Dünkü Saddam Bugünkü Saddam

1 Ocak 2004, Vuslat dergisi

Kasım ayında bütün dünyayı meşgul eden gündem maddelerinin başında İstanbul'da gerçekleştirilen şiddet eylemleri geliyordu. Geçtiğimiz ayın en çok konuşulan gündem maddesi ise Saddam'ın yakalanması olayıydı. Ne yazık ki uluslararası emperyalizm oluşturduğu gündem maddeleriyle kitleleri meşgul etmeyi, yönlendirmeyi ve örtülmesini istediği gelişmelerin üzerini örtmeyi başarabilmektedir. Bundaki başarısının sırrı ise silah gücünden ziyade para kaynaklarına ve bu yolla enformasyon araçlarına hakim olmasından ileri gelmektedir.

Saddam'ın yakalanmasıyla ilgili muhtelif değerlendirmeler yapıldı. Bazılarının iddialarına göre yakalanan kişi Saddam değil bir benzeriydi. Bazılarına göre de Saddam yeni yakalanmamış, daha önceden yakalanmış ama özellikle ABD'nin işine yarayacak şartlarda ortaya çıkarılması amacıyla bekletiliyordu.

Yakalandığının doğru kabul edilmesine dayalı olarak da muhtelif değerlendirmeler yapıldı. Birçoklarına göre bu, bir zalimin cezasını bulmasıydı. Saddam yaptığı onca zulmün, haksızlığın cezasını bulmuştu.

Bize göre Saddam bir zalim olduğu için cezasını çekmiş olsa da bunun bir haçlı ordusunun eliyle gerçekleştirilmiş olması İslam dünyası açısından ciddi bir ayıptır. Haçlı ordusunun Saddam'ı yakalamasını ve aşağılamasını sadece bir zalimin aşağılanması cihetiyle değil ayrıca İslam beldesinin kirletilmesi ve Müslüman halkların onurunun rencide edilmesi cihetiyle de görmek gerekir. Ayrıca unutmamak gerekir ki, Saddam'ı yakalayıp da aşağılayanlar onun şahsında mensup olduğu halkı veya kitleyi aşağıladıklarına inanmaktadırlar. Bunun yanı sıra, adalet zalimlerin eliyle tecelli etmez. Saddam cezasını çekmeli ama bunun, İslam ümmetinin onurunu rencide eden ve Müslümanların topraklarını kirleten işgalci saldırganların elleriyle gerçekleşmesi kabul edilmemesi gereken bir durumdur.

Birçoklarının yorumlarına göre ABD işgal güçleri aslında Saddam'ı önceden yakalamışlardı ama Bush yönetimi onu seçim malzemesi olarak kullanmak amacıyla bekletiyordu. Fakat geçtiğimiz ay ortaya çıkarması bu açıdan bayağı erkendi. Çünkü bu tür gelişmeler ancak sıcağı sıcağına etkisini gösterir. Üzerinden zaman geçtikten ve değişik yönlerden tartışması yapıldıktan sonra etkisini kaybeder. Bu durumda Bush yönetiminin böyle erken ortaya çıkarmasının üç sebebi olabilir: Birinci sebep: Sağlığıyla ilgili endişelerin ortaya çıkması. İkinci sebep: Irak'taki işgalci askerlerin ölümlerinin artması sebebiyle Amerika'da ortaya çıkan tepkilerin yatıştırılması ve Amerika'nın buradaki acziyetinin kamufle edilmesi, işgalci askerlere ve ailelerine yeniden doping verilmesi. Üçüncü sebep: Amerika ve İsrail işgal devletini rahatsız eden bazı gelişmelerin gündem dışına itilmesi ve dünya kamuoyunun yeni bir sıcak olayla meşgul edilmesi, bu arada dünya kamuoyunun böyle bir olayla meşgul edilmesinden istifadeyle Irak'ta ve Filistin'de yeni saldırılar gerçekleştirilmesi. Saddam'ın yakalandığının açıklanması sonrasında yaşanan gelişmeler tahlil edildiğinde, bu saydıklarımızın onun erken ortaya çıkarılmasında etkili olabileceğini gösterir.

