Arap Dünyasından Notlar

1-2 Mayıs 2003 Perşembe-Cuma, Vakit gazetesi

Bu haftanın başında üç gün süreyle Suriye'nin başkenti Şam'daydım. Suriye'yle ilgili intibalarımızı ve Dışişleri bakanı Abdullah Gül'ün yaptığı Suriye ziyaretiyle ilgili tespitlerimizi bundan önceki iki yazımızda aktarmıştık. Biz Suriye'deyken Arap dünyasında bazı önemli gelişmeler de yaşandı. Bugünkü yazımızda da o gelişmelerin bazıları hakkında özet bilgiler vermek ve genel değerlendirmeler yapmak istiyoruz.

Öncelikle üzerinde durmak istediğimiz gelişme Yemen seçimleridir. Bu seçimler yapılmadan önce biz kısa bir notla bu ülkede gerçekleştirilecek genel parlamento seçimlerine dikkat çekmiştik. Şimdi seçimlerin resmi ve kesin sonuçları açıklanmış olmasa da oy sayımlarından çıkan neticeler büyük ölçüde ortaya çıktı. Seçimlerden cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih'in partisi olan Genel Halk Kongresi büyük bir başarıyla çıktı. Çünkü 301 üyeli parlamentoda yaklaşık 220 sandalye kazanacağı belli oldu. Tabii yapılan değerlendirmelerde bu sonucun adil bir sonuç olmadığı, seçimlere hile karıştırıldığı iddia ediliyor. Genel Halk Kongresi bundan önceki seçimlerde tek başına hükümet olma imkanı elde ettiğinden, aynı zamanda cumhurbaşkanının partisi olduğundan devletin bütün imkanlarını kullanabildi. Hem devletin imkanlarını kullanması, hem de kuvvetli bir ihtimalle seçimlere hile karıştırması böyle bir sonuç elde etmesine imkan sağladı. Genel Halk Kongresi liberal çizgide karma bir partidir. Bünyesinde değişik fikri akımları barındırmaktadır. Ancak genel temayülü liberal, muhafazakar, İslami değerlere saygılı, Arap ulusçuluğu üzerinedir. İkinci parti Yemen'deki Müslüman Kardeşler cemaatinin siyasi kanadı durumundaki Yemen Islah Birliği oldu. Ancak bu parti tahmin edilenin çok altında bir üye kazandı. Çünkü Meclis'te 100 civarında sandalye beklerken, son verilere göre tahminen 60 civarında kaldı. Ben Şam'dayken bu partinin bir üst düzey yetkilisi el-Cezire'ye yaptığı açıklamada bu sonucu seçimlere hile karıştırılmasına bağlıyordu. Bu kişi söz konusu açıklamasında önemli bir noktaya da parmak bastı ve şunları dile getirdi: "Arap dünyasında hiçbir sistemin sandık yoluyla değiştiği görülmemiştir. Çünkü iş başındakiler ellerindeki imkanları seçimlerle istedikleri gibi oynamak için değerlendiriyorlar." Aslında bu, sadece Arap dünyasının değil genel olarak İslam aleminin bir gerçeğidir. Seçimler halkın iradesinin yönetime gereği gibi yansımasının yolu olmuyor. Seçimler yoluyla herhangi bir siyasi parti öne çıkıp hükümet kurabilse bile, kendisini destekleyen halkın veya kitlenin iradesini yönetime gereği gibi yansıtma imkanı bulamıyor. Biz yine Yemen seçimlerine dönelim: Bu seçimlerde üçüncü parti Yemen Sosyalist Partisi oldu ve tahminen 10-12 sandalye alacak. Bu parti eski Güney Yemen'in iktidar partisiydi. İki Yemen birleştikten sonraki ilk seçimlerde kendisine parlamentoda sabit kontenjan ve yönetimde özel haklar verilmesini istemiş, bu yüzden Yemen iç savaşı patlak vermişti. Sosyalist Parti'nin arkasında herhangi bir halk desteği olmadığından bu savaşı kaybetti ve o zamanki yöneticileri ülkeyi terk etmek zorunda kaldılar. Daha sonra yeni yöneticilerle devam etti. Bir - iki sandalyeyi de Nasırcı Parti ile Baas Partisi aldı. Diğer sandalyeleri ise bağımsızlar paylaştılar.

Bu haftanın içinde Arap dünyasında meydana gelen bir diğer önemli gelişme de Katar'da yazılı Anayasa'nın halk oyuna sunulduğu bir referandum gerçekleştirilmesiydi. Katar emiri Hamd ibnu Halife anayasanın halk oyuna sunulması münasebetiyle televizyonlar vasıtasıyla halka hitaben bir konuşma yaptı. Bu konuşmada ülkede demokrasinin hakim kılınması için böyle bir anayasal sisteme geçilmesine karar verildiğini söyledi. Malum olduğu üzere Amerika bu sıralarda Arap ülkelerindeki geleneksel yönetimleri "demokrasi ve özgürlük" kılıcını kullanarak korkutuyor. Bu durum karşısında saltanat telaşına düşen geleneksel yöneticiler de: "Amerika yukarıdan füzelerle ve bombalarla, karadan da tanklarla, askerlerle ülkeye demokrasi getirmeden, biz kendimiz hakim kılalım" diye düşünmeye başladılar. Ama acaba Amerika'nın derdinin demokrasi ve özgürlük olmadığını kendileri düşünemiyorlar mı? Tabii her şey numara.

