İslâm Âlemi ve Müslümanca Bakış

Haziran 2005, Ribat dergisi

Yeni bir yaz dönemine giriyoruz. Yaz dönemi birçokları için tatil dönemidir. Özellikle öğrenim çağında olanlar Haziran'ın ortalarından itibaren tatil dönemine girecek ve belki belli oranda gündemden kopacaklar. Ancak İslâm coğrafyasında hareketlilik bütün hızıyla devam ediyor. Hatta yaz sıcaklığıyla birlikte yeni bir sıcak döneme girildiğini söylemek mümkündür. Çünkü gelişmeler bunu gösteriyor. Öyle ki İslâm âleminde daha belli bir olayın sıcaklığı geçmeden, o olay gündemde yeterince yerini bulmadan bir başka hadise öne çıkıyor ve bir öncekini unutturuyor. Ortaya çıkan bu yeni gelişmenin kaderi de bir öncekinden çok farklı olmuyor. Onu da hızlı bir şekilde gündemi kaplayan bir başka gelişme gündem dışına itiyor ve unutturuyor.

Hadiselerin böyle arka arkaya birbirini izlemesinin ve birinin diğerini unutturmasının muhtelif olumsuz etkileri olmaktadır. Belki bu etkilerin en önemlilerinden biri de duyarlılık yıpranmasıdır. İnanç duyarlılığıyla tavrını ortaya koymaları beklenen mü'minler söz konusu yıpranma sebebiyle adeta hadiselere alıştırılıyorlar. Bu yüzden de önceleri ağırlarına giden bazı şeyleri sindirmeleri kolaylaşmaya başlıyor. Bu ise İslâm'a ve Müslümanlara karşı cephe almış olanların cesaretlenmelerine sebep oluyor. Kur'an-ı Kerim'e yönelik iğrenç muamele karşısında duyarlılığın gereken derecede harekete geçmemesi buna en bariz örnektir. Oysa Kur'an-ı Kerim, Müslümanların en kutsal değerleridir ve İslâm'a karşı kin duygularıyla beslenmiş olanlar ona en iğrenç muameleyi yapmışlardı. Türkiye'de bayrak provokasyonu karşısında hemen harekete geçirilen kalabalıkların Kur'an-ı Kerim'e yönelik iğrenç muameleye karşı aynı duyarlılığı göstermediklerini müşahede ettik. Böyle olmasının en önemli sebeplerinden biri kitlelerin tavır koymak için birilerinin önlerine düşmesine ihtiyaç duymalarıydı. Ancak gelişmeler işte bu öne düşmeleri beklenenlerde de bir duyarlılık yıpranmasının gerçekleştiğini gösteriyordu.

Öte yandan İslâm dünyasında bir taraftan zulüm ve şiddetin arttığını öbür taraftan buna karşı birtakım hareketlenmelerin, kıpırdanmaların gerçekleştiğini müşahede ediyoruz. Ne var ki bu kıpırdanmalar beraberinde bazı tartışmaları getirdi. Düne kadar bu kıpırdanmaların bekleyişi içinde olanların bile bugün o hareketlenmelerle ABD arasında irtibat kurma gayreti içine girenlerin anti-propaganda faaliyetlerinden ciddi şekilde etkilendiklerini gördük. Bu etkilenme ilk bakışta haklı sayılabilecek tereddütlerin ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu tereddütlerin sebebi de zaten İslâmî duyarlılıktı. Ancak bu tereddütlerin dayandığı iddiaların, haberlerin doğruluk derecesinin araştırılması konusunda yeterli gayretin gösterildiğini söylemek mümkün değildir. Ayrıca bu konuda dikkate almamız gereken birtakım kriterlerimiz var. Bu kriterlerin de yeterince devreye sokulmadığına, hüküm vermede aceleci davranıldığına şahit oluyoruz. Bu sebeple bu ayki yazımızda İslâm dünyasındaki son gelişmelerin ayrıntılarına çok fazla girmeden bu olaylar karşısında Müslümanca tavır belirmenin önemine değinmek, bu konuda bildiğimiz bazı hususları hatırlatmak istiyoruz. Tabii bu hatırlatmaları yaparken öne çıkan gelişmelerden de kısa notlarla söz etmeye çalışacağız.

