Nisan 2006, Vuslat dergisi
Irak topraklarında kararlılıkla sürdürülen mücadele karşısında iyice zorlanan Amerikan işgal güçleri geçtiğimiz ay Samarra'da Şiîlerin kutsal bildiği bir türbeyi bombalatmak suretiyle fitne çıkarmaya çalıştılar. Bombala işi son derece üzücü olaylara yol açtı. İşgalciler ve işbirlikçileri bu bombalamadan fitne amaçlı yararlanabilmek için ellerinden geleni yaptılar. Ancak onların istedikleri daha fazlasıydı. Hatta bir iç savaş çıkmasını ve Irak'ta Müslümanların birbirlerini kırmalarını istiyorlardı. Ancak özellikle Âlimler Heyeti'nin basiretli ve ihtiyatlı tutumu onların bu amaçlarına ulaşmalarını engelledi.
İşgalciler iç savaş amaçlarının gerçekleşmesi durumunda Irak direnişinin bizzat Iraklılar tarafından durdurulacağını ve kendilerinin rahatlayacaklarını umuyorlardı. Ancak bu gerçekleşmeyince içerideki işbirlikçi rejime ait silahlı güçlerden 1500 kişiyi de yanlarına alarak Samarra'da halka yönelik geniş çaplı bir saldırı başlattılar. Görünüşte saldırılarının amacı bu bölgedeki direnişçilerin mücadelelerini kırmaktı. Oysa yaptıkları silahsız, savunmasız insanları hedef alan saldırılar düzenlemekten ibaretti. Düzenledikleri operasyonlarında hava saldırılarına ağırlık verdiler. Bu saldırılarda ise herhangi bir hedef gözetmiyor, rasgele insanların üzerine bombalar yağdırıyorlardı. Dolayısıyla bazı bombalamalarda birtakım aileleri toptan yok ediyorlardı. Örneğin Bağdat'ın kuzeyindeki İshaki beldesine yönelik bir hava saldırısında 11 kişilik bir aileyi tamamen yok ettiler.
İşgalcilerin Samarra'dan sonraki hedefleri ise Medâin bölgesiydi. Biz bu yazıyı yazarken Medâin bölgesine yönelik saldırıları ve bu mıntıkadaki tutuklamaları devam ediyordu. Hatta bazı kaynaklarda Medâin ahalisinin kendi bölgelerinin ikinci bir Felluce olması korkusu yaşadıkları dile getiriliyordu.
İşgalci emperyalistler kendi planlarını uygulamaya koyabilmek için Şiîlerle Sünnileri birbirine düşürme amaçlı fitne oyunları oynarken kendileri iğrenç saldırılarında Şiî - Sünni ayırmıyorlardı. Çünkü onlar için önemli olan Müslümanların mezhebî kimlikleri değildi. Onlar İslâm'ı ve Müslümanları toptan hedef alan bir geniş çaplı haçlı saldırısı başlatmışlardı. Nitekim genellikle Sünni direnişçileri hedef aldıkları iddiasında bulunurken geçtiğimiz ay Bağdat'ın Sadr mahallesinde camiye düzenledikleri bir saldırıda 25 kişiyi namaz kılarken şehit ettiler. İnsanların namaz kılarken hedef alınmaları çağdaş haçlı güçlerinin gerçekte savaşlarının doğrudan İslâm'a ve topyekûn Müslümanlara karşı olduğunun yeni bir göstergesiydi.
Çağdaş haçlı güçlerinin bu topyekûn saldırılarına karşı Müslümanların da bir topyekûn savunma içinde olmaları, birbirleriyle dayanışma ve işbirliği içinde hareket etmeleri, aynı ümmetin mensupları olduklarını göstermeleri gerekmektedir. Vuslat dergisinin organize ettiği ve 25 Mart 2006 Cumartesi gecesi düzenlenen Irak Halkıyla Dayanışma Gecesi bu açıdan güzel bir örnek ortaya koydu. Bu tür etkinlikler en başta emperyalist vahşete karşı mücadele edenlere, direnenlere moral ve güç kazandırmaktadır. Onlar bu tür desteklerden güç alarak yalnız olmadıklarını hissetmekte ve saldırganlara karşı daha bir kararlılıkla mücadele etmektedirler. İkinci olarak da kendi insanımızın bilinç ve duyarlılığının artırılmasında, ümmet kimliği esasına dayalı kardeşlik dayanışmasının pekiştirilmesinde çok büyük rolü olmaktadır. Dolayısıyla bu tür etkinlikleri önemsemek ve kardeşlik dayanışmasını daha da artırmak gerekmektedir.
