10 Mart 2022 Perşembe, Yeni Akit
Bu sıralarda Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik savaşıyla irtibatlı olarak yeniden nükleer silahlardan kaynaklanan tehdit ve risk gündem konusu oldu. Rusya'nın Ukrayna'da askeri yönden zorlanması veya dünyanın onu sıkıştırması, kendisine karşı uluslararası boyutta askeri güç kullanılması durumunda nükleer silahları kullanabileceği yönünde yorumlar yapılıyor.
Tabii bunda Rusya'nın verdiği bazı işaretlerin de rolü oldu. Rusya Dış İşleri Bakanı Sergey Lavrov'un, "Üçüncü Dünya Savaşı, nükleer silahların kullanılacağı yıkıcı bir savaş olacak” ifadelerini kullanması bir tehdit olarak değerlendirildi.
Lavrov’un sözleri elbette sadece Ukrayna'ya ve Batı kulübüne değil tüm insanlığa yöneltilmiş bir tehditti. Bu da küresel emperyalist güçlerin, çıkar hesapları için ne derece insafsız olabileceklerini açığa çıkarması açısından dikkat çekiciydi. Dolayısıyla nükleer silahların yayılmasının önlenmesiyle ilgili anlaşmanın, var olan silahların imha edilmesi yönünde bir ilerleme kaydetmediği sürece bu konudaki tehlikeyi ve riski ortadan kaldırma konusunda son derece yetersiz ve etkisiz kaldığını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla tüm insanlığın geleceği açısından büyük tehdit oluşturan bu derece yıkıcı silahlar karşısında insanlığın ortak bir tavrının ve mücadelesinin olması gerekir. Ama ne yazık ki mevcut global düzen buna imkan vermiyor.
Nükleer silahlanma veya bu silahların yayılmasını önleme alanında şimdiye kadar uluslar arası çapta izlenen politika her zaman emperyalizmin ve onun korumaya aldıklarının kurduğu tezgâha göre yürümüştür. Örneğin bu alanda Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması adlı bir anlaşma imzalandı ve bu anlaşma 1995'te süresiz olarak uzatıldı. (İngilizce: Nuclear Non-Proliferation Treaty Kısaltma: NPT; Fransızca: Traité sur la non-prolifération des armes nucléaires Kısaltma: TNP) 1960'lı yıllarda nükleer silahların yayılmaya ve insanlık açısından ciddi bir tehdit oluşturmaya başlamasının ardından gündeme getirilmiş, 1 Temmuz 1968'de imzaya açılmış ve 1970'te de 25 yıllığına yürürlüğe girmişti.
Fakat asıl yapılan, anlaşmanın uzatılması değil nükleer kulübü oluşturan ülkelerin istediklerinin gerçekleştirilmesidir. Çünkü bu anlaşma nükleer kulübü oluşturan ülkelerin silahlarını ortadan kaldırma amaçlı değil. Zaten adı da dikkat edilirse "Nükleer Silahları Yok Etme Anlaşması" değil "Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması". Yani anlaşmanın imzalanmasından önce nükleer tezgâhını kurup bu alanda tehdit unsuru sayılabilecek miktarda bir silah gücü oluşturmuş ülkelerin ellerindeki nükleer silahları yok etmelerini gerektirmiyor.
Özellikle İslam ülkelerini, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması'nı imzalamaya zorlayan ABD'nin ve diğer nükleer kulüp üyesi ülkelerin ilginç bir tutumları da nükleer silah gücünü sürekli artırmaya çalışan İsrail'e hiçbir şekilde baskı yapmamalarıdır.
İsrail'in nükleer silahlanma konusunda Hindistan'la işbirliği var. Bu işbirliği Hindistanlı bilim adamları tarafından doğrulandığı gibi İsrail gazetelerinde çıkan haberlerde de dile getirildi. ABD'nin Hindistan'a da bu konuda herhangi bir baskısı olmamıştır.
Nükleer silahlanma konusunda bütün bu gelişmeler psikolojik savaşın nükleer boyutunu oluşturuyor. Nükleer psikolojik savaşın temel felsefesi ise bu tür silahların karşılıklı olarak kullanılacağı savaş için hazırlık yapmaktan ziyade nükleer silah yönünden tehdit gücüne sahip olmaktır.
Rusya'nın Ukrayna savaşı ile birlikte nükleer silah tehdidinin yeniden ciddi bir şekilde tartışma konusu yapılmasının arka planında da psikolojik savaşın nükleer boyutundan yararlanma politikasının yer aldığını söyleyebiliriz. Nükleer silahların kullanıldığı savaş tabii ki sadece hedef alınanları değil bütün insanlığı sarsacaktır ve bundan silahı kullananlar dahil herkes zarar görecektir. Ama ellerinde bu silahları bulunduranlar onları "gerek gördüklerinde" kullanmaktan çekinmeyecekleri yönünde açıklamalar yaparak, onu bir tehdit ve baskı aracı olarak kullanabiliyorlar.