Saddam'ın yakalanmasının bir de Irak'taki işgale karşı sürdürülen mücadele açısından ele alınması gerekmektedir. Amerikan emperyalizmi buradaki insanlık dışı saldırılarında kendini haklı gösterebilmek için işgal olayına karşı verilen direnişi Saddam'ın yönlendirdiğini iddia ediyor, direnişçilerin eylemlerini de "Saddam'ın adamlarının eylemleri" olarak dünya kamuoyuna yansıtmaya çalışıyordu. Biz daha önce de muhtelif yazılarımızda bu direnişin Saddam'ın direnişi olmadığını, işgale karşı verilen bir bağımsızlık ve hürriyet mücadelesi olduğunu, bu mücadelede de İslami anlayışın ağır bastığını vurgulamıştık. Ancak Amerikan emperyalizmi bu direnişe karşı genelde dünya kamuoyunda antipati, İslam aleminde de ilgisizlik oluşturabilmek amacıyla özellikle "Saddam'ın adamlarının savaşı" vurgusunu öne çıkarmaya çalışıyordu. Şimdi eğer Saddam'ın önceden yakalandığı ve bir yerde bekletildiği iddiası doğru ise ki ortaya çıkan görüntüler bu iddiayı doğrulamaktadır, o zaman direnişi Saddam'ın yönettiği ve yönlendirdiği iddialarının tamamen tutarsız ve realiteden uzak olduğu netlik kazanmış olur. Öyle olmadığı düşünülse bile kendini saklamakla meşgul, canının derdine düşmüş Saddam'ın böyle bir direnişi yönetmesinin ve yönlendirmesinin mantıklı olmayacağını düşünmek gerekir. Ayrıca onun yakalanmasının direnişi etkilememesi de Amerikan emperyalizminin iddialarının doğru olmadığını ispat edecektir.

Saddam'ın yakalanması Irak direnişini kesinlikle etkilemeyecek, bu direniş bütün hızıyla sürecek, bu arada Amerikan işgal güçleri kayıp vermeye devam edeceklerdir. Saddam'ın yakalandığına dair görüntülerin ortaya çıkarılmasıyla birlikte Amerika biraz gündemi değiştirmeyi, bu arada kendi halkından gelen tepkileri nispeten yatıştırmayı başardı ise de bu onun Irak'ta saplandığı bataklıktan çıkmasını sağlayamayacaktır. Amerikan emperyalizminin bu bataklıktan çıkmasının tek yolu işgal güçlerini çekmesi ve Irak'ı bu ülkenin halkına bırakmasıdır. Ama, ne yazık ki ABD bu ülkeye büyük hesaplar için girdiğinden ve İsrail işgal devletinin bazı planları da bu hesaplarla ilgili olduğundan Bush yönetimi şimdilik çıkarak bataklıktan kurtulma seçeneğini seçmek istemiyor. Ama umarız Afganistan direnişi Sovyet işgalcilere, Güney Lübnan direnişi siyonist işgalcilere boyun eğdirdiği gibi Irak direnişi de Amerikan emperyalizmine boyun eğdirecektir.

