence uygulamalarını ibrazda sembol isim haline gelen Hacı Ali el-Kaysi Özgür-Der'in düzenlediği konferansta işgal güçlerinin, konuşma yaptığı tarihten birkaç gün önce dört aileyi tamamen yok ettiklerini, bir hamile kadının karnını yararak cenini çıkardıklarını söylemişti. Bunlar ilk söylenince insana çok garip gelebiliyor ve mübalağa olabileceğini sanıyorsunuz. Ama işgalci askerlerin işkenceleriyle ilgili olarak bizzat kendilerinin yaptıkları itiraflar, yargı merhalesinde gündeme gelen iddialar ve belgeler artık mübalağa ihtimalini ortadan kaldırmış görünüyor. Vahşette ne derecelere varıldığını son günlerde medya organlarına yansıyan asker itiraflarından çok açık bir şekilde öğrenmiş olduk.

Dünya kamuoyunun dikkatlerinin bir yöne yöneltilmesinden istifade politikası saldırganlık ve vahşette sınır tanımayan güçlerin genel politikasıdır. Nitekim daha önce işgalci siyonist devlet kamuoyunun dikkatinin Irak üzerine çekilmesinden Filistin halkına yönelik baskı, saldırı ve işkence uygulamalarını artırmak için istifade ediyordu. 25 Haziran 2006 tarihinden sonra dikkatlerin Filistin ve Lübnan üzerine çekilmesinden de Amerikan işgal güçleri Irak'taki gayri meşru şiddeti, saldırıları ve işkence uygulamalarını artırmak amacıyla istifade etmeye çalıştılar.

Gelişmelerin zihinleri bulandıran karanlık hadiselerle iç içe bir şekilde sürdüğünü söyledik. Bu karanlık hadiselerin başında kalabalıkların toplandığı çarşılarda, pazaryerlerinde gerçekleştirilen eylemler gelmektedir. Kamuoyunun dikkatlerinin Filistin ve Lübnan üzerine teksif edildiği sırada Irak'ta bu tür eylemlerde de artış oldu. Hatta bu tür eylemler bir bakıma rutin hale getirildiğinden insanlar bu eylemlerin sonuçlarıyla ilgili haberlerden çok fazla etkilenmiyor, gündelik gelişmeler gibi telakki edebiliyorlar. İşte emperyalizmin psikolojik yıpratma politikasının en önemli boyutlarından birini de bu oluşturmaktadır. Esas itibariyle normal olmayan birtakım olayları normalleştirebilmek ve bu yolla insanların duyarlılıklarını tahrip etmek. Ne yazık ki Filistin ve Irak'ta gerçekleştirilen saldırılar hakkında bunun başarıldığını söylemek mümkündür.

Kalabalıklara yönelik söz konusu eylemler hakkında biz daha önce bazı yazılarımızda bilgi vermiş ve yaşanmış bazı gerçeklerden notlar aktararak arka planda duran gizli ellere işaret etmeye çalışmıştık. Bu konuda sözünü ettiğimiz konferans sonrasında Hacı Ali el-Kaysi'ye de soru soruldu. O, bu eylemlerin kesinlikle Irak direnişinin işi olmadığını, Irak direnişinin bu eylemlerden hiçbir çıkar sağlamasının söz konusu olamayacağını, bunlardan sadece işgalcilerin yararlandığını dile getirmişti. Dolayısıyla bu eylemlerin ya doğrudan işgalciler veya onlarla işbirliği içindeki birtakım menfaatçiler tarafından gerçekleştirildiğini vurgulamıştı. Zaten herhangi bir fiilin faili araştırılırken en önce ondan kimlerin menfaat sağlamış olabileceği üzerinde durulup, araştırmalar onların üzerinde yoğunlaştırılır. Irak halkını ve vatanını savunmak amacıyla ortaya çıkanların işgalcilerle aynı hedefi vururcasına bu halka yönelik ve üstelik kalabalıkların bulunduğu noktaları seçen eylemler gerçekleştirmeleri tasavvur edilemez. Bunu yapsa yapsa hainler yapar ki onların da işgalcilerle bir menfaat bağları mutlaka vardır.

Irak'a Dokunmanın Zorluğu

2 Eylül 2006 Cumartesi, Vakit gazetesi

Ne yazık ki Irak'ta yürekleri parçalayan korkunç saldırılar sürüyor. Bizim dün (1 Eylül Cuma) yayınlanan yazıyı hazırlamamızdan bu yazıyı yazdığımız vakte kadar geçen süre içinde yani 24 saatlik bir sürede gerçekleştirilen saldırılarda en az 64 kişi hayatını kaybetti. İşin en kötü tarafı ise saldırıların, şu an Irak'ın karşısında duran en önemli tehlike durumundaki mezhep fitnesini ateşleyen türden olmasıydı. Saldırıların bazıları özellikle Bağdat'taki Şiî mahallelerini hedef almıştı. Bu saldırıların gerçekleştirilmesinden kısa bir süre önce de bazı haber kaynaklarında Mukteda es-Sadr'a bağlı Mehdi Ordusu'na mensup milislerin hastaneleri basarak sünnî yaralıları tespit ettikleri ve hastanelerden kaçırıp öldürdükleri iddiaları yayınlandı. Konuyla ilgili haberlerde bazı Iraklı yetkililerin açıklamalarına da yer verildi.

