7 Ekim 2021 Perşembe, Yeni Akit
Eski ABD Başkanı Donald Trump’ın, ülkesinin sahip olduğu nükleer güçle ilgili bilgilerin karartılması kararı sebebiyle dört yıldan beri bu konuda bilgi vermeyen ABD’nin Dışişleri Bakanlığı, 5 Ekim Salı günü elindeki nükleer başlıklı füzelerin sayıları ve özellikleri ile ilgili bilgileri dünya kamuoyuna açıkladı.
Bunun yeni yönetimin elindeki silahlar hakkında dünya kamuoyunu doğru bir şekilde bilgilendirme amacına yönelik bir “dürüstlük (!)” göstergesi mi yoksa Afganistan’da Taliban karşısında aldığı ağır yenilgi yüzünden ciddi şekilde yıpranan tehdit gücünü onarma amacına yönelik “psikolojik savaş” atağı mı olduğu tartışılır. Ama güya nükleer silahlanmaya karşı küresel boyutta savaş verdiği iddiasında olan ve bunun için yerine göre uluslararası ambargo politikalarını devreye sokan küresel emperyalizmin nükleer silah konusunda en büyük tehdit gücünü elinde tutma çabasını koruduğu gerçeğinin bir itirafı olduğunu söyleyebiliriz.
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın verdiği rakamları, meraklılarının haberlerden okumuş olduklarını düşündüğümden burada tekrar etmeye gerek görmüyorum. Nükleer silaha sahip diğer ülkelerin elindeki nükleer başlıklı füzelerle ilgili tahminler de muhtelif haber kaynaklarında yer aldı.
ABD'nin saldırgan ve emperyalist politikalarında kendisine muhtelif gerekçeler bulduğu biliniyor. Son dönemde en çok kullandığı gerekçe terör veya teröre yardımcı olmaktır. Afganistan işgalinde bundan yararlandı. Aynı gerekçeyi Irak işgali için de kullanmak istedi.
Onun saldırgan ve baskıcı tutumunda kullandığı gerekçelerden biri de nükleer silahlanma iddialarıdır. Oysa nükleer silahlanmanın kaynağı, merkezi ve başlangıç noktası ABD'dir.
Nükleer silahların yayılmasını önleme alanında şimdiye kadar uluslararası çapta izlenen politika her zaman emperyalizmin ve onun korumaya aldıklarının kurduğu tezgâha göre yürümüştür. Örneğin bu alanda Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması adlı bir anlaşma imzalanmıştır ve bu anlaşma 11 Mayıs 1995’te süresiz olarak uzatıldı.
Fakat asıl yapılan, anlaşmanın uzatılması değil nükleer kulübü oluşturan ülkelerin istediklerinin gerçekleştirilmesidir. Çünkü bu anlaşma nükleer kulübü oluşturan ülkeleri bağlamıyor. Zaten anlaşmanın adı da dikkat edilirse "Nükleer Silahları Yok Etme Anlaşması" değil "Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması". Yani anlaşmanın imzalanmasından önce nükleer tezgâhını kurup bu alanda tehdit unsuru sayılabilecek miktarda bir silah gücü oluşturmuş ülkelerin ellerindeki nükleer silahları yok etmelerini gerektirmiyor.
Özellikle İslam ülkelerini, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması'nı imzalamaya zorlayan ABD'nin ve diğer nükleer kulüp üyesi ülkelerin ilginç bir tutumları da nükleer silah gücünü sürekli artırmaya çalışan İsrail'e hiçbir şekilde baskı yapmamalarıdır. Oysa Ortadoğu'da en büyük nükleer tehdit gücüne sahip devletin İsrail olduğunu bütün dünya biliyor. İsrail, İran'la ilgili iddialarını aynı zamanda kendisinin nükleer programını haklı göstermek için bir gerekçe olarak kullanıyor.
Nükleer silahlanmayı önleme amacıyla BM'ye bağlı olarak oluşturulan bir de kurum var: Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (kısa adı İngilizcede IAEA Türkçede UAEA). Bu kurumun da demir yumruğunu sürekli İslâm ülkelerine veya emperyalizm tarafından hedefe yerleştirilmiş ülkelere gösterdiğini gözlüyoruz. Geçmişte ABD'nin Irak'a yönelik saldırı planlarının önünü açma amacıyla sürekli bu ülkeyi köşeye sıkıştırmayı amaçlayan, herhangi bir delile dayanmayan ama yine de şüpheyi öne çıkaran raporlar hazırladı.
Bütün bu gerçeklere rağmen küresel emperyalizm yine de “nükleer silahların yayılmasını önlemek” için savaş verdiği imajı oluşturarak kendini “iyi adam” rolünde göstermeye çalışıyor. Bir yandan bunu yaparken diğer yandan ara sıra, özellikle de psikolojik savaş politikalarına ihtiyaç duyduğu zamanlarda güya dünya kamuoyunu bilgilendirme iddiasıyla elindeki silah gücünü duyurmayı da bir “dürüstlük” numarası olarak yutturabiliyor.