Batı Emperyalizminin İnsana Bakışı

Şubat 2023, Ribat

Birleşik Krallık yani İngiltere’nin 73 yaşından sonra tahta oturan yani kraliyet tahtına geçebilmek için annesini uzun süre beklemek zorunda kalan III. Charles’in Diana Spencer adlı eşinden dünyaya gelen ve Sussex dükü olarak tanımlanan oğlu Prens Harry’nin “Spare” adını verdiği anı kitabı, gerek babasının ülkesinde ve gerekse dünya genelinde bayağı yankı uyandırdı. Kitap İngiliz kraliyet ailesinin kendi içinde yaşadığı birtakım sorunları dışa yansıtması ve bazı sırları açığa çıkarması yönünden de dikkat çekiciydi. Sanıyoruz Avrupa toplumlarını ve özelikle İngilizleri en çok ilgilendiren tarafı da bu gibi konulardaki spekülatif içeriğiydi. Çünkü onları, Prens’in Afganistan’daki 25 insanı gözünü kırpmadan öldürdüğüne ve bundan dolayı hiç vicdan azabı çekmediğine, çünkü onları insan olarak görmediğine dair itirafları, saray magaziniyle ilgili ifşaatının yanında çok basit kalıyor ve o kadar dikkat çekmiyordu.

Ama Müslüman toplumlarda en çok öne çıkan ve tartışmaya neden olan, dolayısıyla prensin böyle bir anı kitabının yayınlandığından İslam dünyasının da haberdar olmasına vesile olan içerik, yazarın Afganistan’da görev yaptığı sırada 25 kişiyi gözünü kırpmadan öldürdüğüne dair itiraflarıydı. Bu itirafları her ne kadar ciddi tartışmalara ve prense yöneltilen sert eleştirilere neden olduysa da bir gerçeğin izharı ve doğrunun ifadesi, dolayısıyla inandırıcı olan bir anlatımdı. Eğer aksini söylemiş olsaydı belki tereddüt edebilir ve doğruluğunu sorgulama ihtiyacı duyabilirdik. Ama bu şekilde bir anlatım ve itiraf işin tabiatına muvafık, dolayısıyla tasdike uygun olandır. Biz de neden öyle olduğunu ortaya koymak için çağdaş küresel emperyalizmin temellerini inşa eden İngiliz emperyalizminin ve genelde Batı emperyalizminin insana bakışını, insan haklarına ve ahlâki değerlere saygısını tahlil etmeyi faydalı görüyoruz. Bunun için de Batı emperyalizminin zulüm siciline bakmakta yarar var.

Batı'nın zulüm sicili oldukça kabarıktır. Biz sadece birkaç örnek vereceğiz. Çünkü tamamını kitaplara sığdırmak mümkün değildir. Ama vereceğimiz örnekler, Batı'nın asırlardan bu yana izlediği politikanın ne olduğu hakkında yeterince fikir edinmenizi sağlayacaktır.

Avrupa ülkeleri Afrika'yı sömürgeleştirdikten sonra çok sayıda Afrikalıyı köle olarak ABD'ye ve Avrupa ülkelerine taşımıştır. Avrupalılar köle ticaretinin durmasından sonra da Afrikalıları asker olarak götürüp çeşitli savaşlarda kullanmışlardı. Sadece Fransa'nın, I. Dünya Savaşı'nda 900 bin Afrikalının ölümüne sebep olduğu kayıtlarda belirtilmektedir.

1830 yılında Cezayir'i işgal eden Fransa 1962 yılına kadar süren 132 yıllık işgal süresince çok sayıda Müslümanı şehit etti. Basit sebeplerden dolayı Müslümanları idam ediyorlardı. Sadece 1954-1962 yılları arasında 8 yıl süren Cezayir Kurtuluş Savaşı süresince şehit edilen Müslüman sayısı 1.5 milyonu buldu. Fransızlar bu savaşta diğer mücahitler açısından bir tehdit unsuru olsun diye, esir ettikleri Cezayirli mücahitleri uçaklardan atıyorlardı. Fransızlar benzer katliamları Tunus ve Fas'ta da gerçekleştirdiler.

Sekiz asır Endülüs'e hükmeden Müslümanlar bu bölgede büyük bir medeniyet oluşturdular. Endülüs Emevi devletinin yıkılmasından sonra burayı işgal eden İspanyollar bölgede yaşayan bütün Müslümanları öldürdü ve Müslümanların inşa ettiği pek çok eseri yıktılar.

Osmanlıların Balkanlardan çekilmek zorunda kaldığı 1912 yılında Müslümanlar üzerinde baskı ve zulüm de başladı.