Akla Kara Birbirine Karışıyor

Günümüzde iletişim teknolojisi ve imkânlarının bayağı gelişmesine rağmen doğru haber alma konusunda hâlâ çok büyük sıkıntılar yaşandığını söyleyebiliriz. Bunun en önemli sebebi ise piyasayı doğru bilgilendirme yapmayı değil kitleleri belli amaçlara doğru yönlendirmeyi amaçlayan, bu amaç için özellikle çağdaş küresel güç odaklarına hizmet eden medya organlarının ele geçirmiş olmasıdır. Bu yüzden olayların yansıtılması konusunda akla kara birbirine karıştırılıyor. Örneğin Irak'ta sıkça şiddet eylemleri oluyor. Orada işgale karşı bir bağımsızlık mücadelesi olduğundan medyanın bu olayların tamamını direnişçilere mal etmesi zor olmuyor. Ancak eylemlerden bazıları insan aklının ve fıtratının reddettiği türden olduğu gibi işgale karşı verilen mücadeleye ne gibi yarar sağlayacağı konusunda da net bir şey söylenmesi mümkün olmuyor. Bu konuda bir başka örnek ise Gürcistan ve Ukrayna'da gerçekleşen halk ayaklanmalarına ABD bağlantılı birtakım lobilerin ellerinin karışmış olması sebebiyle Mısır'daki kitlesel hareketlenmenin de aynı kategoriye sokulmasıdır. Tabii böyle bir havanın estirilmesi kamuoyuna yön vermeye çalışan medya organlarının asılsız haberler yaymalarını ve bu yolla zihinleri bulandırmalarını kolaylaştırıyor. Özbekistan'da zulme karşı ayaklanmanın olduğu günlerde Türkiye'de bazı medya organlarının at üstünde fotoğrafı çekilmiş ve "isyancıların lideri" olarak lanse edilen Bahtiyar Rahimov'un "Kerimov rejimini yıkıp İslâmî bir yönetim getirecekleri" iddiasında bulunduğuna dair haber yayınlamaları da bizim kanaatimize göre bir kafa bulandırma operasyonuydu. O haber muhtemelen fotoğrafa göre haber uydurma uygulamasının yeni bir ürünüydü. Biz Andican'da zulme başkaldırının başladığı günlerde yazdığımız yazıda, eylemcilerin sistemi kökten değiştirme gibi bir iddiada bulunmayıp Kerimov zulmünün son bulmasını ve dünyanın bu zulümden haberdar olmasını istediklerini dile getirmiştik. Ayrıca bu tür hareketlenmelerden büyük şeyler beklemenin hayal kırıklığına götürebileceğini, dolayısıyla her şeye boyuna göre elbise biçmek gerektiğini hatırlatmıştık.

Hadiseler ve İnce Ayarlar

Hadiseleri ve bize gelen haberleri tahkik ederken öncelikle günümüzdeki etkin haber kaynaklarının yeterince güvenilir olmadığını her zaman göz önünde bulundurmak zorundayız. Bu durumda eğer bizi mutmain edecek doğru ve güvenilir bilgilere ulaşamıyorsak şüpheciliğimizi kardeşlerimiz, inancımız ve değerlerimiz lehinde işletmeliyiz. Bununla şunu söylemek istiyoruz: Bir haber geliyor ve bu haber bizi, dertleriyle dertlenmemiz gereken kardeşlerimiz hakkında şüpheye, kötü zanna yöneltiyor. O zaman haberin doğruluğu kesinleşinceye kadar haberden şüphe ederek kardeşlerimiz hakkındaki hüsni zannımızı korumamız daha güzeldir. Haberin doğruluğunun kesinleşmesinin iki farklı kaynak tarafından verilmesiyle değil güvenilir ve doğruya ulaşma kriterlerini iyi uygulayan farklı kaynaklar tarafından verilmesiyle belki mümkün olabileceğini de aklımızdan çıkarmamalıyız.

Yine haberleri doğrulama imkânlarımızın olmadığı yerde aklî muhakememizi devreye sokabiliriz ki geçmişte bu metot tarihçilerimiz ve hadis usulcülerimiz tarafından özellikle uygulanmıştır. Örneğin Irak'ta gerçekleştirilmiş ama bizim onaylamadığımız bir eylemin direniş gruplarından biri tarafından sahiplenildiğine dair kesin bilgi yoksa bu eylemin onlara ne yarar sağlayacağı sorusunu kendimize sorarak bir neticeye varabiliriz. Yukarıda Bahtiyar Rahimov örneğinde zikrettiğim habere bakış tarzımı belirlerken de ben şahsen böyle bir aklî muhakeme yapmayı tercih ettim. Ayrıca bu açıklamanın eylemcilerin diğer açıklamalarıyla çelişmesi de beni böyle bir neticeye götürdü. Zaten bu tür çelişkiler günümüz medyasının yalanlarını ortaya çıkarmada en çok işimize yarayacak araçlardır. Ne var ki insanlarımız bu çelişkileri çoğu zaman gözden kaçırırlar.

Hadiseleri tahlil ederken ayrıca ümit ve vakıayı birbirine karıştırmamak gerekir. Biri kalkıp büyük ümitler dağıtabilir. Ümitli olmak, büyük ümitler beslemek iyidir. Zaten ileriye dönük mücadelemizde azimli olabilmemiz büyük ümitler beslememize bağlıdır. Ama vakıayı da gözden uzak tutamayız. Dolayısıyla birileri büyük iddialarda bulunmuşsa onu vakıanın süzgecinden geçirerek söylenenlerin gerçekçilik yanını tespit edebiliriz. Eğer gerçekçi bulmuyorsak, önce öyle şeylerin söylenip söylenmediğinden yani haberin bizzat kendisinden şüphe etmeli, haberin doğruluğunun kesinleşmesi durumunda ise vakıaya göre bir aklî değerlendirme yapabilmeliyiz.

