Aralık 2004, Ribat dergisi
Mehmed Akif'in "Çanakkale Şehitlerine" başlıklı şiirini bir de Ramazan bayramı öncesinde başlayan ve altı gün süreceği söylendiği halde haftalarca süren Felluce savaşını göz önüne getirerek okuyun. Akif bu şiirde, Batı'ya hâkim zihniyetin ruhuna işlemiş o vahşeti benzersiz bir şekilde tarif etmiş. Dün Çanakkale Boğazı'na dayananları tarif ederken, bugün Felluce'de kendi öz yurtlarına sahip çıkmanın dışında bir şey yapmayan mü'minlerin üzerine ateş yağdıranları da tarif etmiş:
"Ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde gösterdiği vahşetle: "Bu bir Avrupalı!"
Felluce'ye ateş yağdıranların başını "Amerikalı" çekiyor. Ama yıllarca İslâm âlemini sömürerek Büyük Britanya İmparatorluğu'nu kuran İngiltere de bir "Avrupalı" sıfatıyla fakat bu kez Amerika'nın finosu olarak orada.
"Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk!"
Felluce'de birtakım tabularla dünyaya hükmetmeye çalışan çağdaş emperyalizm kendi putlarını yedi. Hani "insan hakları, demokrasi" kavramları çağın tabuları haline getirilmişti. Bütün akvam-ı beşerin bu tabuların önünde saygı duruşuna geçmesi gerekiyordu. Ama baktık ki bu tabuları yiyen bizzat ABD olunca kimsenin kılı kıpırdamıyor. Gördük ki bu kavramları kendi saltanatlarını güçlendirmek için kullanmaya çalışan çağdaş emperyalizminin farklı kollarının önemli bir ortak özellikleri var: Vahşetler denk!
"Maske yırtılmasa hâlâ bize afetti o yüz…
Medeniyet denilen kahpe, hakikat yüzsüz!"
Evet, yırtıldı Felluce'de bütün maskeler. Hani ABD Ortadoğu'ya demokrasi ihraç edecekti. Bugün "ılımlı" bulunduğu için Bush'un hükümetinden istifa etmeye zorlanan eski Dışişleri bakanı Powell, bir demokrasi ihracı teorisi geliştirmişti. O çirkin yüzleri örten maskeler yırtılmasaydı belki birtakım safdiller bu adamları hâlâ demokrasi ve insan hakları konusunda samimi zannediyor olacaklardı. Ama gördük ki "çağdaş, uygar ve demokrat" sanılan kahpe yüzler gerçekte yüzsüz imişler!
"Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir, savrulur enkaz-ı beşer!"
Şu tarif edilen manzaraya bakın. Yine Akif'in ifadesiyle tarih tekerrür ediyor. Tekerrür ediyor, çünkü asırlar önce Kudüs'ü işgal ederek bütün caddelerini insan kanına boyayan, dün Çanakkale kapılarına dayanan ve bugün Felluce'yi kuşatmaya alan zihniyet hep aynı. Teknoloji onların hayatlarını kolaylaştırdı ama kafalarına hâkim zihniyeti değiştirmedi. Biz teknolojiyi medeniyet sandık ve "Batı medeniyeti" deyip durduk. Oysa "haçlı zihniyeti"nin acaba medeniyetten bir pay alması mümkün müydü? Kanla beslenen sistemlerin insanlığa medeniyet sunması beklenebilir mi? Haçlı dünyası asırlar boyunca hep sömürgeci ve saldırgan oldu. Şimdi de Felluce'de her tarafa ölüm saçıyor. Gökten ölüm indiriyor, yerden ölü püskürtüyor. Bir de bakıyorsunuz ki caddeler enkaz-ı beşerle, cesetlerle dolmuş. Haçlı orduları bu cesetlerin kaldırılmasına, gömülmesine bile fırsat vermiyor. Sokak köpekleri parçalıyor cesetleri. Sonuçta caddelerden bütün halinde cesetleri değil parçalanmış organları toplamak zorunda kalıyor insanlar. Akif'in tarif ettiği gibi:
"Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak;
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak, sağnak!"
İnsanlar havaya baktıklarında bulut yerine üzerlerine bomba yağdıran uçak sürülerini görüyorlar.
"Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyare."
Karada direnişçilerle, göğüs göğüse karşı karşıya gelmekten korkan o korkak ruhlu saldırganlar geliştirdikleri teknolojiyi böyle havadan ateş yağdırmak için kullanıyorlar. Bu mudur yoksa "çağdaş uygarlık" dedikleri? Teknoloji ile uygarlığı birbirine karıştıranlar yanıldıklarını bir kez daha görsünler şu manzaraya bakarak.
