Ablukacıların Katar Yenilgisi

Şubat 2021, Vuslat

Arap dünyasındaki dikta rejimleri özellikle de onların başını çeken Suudi Arabistan, Katar'ın tutumundan uzun süredir rahatsız oluyordu. Bu ülkenin Mısır'daki Sisi cuntasının mağdur ettiği insanlara ve Filistin direnişinin siyasi kanadının mensuplarına kapılarını açması, medya organlarına özgürce faaliyet imkânı vermesi ve Türkiye’yle ilişkilerini güçlendirmesi kendilerini rahatsız ediyordu. Bundan dolayı muhtelif zamanlarda uyarılarda bulundular. Fakat uyarılarından sonuç alamayınca 2014'te Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) üyesi ülkelerin güvenlik ve istikrarıyla ilgili Riyad Anlaşması'nı bahane ederek Katar'dan büyükelçilerini çekme kararı aldılar. Gerçekte anlaşma Katar'ın uygulamalarına engel oluşturan bir detay içermiyordu. Detaylar tamamen Riyad çetesinin kendi yorumlarına dayanıyordu. Fakat onların asıl amaçları Katar'a "suyumuzu bulandırıyorsun" demekti ve bunun için de kendilerine Riyad Anlaşması'nı gerekçe göstermişlerdi. O zaman Katar'la diplomatik ilişkilerini bir süre tamamen kestiler. Ama istedikleri sonucu almalarının mümkün olmayacağını anlamaları üzerine yeniden ilişkilerini başlatma ihtiyacı duydular.

21 Mayıs 2017’de Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da "Amerika ve İslâm Ülkeleri Zirvesi" adı verilen bir uluslararası toplantı gerçekleştirildi.

ABD Başkanı Trump bu toplantıda yaptığı konuşmada Filistin İslâmî Direniş Hareketi’ni (Hamas) özellikle diline dolayarak "terör örgütü" olarak andı. Onun bu hareketten böyle söz etmesinin amaçlarından biri uhdesindeki işbirlikçi Arap yönetimlerinin bu harekete karşı bir savaş başlatmalarını sağlamaktı.

Trump umuma açık konuşmasında doğrudan bir ülkeyi hedef gösteren herhangi bir ifadeye yer vermemişti. Ancak diktatörler çetesinin fiili olarak Katar ablukasını başlatmalarından sonra yayınladığı bir tweet mesajında bu konuyu aralarında çok açık bir şekilde konuştuklarını izhar etti. Söz konusu mesajında ideolojik radikalizmin daha fazla finanse edilemeyeceğini söylediğini, liderlerin de Katar'ı işaret ettiklerini vurguladı. Bu mesaj ve Trump'ın konuyla ilgili daha sonra yayınladığı mesajlar Katar'ın kıskaca alınması konusunda talimatların onun tarafından verildiğini ortaya koymuştur.

Katar konusunda diktatörler çetesinin hesapları ABD başkanının hesabıyla birleşiyordu. Çünkü bu ülkenin tutumundan rahatsız olduklarını daha önce de ortaya koymuşlardı.

ABD Başkanı Trump'tan Riyad'da talimatların alınmasından sonra Katar'ın kıskaca alınmasına dair operasyon hazırlıklarının ilk sinyallerini veren ilginç bir gelişme yaşandı. Katar Haber Ajansı (QNA)'nın web sitesi hacklenerek normalde Katar Emiri Temim bin Hamed Âli Sani'nin söylemediği bazı sözleri onun açıklaması olarak veren bir haber yayınlandı. QNA ve Katar Hükümeti İletişim Dairesi Direktörü Şeyh Seyf bin Ahmed Âli Sani tarafından yapılan açıklamada haber yalanlanarak, bunun QNA web sitesinin hacklenmesi suretiyle yayınlandığının açıklanmasına rağmen diktatörler çetesinin hizmetindeki medya organları bu haber üzerinden yoğun kampanya yürütmeye devam etti. Özellikle de Suudi Arabistan güdümlü olduğu iyi bilinen El-Arabiyye tv kanalı haber üzerinde günlerce durarak onu iyice kafalara işlemeye çalıştı.

Haber komplosunun üzerinden fazla zaman geçmeden Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Mısır'dan oluşan cephe Katar'ı ablukaya almak amacıyla bu ülkeyle bütün diplomatik ilişkilerini ve hava, kara ve deniz bağlantılarını kestiklerini açıkladı.

