15 Ocak 2021 Cuma, Yeni Akit
Kanada Başbakanı Justin Trudeau 12 Ocak 2021 Salı günü hükümette yeni birtakım değişiklikler yaptı ve Ulaştırma Bakanlığı'na da Suriye asıllı Ömer El-Ğabra'yı getirdi. Böylece ilk kez Suriye asıllı göçmenlerden bir kişi Kanada hükümetinde bakanlık koltuğuna oturmuş oldu. El-Ğabra aynı zamanda Trudeau'nun hükümetinde üçüncü Müslüman bakan oldu. Bu değişiklikte Dışişleri Bakanı ile İnovasyon, Bilim ve Sanayi Bakanı da değiştirildi.
Kanada hükümetinde Ulaştırma Bakanlığı'na tayin edilen 51 yaşındaki Ömer El-Ğabra 1969'da Suudi Arabistan'ın El-Huber şehrinde dünyaya gelmiş. Anne ve babası Suriye asıllı. Üniversite tahsilini Suriye'nin başkenti Şam'daki Dımeşk Üniversitesi'nin Mühendislik Fakültesi'nde Makine Mühendisliği bölümünde tamamlamış. Daha sonra Kanada'ya göç etmiş ve orada iş idaresi alanında yüksek lisans yapmış. Bu arada Kanada'dan vatandaşlık da almış.
2006 yılında genel başkanlığını Justin Trudeau'nun yaptığı Liberal Parti'den milletvekili seçilmiş. Mevcut parlamentoda da Toronto milletvekili olarak bulunuyor.
Yeni bakan El-Ğabra, twitterde yayınladığı mesajda ulaşım sektörünü geliştirmek için elinden gelen çabayı göstereceğini dile getirdi.
Bu, tabii alelade bir olay. Bakanlarından birinin görevi bırakıp emekliye ayrılmak istemesi üzerine Kanada Başbakanı hükümetinde yeni bir düzenleme yapma ihtiyacı duyuyor. O bakanı emekli yapmak zorunda kalınca yerine Dışişleri Bakanını tayin ediyor. Ulaştırma Bakanını da Dışişleri Bakanlığına getiriyor ve ondan boşalan makama da hükümet dışından birini tayin ediyor. Ama bu kişi Suriye asıllı bir muhacir.
Olabilir; o da zaten yıllardan beri Kanada'da yaşıyor, bu ülkenin vatandaşlığına geçmiş, bir siyasi parti bünyesinde siyaset yapıyor, milletvekilliğine seçilmiş ve ülkede muhtelif görevlerde bulunmuş. Bunda garipsenecek bir durum yok yani. Olabiliyormuş demek ki. Çünkü o kişi de yaşadığı ülkeye hizmet etme duyarlılığıyla hareket edebilir ve zaten böyle bir taahhüdü var. Şimdiye kadarki çalışmalarıyla da bu konudaki duyarlılığını ortaya koymuş.
Garip olan insanlara etnik kökenlerinden dolayı kin beslemek, düşman olmak, onları düşman ilan etmek ve aleyhlerine kampanya yürütmektir. Ama ne kadar ilginçtir ki bütün bunları yapanlar kendi yaptıklarını normal, insanların kaynaşmasını, yardımlaşmalarını, insani değerler etrafında dayanışmalarını, zulümden kaçanlara el uzatılmasını ve sahip çıkılmasını ise anormal olarak gösteriyorlar. Görüşlerini kabul ettirmek, yabancı veya muhacir düşmanlığını yaygınlaştırmak için kampanyalar yürütüyorlar.
Irkçılık farklı toplumlarda farklı şekillerde nüksediyor. Bilindiği üzere Batı toplumlarında son dönemlerde Müslüman düşmanlığı veya Batılıların isimlendirmesiyle "İslamofobi" şeklinde kendini gösteriyor. Bu zihniyetin destek bulması için Müslümanlar hakkında muhtelif iftiralardan yararlanılıyor. Ne yazık ki İslam'ın temel değerlerinden uzaklaşan ve kimler tarafından yönlendirildikleri belli olmayan IŞİD gibi birtakım akımların sergilediği tavırlar da "İslamofobi"yi yaygınlaştırmak isteyenlerin malzeme ihtiyaçlarını giderdi.
Ülkemizde ise, Suriye'deki zulümden kaçarak kendilerini güvende hissedebilecekleri bir ortam arayışına giren muhacirlere karşı aynı ırkçı söylemlerle düşman olundu ve onların aleyhine kampanyalar yürütüldü. İşin gerçeğinde Batıdaki "İslamofobi" neyse Türkiye'deki Suriyeli düşmanlığı da odur.
Bu insanlar her şeyden önce zulümden kaçmış ve güven ortamı arayışına girmişler. İnsan olmak bu insanlara sahip çıkılmasını, el uzatılmasını, yardımcı olunmasını gerektirir.
Ayrıca insanlar bulundukları ortamlarda kendi potansiyellerini değerlendirerek içinde bulundukları toplumlara faydalı olmaya çalışırlar. Dolayısıyla bu potansiyelin değerlendirilmesi ülkenin ve toplumun yararına olacaktır. Nasıl Türkiye'den başka ülkelere gidenler gittikleri ülkelere büyük faydalar sağlıyorlarsa, başka yerlerden Türkiye'ye gelenlerin de aynı şeyi yapabileceklerini dikkatten uzak tutmamalıyız.