ABD Suriye'yi Sıkıştırıyor

Suriye, ABD'nin Irak'tan sonraki ikinci hedefiydi. Bush'un zannettiği gibi Saddam sultasına son verilmesiyle Irak'ta savaş bitmiş olsaydı, üçüncü bin yılın haçlı-siyonist ittifakı ordusu Suriye'ye doğru ilerleyecekti. Bu ilerleyiş de tamamen işgalci siyonistlerin hesapları için olacaktı. Çünkü işgal devleti Suriye'nin Filistin'deki direniş örgütlerine lojistik destek vermesinden ve Lübnan'daki Hizbullah'ın askeri kanadını dağıtmamasından rahatsız olmaktadır. İşgal devleti Suriye ve Lübnan'ın sıkıştırılması durumunda Filistin direnişinin dış bağlantılarına ağır darbe vurulacağını ve o zaman içerideki direnişin daha da zor durumda kalacağını, böylece Filistin direnişinin iyice köşeye sıkışacağını ummaktadır. Öte yandan Hizbullah'ın askeri kanadı İslami Direniş'in Güney Lübnan'daki milis güçlerinin savunma yapmaya devam etmesi İsrail'i rahatsız etmektedir. Bu milis güçler İsrail'in Suriye ve Lübnan'ı hedef alan saldırılarına gayet sert karşılıklar vermektedirler. Ayrıca bazen Filistin direnişine destek amaçlı eylemler düzenledikleri olmaktadır. Bu yüzden işgal devleti Lübnan sınırında çok sayıda asker bekletmek zorunda kalmaktadır. Dolayısıyla İsrail, Hizbullah'ın askeri kanadının dağıtılması durumunda hem Lübnan sınırındaki askeri güçlerini Filistin direnişçilerinin üzerine sürme, hem de Lübnan'ı istediği zaman askeri yönden tehdit etme ve köşeye sıkıştırma imkanı bulabileceğini, böylece Lübnan yönetimi kanalıyla Filistin direnişinin bu ülkedeki temsilciliklerine baskı yapabileceğini ummaktadır.

İşte siyonist işgalcilerin bu ve benzeri amaçlarının gerçekleştirilmesi için ABD, işgal ordusunu Irak'tan sonra Suriye'nin üzerine sürmeyi planlıyordu. Ama Irak'ta karşısına beklemediği bir direniş çıkınca burada bir bataklığa saplandığını gördü. Geçen zaman ABD işgal güçlerinin buradaki bataklıktan kurtulmalarının çok da kolay olmayacağını ve buradaki askeri güçlerinin gittikçe hem bedensel hem de moral yönden yıprandıklarını dolayısıyla onlarla Suriye'yi hedef alacak bir operasyon düzenlemenin mümkün olamayacağını ortaya koydu.

Askeri yönden Suriye'yi köşeye sıkıştırmanın yakın dönemde kolay olamayacağını anlayan ama bu arada bir yandan da İsrail işgal devletinin Filistin direnişi karşısındaki acziyeti sebebiyle gittikçe sıkıntıya düştüğünü gören ABD bu kez siyasi gücünü kullanmaya karar verdi. Bu amaçla ABD Temsilciler Meclisi "Suriye'nin Sorgulanması ve Lübnan'ın Saygınlığı" adını verdiği bir yasa çıkardı. Bu yasa geçtiğimiz ay ABD başkanı Bush tarafından da onaylandı. Yasa Suriye'ye çeşitli ekonomik yaptırımlar ve siyasi baskılar yapılmasını öngörüyor. Bu ülkenin Lübnan üzerindeki siyasi inisiyatifini de "işgal" olarak nitelendiriyor ve Suriye'nin bu ülkede 20 bin civarında askerinin olduğunun tahmin edildiğini iddia ederek derhal bu askerlerini çekmesi için baskı yapılmasını istiyor. Irak'a ve Afganistan'a yerleştirdiği işgal güçleriyle o ülkelerin halklarına kan kusturan bir ülkenin, sadece bir "tahmin"e dayandırılan ve herhangi bir şiddet eylemleri duyulmayan askeri varlığı işgal olarak nitelendirmesi ve derhal çekilmesini istemesi gerçekten ilginç.

