Vahşetin Amerikancası
Akit'e bu hafta yazdığımız yazıda ABD başkanı Clinton'un pisliklerinin kamufle edilmesi için gerçekleştirilen son Irak saldırısının fikri ve siyasi boyutu üzerinde biraz durmaya çalıştık. Bu yazımızda da başta ABD olmak üzere çağdaş sömürgeci güçlerin sicillerini kısmen gündeme getirmek onların zulüm ve vahşette nasıl sınır tanımadıklarını gözler önüne sermek istiyoruz.
Başta ABD olmak üzere Batılı çağdaş sömürgeci devletlerin sadece son elli yılda çıkarmış oldukları savaşlarda hayatlarını kaybedenlerin, perişan olarak sürünmeye mahkum edilenlerin sayısı on milyonları bulmuştur. İşte bu sömürgeci anlayışın yirminci yüzyılda sergilediği vahşetten birkaç örnek:
ABD eski Adalet bakanı Ramsey Clark'ın başkanlığında Körfez savaşıyla ilgili bir araştırma yapmak üzere "Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi" adıyla bir konsey oluşturuldu. Konseye dünyanın çeşitli ülkelerinden üyeler tayin edildi ve bu konsey uzun süren bir araştırma sonrasında Körfez savaşının birinci müsebbibi ve kahramanı Georges Bush'u savaş suçlusu ilan etti. Konsey başkanı Ramsey Clark da, konseyin tespitlerini şu şekilde özetledi: "Körfez savaşı sırasında ABD ve müttefikleri Irak'a, Hiroşama'ya atılan atom bombasının yedi katına denk bomba attılar. Bunlardan sadece % 7'sinin belli bir hedefi vardı. Atılan bombaların % 60'ı doğrudan sivil halkı hedef aldı. Bu savaşta nükleer savaş başlığı dışında her türlü silah kullanıldı. Bombalamalar sonucunda Irak'ta 51 cami, 28 hastane, 687 okul imha edildi. Savaşın sonuçları nedeniyle kötü beslenme yüzünden 45 bin Iraklı çocuk öldü." Ramsey Clark'ın öncülüğündeki Uluslararası Savaş Suçluları Mahkemesi, raporunu 30 ayrı ülkede bir yıl kadar süren inceleme ve araştırmalar sonucunda hazırlamıştı. Raporda başta ABD başkanı George Bush olmak üzere, ABD yönetiminin bütün üst düzey yetkililerinin dünya barışına ve insanlığa karşı ağır suçlar işledikleri dile getirildi. Raporda, Bush'un Körfez Savaşı'yla ilgili olarak 19 ayrı suçu işlemekten sorumlu olduğuna işaret edildi."
Somali, Batı ülkelerinin uyguladıkları sömürgeci politikalar dolayısıyla yıllardan beri açlık ve fakirlikle pençeleşen bir ülkedir. Bu ülkede 1992 yazında ciddi bir açlık faciası yaşandı. 1.5 milyon insan açlık yüzünden ölme tehlikesiyle karşı karşıya geldi. Bunun yanı sıra sayıları 300 bin'i bulan 6 yaşın altındaki çocuk bir aydan daha kısa bir süre içinde öldü. Uluslararası yardım teşkilatları, açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya bulunan Somalililerin tümünün kurtarılabilmesi için 22 milyon dolara ihtiyaç olduğunu açıkladılar. Ancak Körfez'deki çıkarlarını koruyabilmek için milyarlarca doları birkaç gün içinde feda edebilen Batı ülkeleri Somali'deki 1.5 milyon insanın kurtarılması için ihtiyaç duyulan 22 milyon doları vermekten kaçındılar. Somali'deki aç insanların kurtarılması için gerekli olan 22 milyon doları vermeyen ABD, Afrika Burnu denilen bölgeyle ilgili hesapları için yaptığı askeri harekatta bunun birkaç katı harcama yapmaktan çekinmedi. Amerikan askerlerinin bu harekatta o aç ve zavallı insanları yerlerde sürüklemelerinin oluşturduğu vahşet manzaraları hala gözlerimizin önünden gitmiş değil.
Amerikan Kongresi, 1987 yılında kabul etmiş olduğu bir kanunla Amerika'daki ilaç şirketlerinin, kullanım süresi geçmiş veya insanlara zararlı olduğu tespit edilmiş ilaçları başka ülkelere satmalarını serbest bıraktı.
ABD'nin ihraç ettiği tarım ilaçlarının % 25'ini, ABD'de satışına izin verilmeyen tehlikeli ilaçlar oluşturuyor. Öbür yanda dünya istatistiklerine bakıldığında, her yıl 750 bin kişinin tarım ilaçlarından zehirlenerek öldüğü öğreniliyor. Ama insanlık olayın arka planından habersiz. Sayıları her yıl 750 bini bulan tarım ilaçları maktullerinin asıl katillerinin ABD ve Avrupa ülkeleri olduğundan kimsenin haberi yok. Yeri gelmişken ABD'den en çok zehirli tarım ilacı alan ülkeler sıralamasında Türkiye'nin altıncı sırayı aldığını hatırlatmakta yarar görüyoruz.