Ablukacı diktatörler kararlarını ilk açıkladıklarında Katar'a karşı onun İran'la sıkı ilişkiler içinde olması, İran'ın Yemen'deki militan örgütü Husi hareketine destek vermesi ve genel anlamda teröre destek vermesi sebebiyle bu kararı aldıklarını iddia ettiler. Bu iddialar tamamen saçmaydı ve gerçekleri yansıtmıyordu. Fakat ilk etapta konuyu biraz çarpıtarak zihinleri bulandırmak için yalanlardan istifade etmeye ihtiyaçları vardı.

Onları asıl rahatsız eden Katar'ın Sisi cuntasının mağdur ettiği Müslüman Kardeşler’in mensuplarına ve Hamas'ın siyasi kanadının ileri gelenlerine kapılarını açması, bilhassa Gazze'ye yardım etmesi, kendilerini ciddi şekilde rahatsız eden El-Cezire başta olmak üzere muhtelif medya organlarının özgürce yayın yapmasına fırsat vermesi ve Türkiye’yle ilişkilerini güçlendirmesiydi. Trump da "ideolojik radikalizmin finanse edilmesi" ile Hamas ve Müslüman Kardeşler’e destek verilmesini kastediyordu.

Zaten fazla vakit geçmeden kendileri de asıl nelerden rahatsız olduklarını açığa vurdular. Suudi Arabistan Dış İşleri Bakanı Adil El-Cubeyr, Paris ziyareti esnasında yaptığı açıklamada "Katar'ın politikalarında tencere artık taşmıştır. Doha'nın Hamas ve İhvan gibi cemaatlere yardımını artık durdurması gerekir" diye konuşması gerçekte kendilerini rahatsız eden şeyin ne olduğunu gösteriyordu.

Diktatörler çetesini rahatsız eden önemli bir husus da Uluslararası Müslüman Âlimler Birliği'nin çalışmalarına fırsat verilmesiydi. Çünkü diktatörlerin istediği etraflarında tam anlamıyla yağcı, yalakacı, çıkarcı, her dediklerine "isabetlidir" fetvası veren dünyaperest bir âlimler grubunun oluşması, bunu yapmayanlara ise kesinlikle çalışma ve konuşma fırsatı verilmemesiydi.

Bu arada Katar’dan neler istediklerini ortaya koyan 13 maddelik bir ültimatom yayınladılar. Bu ültimatomlarında zikrettiğimiz konularla ilgili taleplerini açık bir şekilde dile getirdiler.

2014’teki ataklarından sonuç alamayan diktatörler çetesi bu kez onu daha sıkı bir şekilde kıskaca almak suretiyle istediklerini kesin bir şekilde yaptıracaklarını umuyorlardı. Çünkü bu kez sadece diplomatik ilişkilerini kesmekle kalmayıp aynı zamanda ekonomik abluka uygulama kararı almışlardı.

Ama umduklarını elde edemediler. Her şeyden önce Arap dünyasında kendi saflarında bir ittifak sağlamayı başaramadılar. Yaptıkları tüm baskılara rağmen Arap ülkelerinin birçoğu Katar'la ilişkilerini kesmedi. Afrika ülkelerine ekonomik baskılarının ve tehditlerinin sonuç vereceğini umuyorlardı ama Eritre ve Somali gibi çok zayıf ülkeler bile onların direktiflerine uymayı reddederek Katar'la ilişkilerini kesmeme kararı aldı. Aynı zamanda bu ülkeler kendilerine yapılan baskılar ve rüşvet teklifleri hakkında da kamuoyuna bilgi vererek diktatörler çetesinin amaçları için ne gibi arsızlıklara başvurduğunu açığa çıkardılar.

Bu arada Türkiye’nin Katar’a desteği ve hava köprüsü oluşturması ablukanın etkisinin çok zayıf kalmasına neden oldu. Avrupa ve ABD ise zaten abluka uygulamayı çıkarlarına uygun görmedi.

Dolayısıyla ablukadan kendi ekonomisi de zarar gören ve bu yolla istediğini elde edemeyeceğini anlayan Suudi Arabistan, El-Ula şehrinde 5 Ocak 2021’de düzenlenen KİK 41. Zirvesi'nden bir gün önce, Katar'la anlaşma sağlandığını ve o günün akşamı itibariyle aralarında hem kara kapılarının açılacağını hem de hava engelinin kaldırılacağını duyurdu. Bu arada Katar Emiri’ni de resmen KİK 41. Zirvesi'ne davet etti. Katar Emiri de bir heyetle zirveye katıldı. Zirveden sonrası yayınlanan bildiride de artık ablukaya son verildiği resmen duyurulmuş oldu.