Ama bütün bu vahşi saldırılar karşısında, bir mü'min duyarlılığı ile yaklaşanların göğüslerini kabartan bir mücadele var. İşte bu mücadele yüreklerimize su serpiyor ve geleceğe ümitle bakmamıza vesile oluyor. Tıpkı Akif'e ümit veren, gönlünü rahatlatan o mukaddes mücadele gibi:
"Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!"
Bugün Felluce'ye dökülen haçlı çapulcuları, Ortaçağ'ın haçlı çapulcularından hiç farklı değiller. Onlar kendilerini adeta it sürüleri gibi oraya sürenlerin zorlaması sebebiyle savaşıyorlar. Ama karşılarında imanları gereği vatanlarını, namuslarını ve kutsal varlıklarını savunanlar var.
"Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından!
Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?"
Haçlı çapulcularından biri öldürülse hemen diğerlerinin yüreklerini ölüm korkusu sarıyor. Bu yüzden ciddi moral problemleri yaşıyorlar. Ama imanlarıyla direnenler yanlarında yatan şehit kardeşlerini gördükçe cesaretleri artıyor. O şehitlerin intikamını almadan yaşamanın kendileri için zillet olacağını düşünüyorlar.
"Şüheda gövdesi bir baksana, dağlar, taşlar…
O rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar!"
Haçlı sürüleri havadan sürü gibi uçaklarıyla bomba yağdırırken, iman güçleriyle savaşarak Allah'ın huzuruna çıkan şehitlerin gömülmesine bile fırsat bulunamıyor. Ama ne gam!
"Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber."
Burada verdiğimiz mısralar ve aynı şiirde geçen diğer mısralar gösteriyor ki haçlı ruhu değişmemiş. Değişmesi de mümkün görünmüyor. Onun hedefi "terör" vs. değil. Onun hedefi İslâm, onun hedefi Müslümanlar. Bu saldırgan ruha karşı Müslümanların da tek bir ümmet olduklarını fark etmeleri, bu bilinçle hareket etmeleri gerekir. Ramazan ayına denk gelen sayı için yazdığımız yazıda ümmet bilinci üzerinde durmuştuk. Bugün haçlı sürülerinin bu derece azgınlaşmalarının en önemli sebebi Müslümanların ümmet kimliğini ve bütünlüğünü kaybetmiş olmalarıdır. Haçlı azgınlarına dur diyebilmek için yeniden ümmet olmaya, ümmet bütünlüğünü önce ruhlarımıza sonra da toplumsal hayatımıza hâkim kılmaya ihtiyacımız var.
Felluce de tıpkı Çanakkale gibi bir ribat noktasıdır. Burada ribat derken sınır noktasını kastetmiyorum. Düşmanın ileriye dönük planlarının durdurulması için korunması gereken bir kapı olduğu anlamını kastediyorum. Aynı şey Filistin için de söz konusudur. Siyonist işgalcilerin Filistin'deki direnişi kırmaları ileriye dönük planlarının önünün açılmasına imkân verir. Felluce'deki direnişin kırılması ise Irak'taki işgalcilerin bir başka saldırı planlarını devreye sokmalarına imkân verir. Bu yüzden buralarda mücadele verenler sadece o bölgede yaşayan insanlar için değil tüm ümmet adına bu mücadeleleri sürdürmektedirler. Kendilerini feda ederek ümmete yönelen daha başka tehlikelerin önünü kesmektedirler. Bu itibarla ümmetin buralardaki mücadelelere sahip çıkması, destek vermesi gerekir.
