Bush'un Seçilmesi ve İslâm Dünyası

7 Kasım 2004 Pazar, Vakit gazetesi

İslâm dünyasının kanların ve silahların gölgesinde adeta bir seçim mevsimine girdiği dönemde ABD'de de seçim heyecanı vardı. İslâm dünyasındaki seçim mevsiminin silahların gölgesinde geçmesinde ABD'deki seçim heyecanının da önemli rolü vardı. Çünkü bu ülkede iş başındaki başkan yeniden aday olmuştu ve o propagandasını saldırılarla, kanla yapıyordu. Sonuçta onun ikinci kez başkanlığa seçilebilmesi bu propaganda tarzının işe yaradığını ortaya koydu. Bu durum ise ABD'deki yönlendirici lobilerin ve seçici kitlenin çizgisini ortaya koyması açısından ibret vericidir.

Bush propagandasını kanla yaptığı gibi başarı kutlamasını da kanla yaptı. Aynı gün Felluce'ye yoğun hava saldırısı düzenleterek yeni bir katliam gerçekleştirdi. Bizim bu yazıyı yazdığımız sırada da Irak'taki işgalci güçleri yine Felluce'ye geniş çaplı bir saldırı hazırlıklarını tamamlamış emir bekliyorlardı. Yapılan tehditler yüzünden de zaten Felluce ahalisinin önemli bir kısmı evlerini terk ederek muhtelif yerlere taşınma ihtiyacı duymuştu.

Bütün bu gelişmeler ve yürütülen psikolojik savaş herkeste, Bush'un seçilmesinin bir dört yıl daha insanlığın sürekli katliamlarla, kanlarla ve ABD'nin saçtığı vahşetle yüz yüze kalması anlamına geleceği kanaatinin hâsıl olmasına yol açtı. Bush, saldırganlığı ve askeri tehdidi temel strateji ve dünya hâkimiyeti ideolojisinin vazgeçilmez metodu olarak gördüğünden, bu hâkimiyet çabalarında birinci hedef olarak da İslâm dünyası seçildiğinden herkeste telaş ve endişe var.

Bush'un ve ona yön veren lobilerin İslâm dünyasını sıkı hâkimiyet altına alma amaçlı projeler geliştirdiği gerçektir. Bütün bu projelerin bir ideolojik alt yapısının olduğu da doğrudur. Ancak her şeyin önceden planlandığı ve hedeflendiği gibi gideceğinin de bir garantisi yoktur.

Öncelikle şunu ifade edelim ki ABD'nin dünya hâkimiyeti ideolojisine sahip çıkma konusunda Bush ile Kerry arasında herhangi bir fark yoktu. Bu hâkimiyetin etkili olabilmesi için askeri tehdit gücünü geliştirme ve kullanma görüşünde de Kerry, Bush'tan ayrılmıyordu. Ancak Kerry, Bush'un uygulamalarını mantıksız ve iyi planlanmamış olarak görüyordu. Bu itibarla o seçilseydi aynı amaca, belki yine aynı araçlarla ama farklı yolları takip ederek hizmet edecekti.

Asıl önemli olan ise şuydu: Kerry'nin seçilmesi ABD'nin yeni bir imaj, yeni bir veche, yeni bir kan kazanması anlamına gelecekti. Bush'un uygulamalarından nefret edenler artık ABD'ye hâkim zihniyetin değiştiği yanılgısına düşeceklerdi. Bazıları da Kerry'ye olumlu yaklaştıkları için değil ama Bush'tan ve döneminden iyice bıktıkları için yeni döneme sıcak bakma ihtiyacı duyacaklardı. Ama Bush'un tekrar seçilmesiyle yorgun, yıpranmış ve bütün avantajlarını kullanmış başkan tekrar seçilmiş oldu. Öyle ki birçok devlet yöneticisi onu tebrik etmekten bile sıkılma ihtiyacı duydu.

Bunun yanı sıra Bush'un yönetimindeki ABD şimdiye kadar girdiği savaşlarda önemli bir yıpranışa maruz kalmıştır. Afganistan ve Irak'taki kayıpları dünya kamuoyuna açıklanan rakamların çok üstündedir. Bu kayıplar sürekli devam ediyor. Irak'ta görev süreleri dolan askerleri yenileriyle değiştirmek yerine sürelerini iki ay uzatma ihtiyacı duyması bir tükeniş habercisi değil midir?

ABD, konvansiyonel olarak isimlendirilen savaş metotlarında gerilla güçleri karşısında önemli kayıplar verdiğinden şimdi psikolojik savaşının malzemesi olarak elindeki nükleer silah tehdidini öne çıkarmaya çalışıyor. Buna bir gerekçe oluşturmak amacıyla da İran'ın nükleer silah geliştirme projeleri olduğu iddialarını kullanıyor. Ama ABD'nin nükleer tehdidini öne çıkarması sadece belli bir bölgeyi değil tüm insanlığı rahatsız eder. Yani Bush'un psikolojik savaş metotları onun gittikçe Hitler kimliğine bürünmesine sebep olmaktadır. Böyle bir şey de dünya genelinde hem halklarda, hem de yönetimlerde rahatsızlığı artırmaktadır. Dolayısıyla bir yerde dizginlenmesine ihtiyaç duyulacaktır.

Bugün ABD ve İsrail'i cesaretlendiren en önemli etken dünyanın sessizliğidir. Fakat biz gidişatın değişeceğini umuyoruz. ABD, bundan önceki Körfez savaşında bazı istisnalar dışında bütün dünyayı arkasına almıştı. Afganistan'ı işgal ederken "terör" gerekçesini kullanarak yine arkasında önemli bir destekçi cephe oluşturabildi. Fakat Körfez savaşındaki kadar kapsamlı değildi. Irak'a saldırırken destekçilerinin sayısı bayağı azaldı. Ama destek vermeyenler engel de olmadılar. Suriye'ye yönelik şiddet politikası bazılarıyla hesaplarının karışmasına yol açtı. Bu şiddet politikasını askeri şiddete dönüştürmesi durumunda pasif tepkilerin aktif tepkilere dönüşmesi muhtemeldir. Nükleer tehdidin öne çıkması durumunda ise ABD dün arkasında bulduğu bazı güçlerin karşısına geçtiğine şahit olabilir.