Bütün bu gelişmeler şu an Irak için mezhep fitnesinin gözden uzak tutulması mümkün olmayan ciddi bir tehlike olduğunu ortaya koymaktadır. Bu tehlike sadece bir tarafı tehdit etmiyor. Özelde Irak'taki tüm Müslümanlar genelde ise tüm İslâm âlemi için tehdittir. Çağdaş emperyalizmin en büyük gayesi de Müslüman toplumları bu fitneyle birbirine düşürmektir.

Sünnilerle Şiayı birbirine düşürerek tarihin derinliklerinde küllenmeye terk edilmiş bazı problemleri bugüne taşımak İslâm ümmetinin içine en büyük fitneyi sokma sonucunu doğuracaktır. Bundan zarar görecek olanlar sadece dindarlar da olmayacaktır. Çünkü birlikte yaşamanın zorunlu kıldığı istikrar ve düzenin zarar görmesi dindarlık ve dinlilik düzeyi ne olursa olsun toplumun bütün fertlerini doğrudan etkileyecektir.

Bugün İslâm coğrafyasındaki en büyük iki kitle Sünnîler ve Şiîlerdir. Nüfus itibariyle Sünnîler en kalabalık kitledir. Şiîler de nüfusça ikinci sırada yer alan ve sayıları bayağı büyük bir yekûn oluşturan ikinci büyük kitledir. Bu iki kitleyi karşı karşıya getirecek fitne İslâm ümmetini neredeyse ortadan ikiye bölmek gibi bir büyük tehlikeye yol açacaktır. Dolayısıyla bu tehlikeyi her iki tarafın da ehl-i hal ve'l-akd vasfı taşıyan ileri gelenlerinin görmesi, görmekle yetinmeyerek üzerine gitmesi ve emperyalist politikaların saldığı fitne tohumlarını imha etmesi gerekir.

Lübnan'da işgalci siyonist saldırganlığa karşı verilen mücadele ve elde edilen zafer Müslüman toplumlarda bir gönül birliğinin oluşmasını sağladı. İslâm ümmetinin birlik ve bütünlük içinde kendi hukukunu savunması için güç birliği oluşturmasının temellerini atacak böyle bir gönül birliği ise uluslar arası emperyalizmi rahatsız etti. Emperyalizm bu rahatsızlığından kaynaklanan hesap ve planlarıyla Irak'ta fitne ateşinin yayılmasını sağlama amaçlı çabalarını hızlandırdı.

Fakat olan biten her şeyin tümüyle gizli ve karanlık ellerin işi olduğunu söylemek de kolaycılık olacağı gibi realiteye göz kapamak anlamına gelir. Realiteye göz kapamak ise çözüm formüllerinin güdük ve yetersiz kalmasına yol açar. Ancak biz bu konudaki bütün gerçekleri şu merhalede medya sahasında tartışmaya açmanın yararlı olmayacağını düşünüyoruz. Bu tür bir tartışma Irak'ta alevlendirilen fitnenin dumanını başka alanlara ve ortamlara taşıma gibi olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Bu sebeple yangının dumanını başka yerlere taşımak yerine üzerine su dökmek için güç ve imkânları seferber etmek gerekir.

Söz konusu fitneden zarar görenler "neden bizim sesimiz olmuyorsunuz, çığlıklarımızı duymuyor, karşı karşıya olduğumuz gerçeği gündeme taşımıyorsunuz?" diyebilirler. Biz elbette o çığlıkları duyuyor ve yaşanan gerçeklere muttali oluyoruz. Ama fitne ateşinin üzerine su dökmenin daha büyük önem arz ettiğini düşünüyoruz. Bu yüzden yangının dumanını başka yerlere taşıma sonucu doğuracağından endişe ettiğimiz tartışmalara girmekten uzak durmayı tercih ediyoruz. Fakat ıslah edici olmaları mümkün olanların yaşananları görmeleri, gerçekleri iyi teşhis etmeleri ve yangının üzerine su dökmek için derhal harekete geçmeleri gerekir.

Mezhep farklılığı temel sorun veya bir çözümsüzlük sebebi oluşturmaz. Sebep fitnenin bizzat kendisidir. Önümüzde bir Afganistan tecrübesi var ve orada mezhep farklılığı gibi bir sebep de yoktu. Fitneci yerine göre deri rengi farklılığını, yerine göre siyasi tercih farklılığını, yerine göre mezhep farklılığını, yerine göre ulusal kimlik farklılığını, yerine göre de başka bir farklılığı fitne malzemesi yapabiliyor. Önemli olan oyuna gelmemek ve ittihat noktalarını ihtilaf noktalarının önüne geçirmektir. Bunu başarabilirsek Allah'ın izniyle emperyalizmin oyunlarını bozabiliriz.

riz.