Filistin'de halkın büyük bir kesiminin teveccühüne ve desteğine mazhar olarak 132 üyeli parlamentoda tek başına 76 üyelik kazanan HAMAS'ın hükümeti şekillendirmedeki hedefi bir ulusal ittifak gerçekleştirmekti. 76 sandalyeye ek olarak 4 bağımsız milletvekiliyle de işbirliği yapan ve onlar tarafından da desteklendiği bilinen HAMAS'ın tek başına hükümeti kurması zor değildi. Filistin'in, siyonist işgal devletine sahip çıkan çağdaş emperyalist güçler tarafından kuşatılması ve kıskaca alınması sebebiyle HAMAS da geniş tabanlı bir ittifak gerçekleştirmeyi amaçlıyordu. Fakat ne yazık ki Amerikan emperyalizminin baskısı el-Fetih'i etkiledi ve bu hareket kurulması istenen ulusal ittifaka girmeme kararı aldı. Emperyalist baskılar sol grupları da dolaylı bir şekilde etkiledi. Başlangıçta ittifaka destek verme kararı alan bu gruplar daha sonra HAMAS hükümetinin emperyalist kuşatmayı aşamayacağı ve baskılara tahammül edemeyeceği, dolayısıyla doğacak olumsuz sonuçlara kendilerinin de ortak olacakları kanaatinden hareketle kararlarını değiştirdi ve hükümete girmeyeceklerini açıkladılar.
Ulusal ittifak hükümeti oluşturma konusunda amaçlananın gerçekleşmemesine rağmen yine de HAMAS hükümetini oluşturma kararı aldı. Normalde biz bu yazıyı yazarken hükümet için güven oylamasının yapılmış olması gerekiyordu. Ancak hükümet programının parlamentoya sunulduğu ilk gün konuşmaların ve tartışmaların uzun sürmesi sebebiyle güven oylaması işlemi bir sonraki güne ertelenmişti. Bununla birlikte HAMAS'ın parlamentodaki ağırlığı sebebiyle güvenoyu alma konusunda herhangi bir sorun yaşanmayacağı biliniyordu.
HAMAS hükümetinde başbakanlık görevine Şeyh Ahmed Yasin'in yardımcısı İsmail Heniye, Dışişleri bakanlığına da HAMAS'ın Gazze'deki ileri gelenlerinden Dr. Mahmud Zehhar getirildi.
Not: Biz Ribat'ın Mart sayısı için yazdığımız yazıda Filistin'de yeni hükümet dönemini tahlil etmeye çalıştık. Ayrıca Vakit gazetesinde 23-25 Mart tarihlerinde yayınlanan üç yazımızda hükümetin kuruluşuyla ilgili gelişmeler ve yeni hükümetin üyelerinden bazıları hakkında özet bilgiler vermeye çalıştık. Bu yazılarımızı web sitemizde (www.vahdet.com.tr) bulabilirsiniz. Yine yeni başbakan İsmail Heniye hakkında da ayrıntılı bilgiler veren yazımızı da web sitemizde bulmanız mümkündür.
Filistin'de mücadele sadece işgalci siyonistlere karşı verilen askeri mücadeleden ibaret değildir. Bu mücadelenin birçok cephesi bulunmaktadır. Aynı zamanda bu cephelerin hiçbiri diğerinden bağımsız değildir. Zafer, kazanım bütün cephelerde etkin faaliyet gösterilmesine bağlıdır. Birinin ihmal edilmesi diğerinde de kayıp verilmesinin zeminini hazırlar. Bunu düşman da çok iyi biliyor ve Filistin direnişini her alanda kıskaca almaya çalışıyor. HAMAS'ın kuracağı yönetimi uluslar arası alanda yalnızlığa itme çabaları bu amaç içindir. Filistin özerk yönetimine daha önce sağlanan tüm maddi kaynakların kurutulmasının amacı da HAMAS tarafından oluşturulan hükümete karşı ekonomik savaştır. Bu kuşatmalar ve zorlamalar karşısında önünüzde iki seçenek var: Birincisi: Kuşatmayı aşamayacağınız kanaatinden hareketle yenilgiyi kabul etmek ve bu alandan çekilmek, İkincisi: Kapatılan kapılara karşılık alternatif kapılar arayarak şartları zorlamak, kendinize yeni imkânlar bularak mücadeleyi sürdürmek. HAMAS ikincisini tercih etti. Bu amaçla önce Arap dünyasından başlayarak yoğun ve etkili bir diplomatik faaliyet başlattı. Bu faaliyetinde önemli adımlar attığını ve basite alınamayacak başarılar gerçekleştirdiğini gördük.
