İran'da iki önemli suikast

3 Aralık 2020 Perşembe, Yeni Akit

27 Kasım'da İran'ın nükleer fizik alanında önemli bilim adamlarından ve Devrim Muhafızları Ordusu subaylarından 59 yaşındaki Prof. Muhsin Fahrizade, Tahran'ın Abserd ilçesine giderken maruz kaldığı bir suikast sonucu hayatını kaybetti. Bundan üç gün sonra da Devrim Muhafızları Ordusu komutanlarından Müslim Şehdan üç koruma görevlisiyle birlikte, İHA ile yapıldığı belirtilen bir saldırı sonucu hayatını kaybetti.

Tabii saldırılar İran'da ciddi tepkilere neden oldu. Çünkü bu saldırılar kişileri değil doğrudan İran'ı hedef alan saldırılardır. Hedef alınan kişiler de ülke için oldukça önemli konumdalar.

Cinayetin arkasında İsrail'in yer aldığı ifade edildi. İşgal rejimini temsil konumunda olan bazı kişilerin tavır ve açıklamaları da bu tahmini teyit edici nitelikteydi.

Siyonist işgalin görünüşte dış istihbarat örgütü olarak bilinen fakat aynı zamanda bir cinayet şebekesi, mafya çetesi olarak çalışan Mossad pek çok cinayet gerçekleştirdi. Bu örgüt sadece işgal rejimi açısından tehlikeli görülenlerin tasfiyesi için değil aynı zamanda intikam amacıyla cinayetler gerçekleştirdi.

Cinayetle tasfiye işgal rejimini rahatsız eden kişilere gözdağı verme amacıyla da uygulandı. O yüzden işgal yönetimi cinayetlerle ilişkisini bazen resmî ağızdan bazen de hizmetindeki medya vasıtasıyla kamuoyuna açıklamaktan çekinmedi. Çünkü hedefe yerleştirdiği, kendisini rahatsız eden kişileri ortadan kaldırmak için böyle mafya yöntemini kullanmakta sakınca görmediği mesajı vermek, böylece kimsenin onun gayri meşru uygulamalarının önünde ayak bağı olmaması için bütün herkesi korkutmak istiyordu.

İsrail, suikastlarını çoğu zaman üstün bir başarı olarak göstermeye çalışıyor. Adı kanla ve vahşetle bütünleşmiş bir rejime de zaten bu yakışır.

Mossad bu yönden sürekli gündeme getirilmekte ve oldukça başarılı bir örgüt olarak lanse edilmektedir. Onun başarısı kendi iç yapısından değil muhtelif istihbarat örgütleriyle ve cinayet şebekeleriyle irtibat ve işbirliği içinde olmasından kaynaklanır. Bunda da paranın cazibesi ve uluslararası platformlarda işgal devletine destek veren otoritelerin siyasi gücü kullanılmaktadır.

Böyle mafya ve eşkıya usûlüyle cinayetler gerçekleştirerek muhaliflerini ortadan kaldıran siyonist işgal, küresel güçler tarafından hiçbir zaman "terör" listesine alınmadı. Terör eylemlerinden dolayı sorguya çekilmedi. Zaten garip olan da terörü devlet siyaseti haline getirenlerin veya onları himaye edenlerin bu konuda kendilerini karar mercii ilan etmeleri ve onların beyanlarına göre kimin terörist olup kimin olmadığına hükmedilmesidir.

Olayın siyonist işgalle ilgili boyutu budur ve onun terör politikasını, bu politika çerçevesinde gerçekleştirdiği cinayetleri onaylamak insanlığa yakışmaz.

Ancak İran'da son dönemde gerçekleştirilen suikastlarla ilgili yorumlarda ABD ve İsrail'in bu sıralarda İran'ı provoke etmek, özellikle Trump'ın koltuğu bırakmasından önce İran'ı bir çatışmanın içine çekmek ve ona karşı planlanan saldırının gerekçesini oluşturacak bir yanlış yapmaya zorlamak istediği söyleniyor. Aynı şey Kasım Süleymani cinayetiyle ilgili olarak da söylenmişti ve bu yöndeki yorumlar İran'ın bu cinayet karşısında ABD'ye ciddi bir karşılık vermekten kaçınmasının, sadece bol propagandası yapılan küçük çaplı cevaplarla yetinmesinin gerekçesini oluşturdu. Zaten ABD de İran'ın saldırılarına cevap vermeyi tercih etmedi. Bugün de fiili bir çatışmaya istekli olduğunu sanmıyoruz. Bu cinayetler aynı zamanda İran'ın prestijini yaraladığı halde o, "hassas durum" sebebiyle şimdilik "provoke olmama" niyetinde olduğunu belli ediyor.

İran acaba aynı hassasiyeti Suriye'de neden göstermedi? Suriye'de Baas rejiminin yanında katliamlara ortak olmanın kendisine karşı İslam dünyasında ciddi bir tepki oluşmasına neden olacağını ve bu yüzden büyük prestij kaybedeceğini tahmin etmek mümkündü. Ama İran bu olumsuz sonucu göze alarak Suriye'de Esed sultasının sürmesi için bütün gücünü seferber etmekten çekinmedi.