19 Aralık 2020 Cumartesi, Yeni Akit
Arap Baharı diye isimlendirilen süreç Tunus'ta, üniversite mezunu olmasına rağmen iş bulamaması sebebiyle tekerlekli tezgâhla sebze satışı yaparak aile geçimine katkıda bulunmaya çalışan Muhammed Buazzi adlı bir gencin tezgâhının zorla alınması, ikamet ettiği Sidi Buzid valiliğine gittiğinde sorunuyla ilgilenilmeyince de kendini 17 Aralık 2010 tarihinde valilik önünde yakması üzerine patlak vermişti ve patlak vermesinin üzerinden 10 yıl geçti.
Buazzi'nin kendisini yakması Tunus halkının rejime tepki göstermesine ve zulmün son bulması için meydanlara çıkmasına neden olmuştu. Bu ülkede 28 gün süren olayların ardından diktatör Zeynelabidin bin Ali, 14 Ocak 2011'de ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Bin Ali uçağa bindiğinde nereye gideceğini bilmiyordu ve uçağının inmesine izin verilmesi konusunda hiçbir ülkeyle anlaşmamıştı. Avrupalı dostları ona sığınma hakkı vermediler. Sonunda Suudi Arabistan'la anlaşarak bu ülkeye sığındı.
Sonrasında olaylar muhtelif Arap ülkelerine yayıldı. Mısır'da Hüsni Mübarek, Libya'da Kaddafi ve Yemen'de de Ali Abdullah Salih yönetimi devrildi. Olaylar Bahreyn'de de patlak verdi, ama burada tüm kesimlerin ortak eylemleriyle başlayan olayların daha sonra Şii eksenine doğru çekilmesi yüzünden Şii olmayanların sahadan çekilmesi ve Suudi Arabistan'ın da doğrudan askeri müdahalede bulunması üzerine olaylar bastırıldı.
Suriye'nin güneyindeki Der'a'da bazı lise öğrencilerinin duvarlara özgürlük istediklerini dile getiren yazılar yazması sebebiyle gözaltına alınmaları ve kendilerine çok korkunç bir şekilde işkence edilmesi üzerine 15 Mart 2011'de bu ülkede de olaylar patlak verdi. Suriye'deki direniş, buradaki rejimle çıkar işbirliği içinde olan muhtelif ülkelerin endişelenmelerine yol açtı ve onların müdahaleleri dikta rejiminin devrilmesini önledi. Bu da Arap Baharı olarak isimlendirilen halk ayaklanmaları sürecinin Suriye'de tıkanmasına neden oldu. Bu tıkanma, olayların dikta rejimiyle yönetilen diğer Arap ülkelerine doğru ilerlemesini de engelledi.
Saltanatlarını sürdüren dikta rejimleri Suriye'deki tıkanmayı, diktatörlerin devrildiği ülkelerde halkların kazanımlarının geri alınması ve zulüm rejimlerinin geri getirilmesi için fırsat olarak değerlendirmeye çalıştılar. Bu amaçla Mısır'da Baltacı fitnesi başlatıldı. Bu fitne hareketi Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) Dubai şehrinde kurulmuş bir merkezden yönlendiriliyor ve ortalığı karıştırmak için meydanlara çıkmaları istenenlere buradan aylık haraçlar gönderiliyordu. Bu fitne hareketi her ne kadar ülkede yeni sistemin oturmasının ve istikrar sağlanmasının önünde engel teşkil ettiyse de eski rejimin geri dönmesini de sağlayamadı. Bunun üzerine diktatörlerin yönlendirdiği General Abdülfettah Sisi askeri darbe gerçekleştirerek yönetime el koydu. Bu darbe Mısır'da, eskisinden daha katı ve korkunç bir zulüm sisteminin hakim olmasına yol açtı.
Libya'da yeni yapılanmanın oturmasını ve istikrarı önlemek amacıyla Halife Hafter liderliğinde bir gerilla örgütü oluşturuldu. Başını Suudi Arabistan ve BAE'nin çektiği çete tarafından askeri ve mali yönden desteklenen bu örgüt ülkede hâlâ sorun oluşturmaya devam ediyor. Yemen'de de bir fitne savaşı çıkarıldı. Bu savaş ülkenin ekonomik yönden büyük bir sıkıntı içine girmesine sebep oldu. Tunus'taki fitne oyunları tutmadı; ama IŞİD yoluyla estirilen korku rüzgârı halkın biraz daha Batıcı ve laik eksene kaymasına neden oldu. Fakat bu ülkede İslamî kesim de siyasi mekanizmada etkin bir konumda kalma imkânı bulabildi.
Arap Baharı'yla ilgili muhtelif komplo teorileri gündeme getirildi ve bu olayların kurgu olduğu, küresel güçler tarafından planlandığı iddia edildi. Ancak olayların gelişmesi, bunun toplumsal bir vakıa olduğunu, zulme karşı biriken bir tepkinin patlamasından kaynaklandığını, fakat plansız olması sebebiyle, dikta rejimlerinin başlattıkları fitne operasyonları karşısında zayıf kaldığını, bunda da Suriye'deki tıkanmanın önemli rolü olduğunu göstermektedir.