Amerikalı uzmanlar 1943'ten beri atom sanayisinde çalışan 600 binden fazla insanı kalıcı ve belki de ölümcül hastalıkların alıp götürdüğünü kabul ediyorlar. 25 yılı aşkın bir süre "Nevada Test Merkezi"nde çalışan ve daha sonra "Test Merkezi Radyasyon Kurbanları Derneği"ni yöneten Ben F. Levy, meslektaşları olan ve kasıtlı olarak ölüme gönderildiklerinden dolayı hayatlarını kaybeden 33 erkek işçinin ölüm belgelerini topladı. Levy, "Bize her zaman endişe etmememiz gerektiğini söylerlerdi, ama beş yıl sonra hastalıklar çıkageldi" diyerek hatırlatmada bulundu. Amerika kendi askerlerini nükleer testlerde kobay olarak kullanmaktan da çekinmedi.
ABD'nin eski dışişleri bakan vekili Georges Bale, İsrail'in arkasında ABD'nin olduğunu ve İsrail'in Filistinlilere yönelik zulmünü işleyebilmek için ABD'den korkunç derecede yardım aldığını bildirdi. Georges Town Üniversitesi'nde Amerika'daki Arap Mezunlar Cemiyeti'nin düzenlediği "40 Yıl Sonra Filistin ve İsrail" konulu bir seminerde konuşan Georges Bale, ABD'nin Filistinlilere kabul ettirmeye çalıştığı barış planlarının da İsrail'i korumayı amaçladığını söyledi. Bale, ABD'nin Birleşmiş Milletler teşkilatı kanalıyla da İsrail'i korumaya çalıştığını ifade ederek ABD'nin o ana kadar BM'de kullandığı 20 vetodan 16'sının İsrail için olduğuna dikkat çekti.
Kızılderililer Amerika'nın yerlileridirler. Ancak bugün Amerika kıtasında çok az kızılderili mevcuttur. Çünkü bunlar ciddi bir soy kırımıyla karşı karşıya gelmişlerdir. Bu soykırımında 70 milyon kızılderili yok edildi. Avrupa'nın ünlü seyyahlarından ve Amerika kıtasının kaşifi olarak bilinen Kristof Kolomb'un bu kıtaya girmesiyle birlikte kızılderili katliamı başladı.
İngiliz Channel 4 televizyonu yayınladığı bir programında gizli belgelere dayanarak İngiliz Hava Kuvvetleri'nin 1920-30 yılları arasında Irak'ta Kürt köylerine yaptıkları saldırılarda binlerce sivili öldürdüklerini bildirdi. Saldırıların gerçekleştirildiği tarihlerde İngiliz Hava Kuvvetleri 30. Filo komutanlığı yapmış olan M. Gale programda yaptığı konuşmada "Kürtlerin uygar yaşam biçimi konusunda bizi örnek almamaları durumunda onları yola getirmemiz gerekiyordu. Bunu da bombalar ve silahlarla yapıyorduk" diye söyledi.
Gelişmiş Avrupa ülkeleri tarafından beslenen Sırpların 1992 yılında Bosna - Hersek'te gerçekleştirdikleri katliam Batı'nın gerçek yüzünü ortaya koydu. Kuveyt'teki çıkarlarının tehlikeye girmesinden dolayı bütün dünyayı ayağa kaldıran ABD, şartlarının ve imkanlarının Sırplara karşı fiili bir harekette bulunmaya müsait olmadığını söyledi. Batılıların bu tutumu onların Müslümanlar karşısındaki haçlı ruhlarını ve Ortaçağ anlayışlarını kaybetmediklerini gösteriyordu.
Uluslararası Af Örgütü genel sekreteri İan Martin bir açıklamasında ABD'nin bütün dünyada kendini insan hakları savunucusu olarak göstermesine rağmen kendi uygulamalarında insan haklarını hiç gözetmediğine dikkat çekti. İan Martin, bu ülkede polislerin tutuklulara işkence etmelerini, bazı eyaletlerinde uygulanan ölüm cezalarını ve siyasi baskıdan kaçan bazı mültecileri zorla ülkelerine geri göndermesini ABD ile ilgili iddialarına gerekçe olarak gösterdi.
Torontolu araştırmacı James Bacque, Amerikan ordusunun kaynak ve arşivlerine dayanan bir araştırmasında 1945-46 yıllarında Amerikan ordusunun açtığı esir kamplarında 1 milyon Alman askerinin kasten açlığa mahkum edilerek öldürüldüğünü ortaya çıkardı.
ABD yönetiminin Wietnam savaşı başta olmak üzere son yüzyıl içerisinde girdiği savaşlarda çoğunlukla yoksul tabakaya mensup olanları ve zencileri savaştırdığına çeşitli yayın organlarında dikkat çekilmiştir.
Başta ABD olmak üzere Batı ülkeleri bugün "İnsan hakları" davasının sahibi olarak görünmeye gayret etmekte ve adeta kendilerini "insan hakları"nın resmi murakıbı olarak göstermeye çalışmaktadırlar. Oysa yukarıdaki bilgiler Batılıların atalarından devralmış oldukları ve bugün hala ayakta tuttukları bu anlayışla "insan hakları"ndan söz etmeye haklarının olmadığını gösteriyor.