***

23 Nisan resepsiyonu konusunun bir bakıma yeni "Sincan olayı" gibi kullanılmak istenmesi, buradan harekete geçen embedded medyanın Nisan sonu MGK toplantısı öncesinde yeniden 28 Şubat havası estirme çabaları, medyanın ve onun dolduruşuna gelen bazı kişilerin fırtınalar estirme çabaları sebebiyle MGK'nın yeniden "laiklik" vurgusu yapma ihtiyacı duyması ve bu olayın üzerinden sadece birkaç saat geçtikten sonra meydana gelen Bingöl depremi Türkiye kamuoyunu yeniden tamamen iç gündeme yöneltti. Bu arada Irak'ta taşlarını yerine oturtmak ve vidalarını sağlamlaştırmak isteyen ABD de Müslüman halkların kendi iç gündemlerine kapanmalarını, Irak ve Filistin konularını ise gündemlerinin dışına çıkarmalarını arzuluyor. Dolayısıyla bilhassa Müslüman halkların kendi iç gündemlerine kapanmalarını sağlayacak gelişmeler bu sıralarda Amerikan emperyalizminin de gayet hoşuna gidiyor. Ama biz Allah izin verirse, Türkiye dışında yaşanan bazı olaylarla ilgili tespit ve değerlendirmelerimizi sizlere aktarmaya devam edeceğiz.

İki gündür özellikle Arap dünyasında meydana gelen bazı önemli gelişmelerle ilgili bilgiler vermeye çalışıyoruz. Geçtiğimiz hafta içinde Arap dünyasında meydana gelen ve sözü edilmesi gereken gelişmelerden biri de Lübnan'da yeni hükümetin güvenoyu almasıydı. Amerikan emperyalizminin Irak'a saldırdığı günlerde Lübnan'da Refik Hariri'nin başkanlığındaki hükümet istifa etmişti. İstifa kritik günlere denk geldiğinden çeşitli tereddütlere sebep oldu ama tamamen Lübnan'ın kendi içinde yaşadığı bazı problemlerden ileri geliyordu. Ne var ki cumhurbaşkanı yeni hükümeti oluşturma görevini tekrar Refik Hariri'ye verdi. O da yeniden hükümeti kurdu ve parlamentonun güvenoyuna sundu. Geçtiğimiz hafta içinde gerçekleştirilen oylamayla da güvenoyu aldı. Lübnan'da halen uygulamada olan siyasi geleneğe göre cumhurbaşkanının hıristiyan kitleden, başbakanın Müslüman Sünni kitleden, Meclis başkanının da Müslüman Şii kitleden olması gerekiyor. Refik Hariri, mensubiyet olarak Sünni kitleden gelmekle birlikte dini duyarlılığı pek olmayan liberal çizgide olukça zengin bir iş adamıdır. Son bir yıl içinde Lübnan'ı iki kez ziyaret ettim. Ülkenin yeniden yapılandırılması, iç savaşın ve İsrail işgalinin izlerinin yok edilmesi için gerek ekonomik ve gerekse toplumsal alanda önemli mesafeler kat edildiğini gördüm. Ancak Lübnan kendi ayakları üstüne durabilen bir ülke değil. Üstelik savaş izlerinin silinmesi için ihtiyaç duyulan dış yardımlar ülkenin ekonomik ve siyasi yönden dışa bağımlılığını biraz daha artırmış.

Son bir hafta içinde Arap dünyasında meydana gelen en önemli gelişmelerden biri de Filistin'de Ebu Mazin hükümetinin özerk yönetim parlamentosundan güvenoyu alması ve Ebu Mazin'in de Arafat'ın önünde ulusal yeminini yaparak fiilen başbakanlığa başlaması oldu. Bu gelişme tamamen işgalci siyonistlerin ve ABD'nin dayatmasıyla oldu. Ne kadar ilginçtir ki Ebu Mazin hükümetini dayatan işgalci siyonistlerin onun başbakanlığını karşılamaları Gazze'ye yönelik vahşi bir saldırı gerçekleştirmeleri ve 14 kişiyi hunharca öldürmeleri oldu. İşte siyonistlerin anlayışı, çizgisi budur. Bakalım bu kafadaki siyonistlerle Ebu Mazin hükümeti masa başında neleri konuşabilecek ve nasıl bir "barış" sağlayabilecek.

Ebu Mazin hükümetinin iş başına gelmesiyle birlikte aylardan beridir tantanası yapılan "yol haritası" planı da şekillenmeye başladı. "Ortadoğu dörtlüsü" olarak adlandırılan ve siyonist işgalin güvenceye alınması için devreye giren emperyalizm dörtlüsü planın ilk müsveddesini Ebu Mazin'e teslim etti. Biz gerek bu hükümetin ve gerekse söz konusu planın arkasında duran yüzler ve niyetler hakkında daha önce genel bilgiler vermiştik. Önümüzdeki günlerde inşallah bu planının içeriğini sizlere sunarak ayrıntılı bir tahlilini yapmaya çalışacağız. Bu arada Suriye ziyaretim esnasında gerek Ebu Mazin hükümeti ve gerekse yol haritası planı hakkında birinci ağızdan bilgiler ve değerlendirmeler alma fırsatı buldum. İnşallah bu bilgileri de sizlerle paylaşacağız.