1990'da, 400 bin nüfusa sahip Batı Trakya'da yaşayan Müslümanların sayısı 120 bin kadardı. Oysa 1923 senesinde Batı Trakya'da 130 bin Müslüman varken 34 bin Yunan 26 bin Bulgar bulunmaktaydı. Oranların bu derece değişmesi Yunan yönetiminin yıllardan beri uygulamakta olduğu nüfus kaydırma politikasının bir neticesiydi. Batı Trakya'nın Yunan hakimiyetine geçmesinden sonra Müslümanların pek çok camisi hükümet tarafından yıkıldı veya kiliseye yahut müzeye çevrildi. Bazı camiler de düzmece sebeplerle kapalı tutulmaktadır.

Hıristiyan Avrupalılar Kudüs'ü işgal edebilmek için Müslümanların üzerine sekiz haçlı seferi düzenlemişlerdir. Bu seferlerinde ele geçirdikleri her yeri harabeye çeviriyor, insanlarını kırıp geçiriyorlardı.

M. 1099 yılında Kudüs'ü işgal eden haçlılar Mescid-i Aksa çevresinde yetmiş bin Müslümanı şehit ettiler. Meydana gelen kan gölünde haçlıların atlarının dizlerine kadar kana gömüldükleri yine katliama şahit olmuş hıristiyanların kumandanlarının hatıralarında zikredilmektedir. Kudüs işgaline katılan haçlı kumandanların hatıralarında yazılanlara göre, Kudüs sokaklarında akan kanlar atlarıyla gezenlerin üzerlerine sıçrıyordu. Gündüz katliam gerçekleştiren haçlı askerleri akşam kiliseye giderek zaferlerini (!) kutladılar. Kudüs işgali sırasında öldürülen Müslümanların cesetlerini üst üste koyarak piramitler oluşturarak yakmışlardı. Katliamda sadece Müslümanlar değil yahudiler de öldürüldü. İşgal öncesinde Kudüs'te ikamet eden Müslüman ve yahudilerden 1099 katliamından sağ çıkan olmadı.

Aynı haçlı zihniyeti Filistin’de siyonist işgal rejiminin kurulmasından sonra da onun zulüm ve katliamlarına destek verdi. ABD'nin eski dışişleri bakan vekili Georges Bale, İsrail'in arkasında ABD'nin olduğunu ve İsrail'in Filistinlilere yönelik zulmünü işleyebilmek için ABD'den korkunç derecede yardım aldığını bildirdi. Georges Town Üniversitesi'nde Amerika'daki Arap Mezunlar Cemiyeti'nin düzenlediği "40 Yıl Sonra Filistin ve İsrail" konulu bir seminerde konuşan Georges Bale, ABD'nin Filistinlilere kabul ettirmeye çalıştığı barış planlarının da İsrail'i korumayı amaçladığını söyledi.

Bilindiği üzere Amerika'nın yerlileri Kızılderililerdir. Ancak bugün Amerika kıtasında çok az Kızılderili mevcuttur. Çünkü onlar ciddi bir soykırıma maruz kalmışlardır. Bu soykırımda milyonlarca Kızılderili yok edildi. Avrupa'nın ünlü seyyahlarından ve Amerika kıtasının kaşifi olarak bilinen Kristof Kolomb'un bu kıtaya girmesiyle birlikte Kızılderili katliamı başladı.

Avrupalıların Amerika kıtasını keşfetmelerinden sonra milyonlarca yerli Meksikalı kasıtlı olarak açlık ve salgın hastalıklar yoluyla ölüme terk edildi. Bu durum karşısında İspanyollar, "İnançsızları cezalandırmak için Tanrı'nın gönderdiği hastalıkla mücadele edilmez." demişlerdi.

Bu olaylar üzerinde düşününce insan, 1992’de yüz binlerce Somalilinin açlıktan ölüme terk edilmesini daha iyi anlayabiliyor. Evet, aradan asırlar geçtikten sonra aynı Batı, yüz binlerce Somalili insanı açlık felaketinden kurtarmaya yetecek 23 milyon dolar yardımı yapmayarak ölüme terk etti. Belli ki Batı, Ortaçağ'daki anlayış ve politikasını aynen sürdürüyordu.

İngiliz Channel 4 televizyonu yayınladığı bir programında gizli belgelere dayanarak İngiliz Hava Kuvvetleri'nin 1920-30 yılları arasında Irak'ta Kürt köylerine yaptıkları saldırılarda binlerce sivili öldürdüklerini açıkladı. Saldırıların gerçekleştirildiği tarihlerde İngiliz Hava Kuvvetleri 30. Filo komutanlığı yapmış olan M. Gale programda, "Kürtlerin uygar yaşam biçimi konusunda bizi örnek almamaları durumunda onları yola getirmemiz gerekiyordu. Bunu da bombalar ve silahlarla yapıyorduk." diye konuştu.