HAMAS'ın, AB ve ABD emperyalizminin şartlı yardımlarının kesilmemesi için ilkelerinden taviz vermesi ve İsrail işgal devletini ayakta tutmak için mümkün olan her şeyi yapmaktan çekinmeyen güçlerin taleplerini kabul etmesi de birtakım yorumcuların üzerinde durduğu husustu. Hatta bazıları bunu beklediler. Emperyalizmin hizmetindeki medya organları dünya kamuoyunu bu tür gelişmelere psikolojik yönden hazırlamak amacıyla bol keseden yalan üretti, spekülasyonlar yapmaya çalıştılar. Fakat HAMAS bu haberlerin tümünü yalanlayarak ilkelerinden taviz vermeme konusundaki kararlılığını değiştirmeye niyetli olmadığını ortaya koydu. Uğrunda büyük şehitler verilmiş davanın ve ilkelerin ABD'nin elli milyon doları veya AB'nin 200 milyon doları karşılığında terk edilmesi, yani kutsal davanın parayla satılması söz konusu olamazdı. HAMAS yetkilileri bunun yerine muhtelif zorluklara katlanarak, Müslüman halklardan gelen destekleri değerlendirerek alternatif kapılar aramaya çalıştılar.
HAMAS yetkililerinin bu gayretleri karşısında Müslüman toplumların da gerekli duyarlılığı göstermeleri ve çağdaş emperyalizmin kurduğu barikatların aşılması çabalarına katkıda bulunmaları gerekmektedir. Çünkü İslâmî hareketin Filistin'de gerçekleştireceği tüm başarılar ümmet adına, ümmetin geleceğine ışık tutacak nitelikte başarılar olacaktır. Filistin cephesinin öncelikli ve merkezi bir konuma sahip olduğunun unutulmaması gerekir. Bugün bu cephenin ekonomik desteğe büyük ihtiyacı var ve bu desteğin sağlanması durumunda Allah'ın izniyle, emperyalizmin oyunlarının boşa çıkarılması mümkün olabilecektir.
Filistin İslâmî Direniş Hareketi'nin kurucusu ve manevi önderi Şeyh Ahmed Yasin 22 Mart 2004 tarihinde bir sabah namazından çıktığı sırada işgalci siyonistlerin uçaklarından atılan füzelere hedef olarak şehit edildi. Ahmed Yasin, felçli, tekerlekli sandalyeye mahkûm ve hayatını başkalarının yardımlarıyla sürdürebilen bir insandı. Böyle olmasına rağmen hem düşünceleriyle hem de kararlı tutumuyla Filistin'de bir nesle örnek olmuş, bu nesil için motor vazifesi görmüştür. Birinci intifadadaki etkinliği sebebiyle işgalci siyonistler tarafından tutuklandı ve ömür boyu artı on beş yıl hapis cezasına mahkûm edildi. Fakat bu ceza onun kararlılığını zerre kadar bile değiştiremedi. Aksine o bu ceza kararına kahkahayla güldü. İlginçtir ki Hz. Yusuf (a.s.) olayında olduğu gibi daha sonra onu zindana atanların kendileri gelip çıkması teklifinde bulundular. Ama o yine Hz. Yusuf (a.s.)'ı kendine örnek alarak zindandan çıkmakta aceleci davranmayıp vatanından çıkarılmayacağı, Amman'da tedavi gördükten sonra yeniden vatanına dönmesine izin verileceği garantisi istedi.
İşgalciler onu serbest bıraktıktan sonra mücadelesine kararlılıkla devam etti. Bu, onları tabii rahatsız ediyordu. Şeyh Yasin'e önce bir tanıdığını ziyarete gittiği sırada füze saldırısı düzenlediler. Ancak füzenin inşaat halindeki üst kata isabet etmesi sebebiyle cinayet gerçekleştirilemedi. İşgal devleti başbakanı Şaron daha sonra bir Bakanlar Kurulu kararı alarak Şeyh Ahmed Yasin'e camiden çıktığı sırada saldırı düzenletti ve bu saldırıda şehit edildi. Saldırıda koruma görevlileri de şehit olurken iki oğlu yaralandı. Yaralanan oğullarından biri sakat kaldı.