Bush, söz konusu yasayı imzalarken yaptığı açıklamada, bunu onaylamasının kanunun içeriğinin aynen uygulamaya geçirileceği anlamına gelmediğini, uygulamanın Suriye'nin tutumuna bağlı olduğunu söyledi. Onun böyle bir açıklama yapmasının amacı Suriye'nin önünde bir açık kapı bırakmaktı. Çünkü mevcut şartlarda bu ülkenin önüne bütün kapıların kapatılması durumunda gerek ABD'nin ve gerekse İsrail işgal devletinin işi daha da çıkmaza girecektir. Çünkü ABD Irak, işgalci siyonist devlet de Filistin direnişi karşısında acziyete düşmüştür ve Suriye'yle iyice zıtlaşarak işi sarpa sarmak işlerine gelmeyecektir. Bilakis bu ülkeye bir pazarlık payı bırakarak yukarıda zikrettiğimiz amaçların gerçekleşmesi için diplomatik baskı araçlarından yararlanmak istemektedirler. Fakat bunu yaparken Suriye'nin İsrail'in Golan tepelerindeki işgalinin ve gerek Suriye'yi, gerekse Lübnan'ı hedef alan saldırılarının kesin olarak sona erdirilmesi, bu iki ülkede yaşayan Filistinli mültecilerin yurtlarına geri dönmelerine imkan sağlanması gibi isteklerine tamamen kulak tıkayarak zikrettiğimiz taleplerini herhangi bir karşılık vermeden elde etmek isteyeceklerdir.

Suriye, ABD başkanının söz konusu yasayı onaylamasından sonra bu ülkeye görüşme ve anlaşma çağrısı yaptı. Ama ABD dediğimiz gibi Suriye'nin isteklerini gündem dışında tutmak ve İsrail'in tüm taleplerini eksiksiz ve üstelik tamamen karşılıksız alabilmek için çağrıları şimdilik pek dikkate almadı. Bizim kanaatimize göre Suriye'nin bu çağrıyı yapmasının amacı işgalci siyonistlerin isteklerini aynen kabul ederek Amerikan ablukasının önüne geçmek değil, kendi isteklerini de ortaya koyarak haklılığını anlatmaya çalışmak veya en azından dünya kamuoyuna, Amerikan ablukasının haksız olduğunu anlatabilmek için bir fırsat elde etmektir.

Suriye'nin ABD ve İsrail'in taleplerini kabul etmesi Filistin direnişini olumsuz etkileyebilir. Ama tümüyle son bulmasına, hatta ciddi şekilde etkilenmesine sebep olmaz. Çünkü Filistin direnişi Suriye ve Lübnan'ın tavırlarına bağımlı değildir. Ayrıca Suriye'nin de söz konusu istekleri kabul etmesinin oldukça zayıf bir ihtimal olduğunu düşünüyoruz. Çünkü Suriye, ABD ve İsrail'in karşı karşıya olduğu şartların ve içine düştükleri acziyetin farkındadır.

Dünyadan Notlar

Hertzilya Konferansı: Siyonizmin Otokritiği

İsrail işgal devletinin değişik organları Hertzilya Konferansı olarak bilinen bir yıllık konferans düzenlediler. İşgal devletinin güvenlik sorunlarıyla ilgili yıllık bir toplantı mahiyeti taşıyan konferansta bu konuyla ilgili değişik konuşmalar yapıldı, raporlar sunuldu. Konuşmalarda en çok dikkat çeken işgal devletinin Filistin direnişi karşısında acziyete düştüğünün ve aldığı onca tedbire rağmen bu direnişin önüne geçemediğinin itiraf edilmesiydi. Konuşmalarda ve raporlarda ayrıca Filistin direnişinin işgal devletine ekonomik maliyeti ve doğurduğu demografik sorunlar üzerinde duruldu. Bu konuyla ilgili konuşmalarda yapılan açıklamalar işgal devletinin ekonomik yönden önemli problemlerle karşı karşıya olduğunu, güvenlik probleminin ve ekonomik sorunların tersine göçü hızlandırdığını bu yüzden de yahudi nüfusta ciddi bir azalma olduğunu ortaya koyuyordu.

