Haçlı İttifakına Dönüşen NATO

24 Haziran 2004 Perşembe, Vakit gazetesi

Bilindiği üzere NATO'nun kuruluşunda kullanılan gerekçe komünist tehditti. Bu yüzden doğu bloğunun çökmesinden ve söz konusu tehdidin ortadan kalkmasından sonra NATO'nun varlığı tartışılmaya başlanmıştı. Çünkü kuruluşunda ve varlığını sürdürmesinde kullanılan gerekçe ortadan kalkmıştı. Bu tartışma ortamında ABD, varlık gerekçesi ortadan kalksa da NATO'nun dağılmasına taraftar olmadı.

Söz konusu tartışma ortamında NATO'nun kuruluşunun ellinci yıldönümü münasebetiyle Amerika'da görkemli bir zirve toplantısı gerçekleştirildi. Söz konusu zirvenin bu derece görkemli yapılmasının amaçlarından biri NATO'ya yeniden bir anlam ve performans kazandırmaktı. "Ellinci yıl" münasebeti de bu amaçla değerlendirildi. O zaman NATO'ya "Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (ESDI)" adıyla yeni bir fonksiyon yüklenmesi kararlaştırıldı. Söz konusu kimlik ve fonksiyonun amacı ise NATO'ya "dünya polisliği" görevinin verilmesiydi. Tabii bu polislik işini de ABD'nin çıkarları ve planları doğrultusunda yapacaktı. NATO'nun Kosova'da aktif rol almasının sağlanması da işte bu kimlikle ilgili bir gelişmedir.

NATO'ya verilen bu yeni rol ve söz konusu kimlik anlaşmasına göre artık NATO sadece bir savunma örgütü olarak kalmayacak aynı zamanda bütün sorunlu bölgelere askeri müdahalede bulunma yetkisini elinde bulunduracaktı.

Fakat ESDI kimliği, kamuoyuna pek mal olamadan ve pratik hayatta kendini gösteremeden ESKİ oldu. Bunda belki NATO'ya yüklenmesi istenen dünya polisliği fonksiyonunun ABD'nin dünya liderliği davasıyla paralel planlanmış olmasına teşkilata üye diğer ülkelerin sıcak yaklaşmamalarının rolü vardı.

Bu arada NATO'ya yeni bir fonksiyon yüklenebilmesi ve varlığına gerekçe oluşturulması için arayışlar da devam etti. İşte bu arayış ortamında "radikal İslâm" diye yeni bir tehditten söz edilmeye başlanmıştı. ABD ve işbirlikçileri, ellerindeki medya organlarını da kullanarak bu tehdidi, "terör tehdidi"yle özdeşleştirme çabası içine girdiler.

Gelinen noktada NATO'nun yeni hedefinin ve varlığına gerekçe olarak kullanılan yeni olgunun "radikal İslâm" olduğu anlaşılmaktadır. Aslında "radikal" nitelemesi bir göz yanıltmadan ibarettir. Gerçekte NATO'nun ve ona yön veren çağdaş sömürgeci güçlerin yeni hedefleri yükselen İslâmi bilinçlenme ve uyanış hareketidir. Kısacası İslâm'ın ve Müslümanlığı hayata hâkim kılma çabasının bizzat kendisidir. Bu durum karşısında NATO'nun artık bir anti-komünist askeri ittifak olmaktan çıkarak İslâm karşıtı bir askeri ittifaka dönüştüğünü söyleyebiliriz. Bu dönüşüm onu aynı zamanda bir "haçlı ittifakı" haline getirmiştir.

Burada "haçlı" kimliğinin "Hıristiyan" kimliğiyle özdeşleştirilmemesi gerektiğini de hatırlatmakta yarar görüyoruz. Her ne kadar tahrif söz konusu olsa da "Hıristiyan" veya "Nasranî" kavramı dini bir kimliği ve statüyü ortaya koymaktadır. "Haçlı" zihniyeti ise Hıristiyanlığı siyasi ve ideolojik amaçlar için kullanan bir yayılma hareketidir. Politikalarında ve araçlarında değişiklik olsa da dünkü haçlı zihniyetiyle bugünkü arasında bir farklılık olmadığını, Ebu Gureyb hapishanesinde gerçekleştirilen insanlık dışı işkence uygulamaları ortaya koymuştur. O işkenceler bugünün haçlılarının Müslümanlara duydukları kin ve nefreti aynen dünküler gibi canlı tuttuklarını gözler önüne sermiştir.

Ne kadar ilginçtir ki bir haçlı ittifakına dönüşen NATO tarihinin en görkemli zirvesini dört yüz yıl İslâm hilafetinin merkezi olmuş İstanbul'da gerçekleştirmeye hazırlanıyor.