Not: Biz Şeyh Yasin'in şehadetinin ikinci yıldönümü münasebetiyle onun hakkında ayrıntılı bilgiler içeren bir dosya yayınladık. Bu dosyayı da web sitemizde bulabilirsiniz. Dosyada yer alan ve Şeyh Yasin'le Gazze'ye döndüğü sırada yapılmış röportajın özellikle okunmasını tavsiye ediyoruz. Bu röportaj Şeyh Yasin'in hayata bakışını, Filistin davası için verilen mücadelede izlenmesi gereken tutuma dair görüşlerini özetlemekte ve çok önemli mesajlar içermektedir.
Amerikan emperyalizminin baskıcı ve saldırgan tutumunda kullandığı gerekçelerden biri de nükleer silahlanmadır. Oysa ABD'nin nükleer silahlanmada dünyada birinci sırada yer aldığı bilinmektedir. Ayrıca işgalci siyonist devletin de bu tür silahlara sahip olduğu bilindiği gibi bu devlet Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması (NPT)'nı imzalamamakta ısrar etmektedir. Böyle olduğu halde Amerikan emperyalizmi siyonist devletin sorguya çekilmesine, sahip olduğu nükleer silahların araştırılmasına bile izin vermemektedir. İran ise NPT'yi imzaladığı gibi nükleer teknolojiyi silahlanma değil enerji amaçlı kullanacağını sürekli vurgulamakta, bu konuda BM'i ve ona bağlı UAEA yetkililerini ikna edebilmek için tesislerini denetimlere açmaktadır. Fakat Amerikan emperyalizmi için önemli olan bu değildir. Önemli olan İran'a baskı yapabilmek, onu köşeye sıkıştırabilmek için gerekçe oluşturmaktır. Bu konuda izlenen tutum çağdaş emperyalizmin ikiyüzlülüğünü ve kasıtlı politikalarını da gözler önüne sermektedir. Şu var ki Amerikan emperyalizminin Irak'ta içine düştüğü durum onun psikolojik savaş gücünü yok etmiş, tehdit politikalarının bayağı yıpranmasına sebep olmuştur. İşte bu durum İran'a cesaret kazandırmakta ve Bush'un tehditleri onun kararını değiştirememektedir.
Not: Ribat'ın Nisan 2006 sayısı için yazdığımız yazıda nükleer silahlanma konusunu ve ABD'nin İran karşısında bu konuda izlediği tutumu tahlil etmeye çalıştık. Bu yazımızı da web sitemizde bulmanız mümkündür.
Darfur, Sudan'ın batısında bulunan bir bölgedir. Bu bölgenin ahalisi gayrimüslim azınlıktan oluşmuyor. Müslüman zencilerle Müslüman Sudanlılardan oluşuyor. Zenciler Çadlılar olarak da biliniyor. Çadlılarla Sudanlılar arasında eskiden beri kabile kavgaları olmuş. Ancak Sudan hükümetinin Arap yani Sudanlı kabileleri tutarak Çadlıları dışladığı iddiasına dayandırılan fitne yakın zamanda ortaya çıkarıldı. Bu fitneye dayalı olarak ayrılıkçı örgütler de ortaya çıkarıldı ve bu örgütlerin dışarıdan beslenmesine başlandı.
Sudan'ın başına Darfur meselesinin çıkarılması Güney Sudan meselesinin çözüme kavuşturulmasından sonra oldu. Çünkü emperyalizm kendi çıkarlarına hizmet etmeyen Sudan'ın bu tür meselelerden kurtulmasını istemiyordu.
BM'in ise emperyalizmin meşrulaştırma mekanizması olarak Darfur meselesiyle ilgili politikasında Sudan'ın başını ağrıtacak kararlar aldığını görüyoruz.
Son Arap Birliği zirvesinde ele alınacak önemli konulardan biri Darfur meselesiydi. Ayrıca aşağıda da bilgi vereceğimiz üzere bu kez Arap Birliği zirvesine Sudan ev sahipliği yapıyordu. Bu durum karşısında BM hemen söz konusu zirve öncesinde Darfur meselesine el atarak ve bu meselenin uluslar arası alana taşınmasını isteyerek Arap Birliği teşkilatının önünü kesmeye çalıştı. BM'in bu tutumu dünya kamuoyuna "çözüm arayışı" olarak lanse edildi. Gerçekte ise Amerikan emperyalizminin konuyla ilgili politikalarına hizmetten başka bir amaç taşımıyordu.