"Ateşkes" Oyunu ve Filistin Direnişi

Filistin direnişi aslında İsrail işgal devletini ciddi şekilde zorlamaktadır. Hertzilya Konferansı'nda yapılan itiraflar da bu gerçeği ortaya koymuştur. Ama işgal devleti "ateşkes"i isteyen taraf olmanın işine gelmeyeceğini, çünkü bu durumda hem Filistin direnişi karşısında yenilgiyi kabullendiğinin anlaşılacağını, hem de pazarlık payının azalacağını, karşı tarafın isteklerini kabul etmek zorunda kalacağını düşünüyor. Bu yüzden Filistin tarafının ateşkes istemesini, kendisinin de bunu kabul etmesi karşılığında Filistinlilerden önemli şeyler koparmasına imkan sağlanmasını istiyor. Ne yazık ki özerk yönetimin başbakanı Ahmed Kuraya' Filistinliler adına "ateşkes" isteyen taraf olmak suretiyle işgal devletinin bu oyununa alet oldu. Filistinliler arasında diyalog amacıyla düzenlenen Kahire toplantısı da, Ahmed Kuraya'ın işte bu tutumu sebebiyle adeta bir "ateşkes" toplantısı gibi yansıtıldı. Ancak Filistin İslami Direniş Hareketi (HAMAS) ve İslami Cihad Hareketi oyunun farkında olduklarından Kahire toplantısında ateşkesi kabul etmediler. Bu konuda Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi - Genel Komutanlık ve es-Saika (Yıldırım) adlı direniş örgütleri de İslami hareketin tavrına destek verdiler.

Avrupa Müslümana İnanç Hürriyetini Çok Görüyor

"İnsan hakları" ve "demokrasi" konusunda gayet iddialı olan Avrupa ülkeleri bir türlü Ortaçağ döneminden kalma karanlık haçlı zihniyetinden kendilerini kurtaramadıklarından Müslümanlar arasında duyarlılık ve bilincin artmasından rahatsız oluyor, bu yüzden onların inanç hürriyetlerini iyice kısıtlamaya çalışıyorlar. Bu konuda "terör" olgusu etrafında medyanın kopardığı fırtınadan ve laiklik gerekçesinden yararlanmaya çalışıyorlar. Oysa yapmak istedikleri Müslümanların Müslümanca yaşamalarını engellemek ve onların Avrupa'da kendi kimlikleriyle kalmalarına fırsat vermeyerek Avrupa toplumlarına entegre olmalarını sağlamaktır. Bu doğrultuda Fransa ve Almanya, okullarda ve işyerlerinde başörtüsü takılmasını yasaklamaya çalışırken, Hollanda'daki liberaller de İslami okullara karşı savaş açtılar. Bu arada medya organları da "terör" olgusunu Müslümanlarla özdeşleştirmeye çalışarak onları rencide ediyorlar.

Şimdi Hukuksuzluğun Temelinde Terör Var

Son zamanlarda ciddi sarsıntılara sebep olan terör olaylarının özellikle mütedeyyin insanlara baskı yapılması için kullanılması dikkat çekiyor. Bu konuda dünyanın değişik ülkelerinde ortaya çıkan gelişmeler ve yapılan uygulamalar terörün hukuksuzluk ve devlet baskısı için gerekçe olarak kullanıldığını gösteriyor. Bir yandan İslami anlayışla ve yaşayışla herhangi bir ilgisi olmayan, Müslümanların da büyük çoğunluğunun reddettiği terör hadisesinin onlara mal edilmesi suretiyle üzerlerine çamur atılmaya, bir yandan da teröre dayandırılan hukuksuzluk ve resmi şiddet yoluyla onların inanç hürriyetlerinin kısıtlanmasına, kendilerine kimliklerinden dolayı baskı yapılmasına çalışılıyor. Bu da terörün belli bir amaç ve strateji doğrultusunda icra edildiğinin ve kullanıldığının apaçık bir göstergesidir. Bilinçli ve kendi değerlerine hakim Müslümanların iki yönden aleyhlerine kullanılacak terörü kendilerinin icra ettiklerini düşünmek sadece bu hadiseyi zikrettiğimiz siyaset ve strateji için kullanmak isteyen emperyalistlerin planlarına ve çıkarlarına hizmet olur.