Her Taşın Altından ABD Çıkarmak

Son dönemde insanlarımızın düşünce yapılarını ve olaylara bakışlarını en çok tehdit eden gelişmelerden biri her taşın altından ABD ve İsrail çıkarma gayretkeşliğine girilmesi olmuştur. Bu yaklaşım ne yazık ki en çok ABD'nin ve işgalci siyonistlerin işine yaramaktadır. Çünkü bu yolla ABD ve İsrail balonu daha fazla şişirilmekte böylece onların büyük önem verdikleri psikolojik savaşa malzeme çıkarılmış olmaktadır. Biz daha önce bu konuyla ilgili muhtelif yazılar yazdık. Dolayısıyla burada ayrıntısına girmeksizin sadece son gelişmelerle ilgili bazı değerlendirmeler yapmak istiyoruz. Bazı ülkelerdeki dikta rejimlerinin devrilmesi muhtelif medya organları tarafından ABD'nin kadife devrimleri olarak nitelendirildi. Böyle olunca Mısır'da ABD ve İsrail ile yakın irtibat içinde olan Hüsni Mübarek zulmüne karşı başlatılan başkaldırı da bazıları tarafından "kadife devrim" olarak gösterilmek istendi. Bazı kaynaklarda bu gelişmeler ABD'nin Ortadoğu'ya yeniden şekil verme operasyonunun bir parçası olarak lanse edildi. Mısır'daki kitlesel hareketlenmede en etkili güç Müslüman Kardeşler cemaati olduğundan Amerikan emperyalizminin bu cemaatle diyalog içinde olduğuna dair tamamen asılsız haberler yayıldı. Eğer ki ABD'nin Kerimov zulmüne açıktan destek verdiği görülmeseydi belki aynı türden haberler Özbekistan'daki ayaklanma hakkında da yayılabilirdi. Çünkü buradaki olayların Kırgızistan'daki gelişmelerle irtibatının kurulması daha kolay olacaktı. Kaldı ki biz Kırgızistan'daki ayaklanmanın ABD tarafından yönlendirildiği iddialarının da doğru olmadığı, sadece burada dikta sistemini devirenlerin ABD ile işbirliğine yatkın olmaları sebebiyle bu sonucun ortaya çıktığı kanaatini taşıdığımızı hatırlatalım.

Müslümanlar Arasında Güven Yıpranması

ABD bir yandan, İslâm coğrafyasındaki tüm hareketlenmelerin kendi kontrolünde gerçekleştiği intibaı verme amacına yönelik haberleri yaymaya çalışırken bir yandan da zaman zaman ilginç spekülasyonlar yapıyor. Örneğin Büyük Ortadoğu Projesi'nin kültürel zeminini oluşturmak amacıyla şu kadar para tahsis ettiği, Amerikan elçilerinin filanca kişileri çağırıp kendileriyle görüştükleri vs. gibi haberler yayılıyor. Arada bir "ılımlı İslâm" teorisi etrafında bazı isimlerin öne çıkarılması söz konusu oluyor. Bu tür spekülasyonlar ne yazık ki Müslümanlar arasında ciddi güven sarsılmasına sebep oluyor. Biz burada ABD'nin Müslümanların inanç ve değerlerini tahriş etme amacına yönelik projelerinin olmadığını ileri sürmüyoruz elbette. Bu tür projelerinin olduğu kesindir ve zaten belli oranda gün yüzüne de çıkmıştır. Ama Amerika'nın bu tür projelerinin olması bizim insanlarımızın birbirlerine şüpheyle bakmalarına, düşünce önderlerimizle kitleler arasında ciddi güven sarsılmalarına malzeme teşkil etmemeli.

Kriterlerimiz de Bize Ait Olmalı

İslâm dünyası oldukça tehlikeli ve çalkantılı bir dönemden geçiyor. Bu dönemde Müslümanca bakış daha bir ehemmiyet kazanmıştır. Ama Müslümanca bakışı, alanı iyice daraltarak etrafımıza duvar örmek şeklinde anlamaya kalkışırsak çıkmaz sokağa girmiş oluruz. Burada şer'î ve aklî kriterlerimizi devreye sokmalıyız. Olayları, insanları ve oluşumları değerlendirirken, onlar karşısında tavırlarımızı belirlerken başvurduğumuz kriterlerimiz de bize ait olmalı.

Öncelikle başkalarının iftiraları, asılsız haberleri bizim kendi insanlarımızı mahkûm etmemize dayanak teşkil etmemeli. Beraeti zimmet esastır ilkesini her zaman nazar-ı dikkate alarak ispat edilmemiş ithamlara dayalı hükümler vermekten son derece kaçınmalıyız. Düşman bizim insanımızı bazen hedefe yerleştirerek bazen de kendisiyle aynı safta, aynı kategoride göstererek yıpratmaya çalışıyor. Bunların her ikisi de oyundur ve her iki oyun karşısında da Müslüman feraseti göstermek zorundayız.