Ne yazık ki Irak'ta siyasi hesaplar içindeki bazı ekoller ve akımlar Felluce direnişine gereken desteği vermeyerek çok büyük bir hataya düşmüşlerdir. Bu ekoller kendilerinin Irak'ın geleceğiyle ilgili siyasi hesaplarını ABD ile pazarlık yoluyla devreye sokabileceklerini düşündüklerinden işgalcilerle karşı karşıya gelmek istememiş ve bu yüzden Felluce'de sürdürülen direnişe gereken desteği vermemişlerdir. Oysa işgalci saldırgan ABD, bugün Felluce'de, Ramadi'de ve yer yer Bağdat'ta direniş olduğundan dolayı onlarla pazarlık kapısını açık tutuyor. Onların siyasi taleplerini de içi açılmamış bir paket gibi saklayarak, bir ümitlendirme malzemesi olarak değerlendiriyor. Bu paketi kullanarak söz konusu ekollerin kendileriyle karşı karşıya gelmelerini engellemeye çalışıyor. Oysa ABD eğer ki kendisini zorlayan direnişlerden kurtulacak olsa, kendisini onlarla pazarlığa zorlayan sebeplerden de kurtulmuş olacağını düşünecek ve onları avutmada kullandığı paketi ya rafa kaldıracak ya da tamamen çöpe atacaktır. Ne yazık ki ABD işgal güçleriyle siyasi pazarlığa girdiğinden dolayı Felluce'deki direnişe destek vermekten, işgalci saldırganların burada sergiledikleri vahşete karşı tavır koymaktan çekinenlerin başında da Ali Sistani gelmektedir. Sistani'nin bu tutumu temsil ettiği konuma hiç de uygun düşmemektedir.
Bush'un başkanlık seçimlerini tekrar kazanabilmek için, seçimlerin yaklaştığı günlerde saldırılarını artırması oldukça düşündürücüydü. Çünkü bu saldırılar bir tür seçim propagandası mahiyeti taşıyordu. Onun bu tarz bir propagandaya ihtiyaç duyması kendisini destekleyecek lobilerin ve bu lobiler tarafından yönlendirilmeye müsait kitlelerin anlayışını ortaya koyması açısından son derece ibret vericiydi. Biz söz konusu saldırılarla ilgili muhtelif yorumlarımızda bunların bir tür seçim propagandası olduğuna dikkat çekmiştik. Nitekim ikinci kez seçilebilmesi söz konusu propagandanın amacına ulaştığını ortaya koydu.
İkinci kez seçilmekten bayağı cesaret alan Bush'un şiddet politikasını daha da artırma temayülünde olduğu müşahede ediliyor. Bu amaçla eski hükümetinde "ılımlı" olarak gösterilen birtakım isimleri bile tasfiye ederek, yerlerine "şahinler" olarak nitelendirilen isimleri yerleştirdi. Aslında bu, bir ılımlı - şahin farkını ortaya koymuyor. Çünkü eski Dışişleri bakanı Colin Powell'i "ılımlı" olarak görmek son derece safdillik olur. Gerçekte Bush'un veya ona akıl verenlerin yapmak istedikleri "isimlere" dayalı bir psikolojik savaştır. ABD, Afganistan ve Irak'ta silah ve asker gücüne dayalı psikolojik savaşının bayağı yıprandığını ve yara aldığını gördü. Bu yüzden şimdi isimlere dayalı bir psikolojik savaş başlatmış bulunuyor.
Bush, izlediği tutumuyla tüm dünya üzerinde bir korku ve dehşet saltanatı kurmaya çalıştığını gösteriyor. Yani tam anlamıyla Hitler'in yoluna girmiş durumda. Ancak bu yol onun öncülüğünde Amerika'yı bir çıkmaza ve uçuruma doğru sürüklemektedir.
ABD emperyalizmi azgınlık ve saldırganlıkla gücünü kabul ettirebileceğini ve hedeflediği dünya saltanatını kesinleştirebileceğini umuyor olabilir. Ancak azgınlık ve saldırganlık onu kurtaramayacaktır. Irak'ta yaşadığı realite onun dünyaya lanse ettiğinden çok farklıdır. Buradaki çatışmalarda verdiği gerçek kayıplarını gizlemekte ve sürekli dünya Müslümanlarını moral yönden yıpratacak nitelikte haberler yaymaktadır. Bu gerçekleri dünya kamuoyundan gizleyerek hadiseleri farklı bir şekilde yansıtması belki sürdürdüğü psikolojik savaşta işe yarayabilir ama yine de gerçekleri değiştirmeyecektir. Felluce'de altı gün içinde bitireceğini sandığı savaş haftalar sürdü ve bu süre içinde çok sayıda asker kaybetti. Bütün bu kayıplar askerlerindeki yıpranmayı artırmakta, savaş gücünü azaltmaktadır. Dolayısıyla ileriye dönük hesaplarını zorlaştırmaktadır. İşin gerçeğinde Felluce'de ve Irak'ın diğer bölgelerinde direnenlerin en önemli problemleri kendi aralarından çıkan hainlerdir. Eğer o hainler olmasaydı Amerikan işgalcilerin işi şimdiye kadar bitirilmiş olacaktı.