Fas, Tunus'laşıyor

Terörü devlet şiddeti için kullanan ülkelerden biri, turistik şehri Kazablanka'da sarsıcı terör eylemleri gerçekleştirilen Fas'tır. Bu ülkedeki yönetimin "terör"ü gerekçe edinen hukuk dışı uygulamalarıyla gittikçe komşusu Tunus'a benzediği, metotlarında bu ülkeyi örnek almaya başladığı muhtelif yorumlarda dile getiriliyor.

Suudi Arabistan'da da "Terör" Temelli Hukuksuzluk

Hukuksuzluk ve devlet şiddeti için "terör"ü gerekçe edinen ülkelerden biri de Suudi Arabistan. Bu ülkenin hukuk dışı uygulamaları hakkında biz daha önce değişik yazılar yazmıştık. Aylık Ribat dergisinin geçen ayki (Aralık) sayısı için yazdığımız yazıda özellikle bu konu üzerinde durduk. (Bkz. "Terör" Tuzağındaki Suudi Arabistan) Bu yazıyı okuduğunuzda "terör" temelli hukuksuzluğun ve devlet şiddetinin genel mahiyetini anlamanız daha kolay olacak, oradaki bilgiler size son dönemde teröre dayandırılan diğer hukuk dışı uygulamaların temel mantığı ve nereden yönlendirildiği hakkında da fikir verecektir.

ABD Somali'yle Uğraşmaya Devam Ediyor

Amerikan emperyalizmi Somali'ye "Umut Operasyonu" adıyla bir çıkartma yapmış ve bu ülkenin insanlarının onurlarını rencide eden çirkin saldırılar gerçekleştirmişti. Irak'ta insanların kafalarına çuval geçiren Amerikan askerleri Somali'de de oranın insanlarının üzerine postallarıyla basarak poz vermişlerdi. Fakat bu ülke halkının direnişi karşısında tutunamadı ve çekilmek zorunda kaldılar. Ne var ki o zaman Somali'den askerlerini çeken ABD, zulmünü çekmedi ve hâlâ bu ülkenin insanlarından intikam almaya çalışıyor. Zaten açlık ve yoksullukla pençeleşen Somali ahalisinin daha da fakirleşmesi için değişik yollara başvuruyor. Ülke ahalisinin önemli bir kesiminin geçim kaynağı olan koyunlarını "veba" hastalığı taşıdıkları iddiasıyla sattırmıyor. BM uzman heyetinin Somali koyunlarının böyle bir hastalık taşımadığına dair raporuna rağmen. Yine ülkenin ithalat ve ihracat işlemlerinin önemli bir kısmını organize eden el-Berekat firmasının el-Kaide'ye yardım ettiğini ileri sürerek bütün ticari işlemlerini durdurdu. Son zamanlarda bir de Amerikan askerleri Somali sahillerinde korsanlık yaparak bu ülkenin insanlarının balık tutmalarına engel oluyor, balık tutanları tutuklayarak sorgudan geçiriyor, malzemelerine el koyuyorlar. Bununla da kalmayarak ülkeye mal getirip götüren ticari gemileri durdurarak eziyet ediyorlar. Bütün bu uygulamaların amacı zaten açlıkla pençeleşen Somali halkını daha da perişan ederek hepsini birden açlıktan ölüme mahkum etmek. Bunlar Amerika'ya hakim olan emperyalist ve vahşi ruhu izah etmeye yeterlidir aslında. Ama biz o vahşi ruhu Irak'ta, Filistin'de, Afganistan'da ve Guantanamo'da da bütün çıplaklığıyla görüyoruz. İnsanlığın huzura kavuşması ancak ve ancak Nazi Almanya'sını iyice gerilerde bırakan Amerikan karabulutundan ve onun himayesindeki siyonizm vahşetinden kurtulmakla mümkün olabilir.

Ahmed Sahnun'un Vefatı

Cezayir'deki İslami hareketin ileri gelenlerinden Ahmed Sahnun, 8 Aralık 2003 tarihinde şeker hastalığından, 96 yaşında vefat etti. Cezayir'deki İslami bilinçlenmede ve işgale karşı mücadelede önemli rol oynayan Ahmed Sahnun'a Yüce Allah'tan rahmet ve mağfiret diliyoruz.