Bu arada BM'in Darfur'la ilgili raporlarının ve verdiği rakamların gerçekleri tam olarak yansıtmadığını özellikle vurgulamakta yarar görüyoruz.
Not: Darfur meselesi hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak isteyen okuyucularımıza web sitemizin sırasıyla Dünya Gündemi ve Sudan linklerini tıklamalarını tavsiye ediyoruz. Orada Darfur meselesi hakkında yazılmış birçok yazının linkini göreceklerdir.
Biz bu yazıyı hazırlarken Arap Birliği teşkilatının zirvesi başlamıştı. Ancak zirvenin bu kez bayağı sönük başladığı müşahede edildi. Sekiz Arap ülkesi devletin en üst yöneticisi (cumhurbaşkanı veya kral) tarafından değil daha alt temsilciler tarafından temsil ediliyordu. Ayrıca Filistin'de yeni oluşturulan yönetimin zirveden dışlanması dikkat çekti. Oysa Sudan'ın başkenti Hartum'da düzenlenen bu zirvede gündeme gelecek, konuşulacak meselelerin başında Filistin meselesi geliyordu. Bu meselenin konuşulacağı bir ortamda Filistin halkının kendisini temsil etmesi üzere seçtiği bir hareketin ve yönetimin etkin bir şekilde yer almasına fırsat verilmemesi, bu yönetimin dışlanması hiçbir mantık kuralına oturtulması mümkün olmayan bir tutumdur. HAMAS'ın Siyasi Birim başkanı Halid Meş'al kendilerinin zirveden dışlandıklarını dile getirerek izlenen tutuma tepki gösterdi. Bu tutum Arap dünyasının hâlâ Amerikan emperyalizminin ciddi şekilde etkisi altında olduğunu, siyonist işgal devletinin yörüngesinden kendini kurtaramadığını ortaya koyuyordu.
Zirvenin önemli konularından biri de Sudan'ın Darfur meselesiydi. Bu meseleye yukarıda da temas ettik ve BM'in zirve öncesinde Arap Birliği teşkilatının önünü kesmeye çalıştığını dile getirdik. Gelişmeler Arap Birliği teşkilatının bu konuda da elle tutulur bir şey yapmasının zor olacağını gösteriyor.
En önemli meselelerden biri ise Irak'tır. Irak konusunda bir ara Arap Birliği teşkilatı ABD'nin teşvikleriyle İran'ın inisiyatifi ele geçirmemesi için devreye girmeye çalışmıştı. Ancak bu konuda da elle tutulur bir şey yaptığı söylenemez.
Zirve hakkında daha rahat yorum yapabilmemiz için tamamlanmasını, kararların ortaya çıkmasını beklememiz gerekiyor. Siz bu yazıyı okurken zirve sonuçlanmış ve her şey ortaya çıkmış olacak. Ama biz ümit verici bir şeyler yapılmış olacağını pek tahmin etmiyoruz.
Mısır yönetimi uzun süreden beridir yerel yönetim seçimlerini erteliyor. Gerekçesi ise toplum psikolojisinin şu an normal bir seçim için elverişli olmaması. Çünkü Mısır yönetimi Filistin'deki seçimlerden HAMAS'ın büyük bir zaferle çıkmasının Mısır toplumunu da ciddi şekilde etkileyeceğini ve çoğunluğun İhvan adaylarına meyil göstereceğini bu yüzden İhvan'ın yerel yönetimlerin büyük bir kısmını alacağını düşünüyor. Bu durum Filistin davasının İslâm dünyası üzerindeki etkisini göstermesi, aynı zamanda İslâmî hareketin Filistin'deki başarılarının tağutî rejimleri korkutması açısından dikkat çekicidir.
Mısır rejiminin ileri sürdüğü gerekçe İslâm dünyasındaki dayatma rejimlerin geneline hâkim olan demokrasi anlayışını tanımamıza imkân vermektedir. Onların demokrasisi sadece kendi bahçelerine su taşıyan demokrasidir. Tabiî bu demokrasiyi kendileri üretmedi, onları Müslüman toplumların başına musallat eden Batılı emperyalist güçlerden öğrendiler.