Burada öncelikle şunu belirtelim ki abluka herhangi bir karşılıklı anlaşmaya binaen değil, tek taraflı olarak abluka kararı veren tarafın yine tek taraflı olarak kaldırma kararı vermesiyle sonlandırılmıştır. Dolayısıyla ablukanın kaldırılması için yerine getirilmesini istedikleri 13 şarttan bazılarının ilga edilmesi ve bazılarının kabul edilmesi gibi bir pazarlık ve uzlaşma söz konusu olmamıştır. Ablukacı taraf ablukaya son vermekle bu şartlarının tümünden vazgeçtiğini zımnen ilan etmiştir.

Ablukanın ilk ilan edildiği tarihte Katar bir uzlaşma zemini aramış ve kendisinden istenenlerden bazılarıyla ilgili görüşmelere açık olduğunu ima etmişti. O zaman eğer ki ablukacı taraf da görüşmelere yanaşsaydı belki istediklerinden bazılarını kabul ettirebileceği “uzlaşma” zemini bulabilirdi. Fakat hiçbir şekilde uzlaşmaya yanaşmayarak Katar’ın, kendisinden istenen tüm şartları kabul ederek kesin teslimiyet göstermesi konusunda ısrar ettiler. Böyle bir tavır sergilemelerinde Arap dünyasından ve ABD’den bekledikleri desteğin de önemli etkisi vardı.

Ancak söz konusu şartların tümünün kabul edilmesi Katar’ın diktatörler çetesinin tam bir sömürgesi olmayı kabul etmesi anlamına gelecek ve artık bu ülkenin “bağımsız bir devlet” olduğunu iddia etmesi de tamamen anlamsızlaşacaktı. Dolayısıyla “ya hep ya hiç” dayatmasında bulunan diktatörler çetesi karşısında “hiç” seçeneğini seçmek zorunda kaldı. Sonrasında da herhangi bir anlaşma çerçevesinde değil tek taraflı bir kararla ablukaya son verildiğinden resmiyette şartların bir kısmının kabul ettirilmesi gibi bir durum söz konusu olmamıştır.

Fakat bazı yorumcular “perde arkasında pazarlıklar yapılmış ve ablukacı taraf şartlarından bazılarını gizlice onaylatmış olabilir” yönünde tahminlerde bulundular. Her şeyden önce böyle bir iddiaya dayanak teşkil edecek hiçbir bilgi ve belge mevcut olmadığından bu sadece bir tahmindir ve güçlü olabilmesi için en azından gelişmelerin bunu destekleyici nitelikte olması gerekir. Gerek ablukanın kaldırılması aşamasında ve gerekse sonrasında şimdiye kadar bunu destekleyici herhangi bir gelişme ise meydana gelmedi.

Ayrıca bizim kanaatimize göre eğer ki ablukacı taraf şartlarından bazılarını kabul ettirebileceğini düşünseydi bunu gizli değil açıktan yapmayı tercih ederdi. Çünkü ifade yerindeyse birinde hiç gol atamadan yenilgiyi kabul etmek diğerinde de ise en azından birkaç gol atmak söz konusudur ki bunu gizlemektense ifşa etmek kendilerine prestij kazandıracaktır.

Bunun yanı sıra ablukacı çetenin taleplerini önümüze koyduğumuzda Katar’ın bunlardan herhangi birini kabul etmesini zorunlu kılacak durumun hasıl olmadığını, aksine diğer tarafta gerek uluslararası ve gerekse bölgesel çapta oluşan yeni dengelerin ve ekonomik şartların zorladığı birtakım yeni durumların oluştuğunu zaten onların da vicdani bir rahatsızlık duymaktan dolayı değil kendilerini zorlayan bu yeni şartlardan dolayı ablukaya artık son verme ihtiyacı duyduklarını söyleyebiliriz.

Ama ilişkilerin düzelmesi bazı konularda tavırların değişmesini doğuracaktır ki bu herhangi bir gizli tavizden değil yeni şartlara mebni politika değişikliğinden kaynaklanan bir gelişme olacaktır. Örneğin Katar’dan yayın yapan medya organları daha önce Arap dünyasındaki dikta rejimlerini sert bir şekilde eleştiren tutumlarını değiştirebilirler ki bu yöndeki tavır değişikliğinin zaten ablukanın kaldırıldığının ilan edilmesiyle birlikte müşahade edildiğini söyleyebiliriz.