ABD'ye ve Avrupa ülkelerine hükmeden zihniyetin hiç değişmediğini Irak'ta Körfez Savaşı’nda gerçekleştirilen korkunç katliam gözler önüne sermiştir. ABD eski adalet bakanlarından Ramsey Clark'ın öncülüğünde Körfez Savaşı'nda izlenen tutumu ve gerçekleştirilen insanlık dışı uygulamaları soruşturmak üzere oluşturulan Uluslararası Savaş Suçluları Mahkemesi uzun süren araştırmaları sonunda hazırladığı raporlarda şunlara dikkat çekiyordu: "Körfez Savaşı sırasında ABD ve müttefikleri Irak'a Hiroşima’ya atılan atom bombasının yedi katına denk bomba attı. Bunların sadece %7'sinin belli bir hedefi vardı. Atılan bombaların %60'ı doğrudan sivil halkı hedef aldı. Bu savaşta nükleer savaş başlığı dışında her türlü silah kullanıldı. Bombalamalar sonucunda Irak'ta 51 cami, 28 hastane, 687 okul imha edildi. Savaşın sonuçları nedeniyle kötü beslenme yüzünden 45 bin Iraklı çocuk öldü." Ramsey Clark'ın öncülüğündeki Uluslararası Savaş Suçluları Mahkemesi, raporunu 30 ayrı ülkede bir yıl kadar süren inceleme ve araştırmalar sonucunda hazırlamıştı. Raporda başta ABD Başkanı George Bush olmak üzere, ABD yönetiminin bütün üst düzey yetkililerinin dünya barışına ve insanlığa karşı ağır suçlar işledikleri dile getirildi.

Gelişmiş Avrupa ülkeleri tarafından beslenen Sırp gerillaların 1992 yılında Bosna-Hersek'te gerçekleştirdiği katliam Batı'nın gerçek yüzünü ortaya koydu. Dünya Bosna-Hersek'teki katliamın durdurulması için ABD başta olmak üzere bütün Batı ülkelerinin Sırp gerillalara baskı yapmalarını beklerken Batı göstermelik birkaç siyasi girişimin dışında hiçbir şey yapmadı. Aslında bu siyasi girişimler de sadece zahiratı kurtarmayı amaçlıyordu. İşin gerçeğinde ise Sırplar Batılılar tarafından Müslümanları katletmeye teşvik ediliyorlardı. Batı ülkeleri Bosna-Hersek Müslümanlarına yardım olarak gönderdiklerini ileri sürdükleri gıda malzemelerini ve ilaçları da Sırp milislerin ellerine teslim ediyorlardı. Bosna-Hersek'teki Müslüman mücahitlerin liderlerinin, "Biz Batılıların yardım malzemelerini ancak ele geçirdiğimiz Sırp karargahlarında görebiliyoruz." şeklindeki açıklamaları Batılıların asıl kimlere yardım ettiklerini açıkça gösteriyordu.

Sırplar Balkanlarda 1944 yılında gerçekleştirdikleri katliamda da Batı Avrupalı güçler tarafından korunmuş ve desteklenmişlerdi. Bazı kaynaklarda 1944 katliamında kilise papazlarının Sırpları Müslümanları öldürmeye teşvik ettiklerine dikkat çekilmektedir.

Uluslararası Af Örgütü eski genel sekreteri Ian Martin bir açıklamasında ABD'nin bütün dünyada kendini insan hakları savunucusu olarak göstermesine rağmen kendi uygulamalarında insan haklarını hiç gözetmediğine dikkat çekti.

Torontolu araştırmacı James Bacque, Amerikan ordusunun kaynak ve arşivlerine dayanan bir araştırmasında 1945-46 yıllarında Amerikan ordusunun açtığı esir kamplarında 1 milyon Alman askerin kasten açlığa mahkum edilerek öldürüldüğünü ortaya çıkardı.

ABD'nin Wietnam Savaşı başta olmak üzere son yüz yıl içerisinde girdiği savaşlarda çoğunlukla yoksul tabakaya mensup olanları ve zencileri savaştırdığına çeşitli yayın organlarında dikkat çekilmiştir.

Bunlar Batı emperyalizminin "zulüm sicili"nden sadece birkaç örnek. Sicilin tümünü ortaya koyma imkanımız yok. Ancak bu örnekler Batı'nın insana ne kadar değer verdiğini bütün açıklığı ile ortaya koymaktadır. Burada dikkat etmemiz gereken bir nokta var: Batı'nın zulüm ve baskı anlayışı Ortaçağ'dan bu yana hiç değişmemiştir. Çünkü Batılıların son 100 yılda açtıkları savaş ve öldürdükleri insan sayısı Ortaçağ'da herhangi bir yüzyılda öldürmüş oldukları insan sayısından kat kat fazladır. Son dönemde mazlum insanlara karşı izledikleri politika Ortaçağ Batılılarının izlemiş olduğu politikalardan farklı değildir.