Dick Cheney'nin Gezisi ve ABD'nin Irak Konusundaki Yalnızlığı

19 Mart 2002 Salı, Cuma dergisi

ABD'nin gündeminde uzun süreden beridir Irak konusu var. ABD, Afganistan'daki Taliban'dan sonra Irak'ın defterini dürmeyi amaçladığını söylemeye başladı. Tabii iş Irak'la kalmayacak, sıraya diğer bazı ülkeler konulacaktı. Bütün bu operasyon planları "teröre karşı savaş" olarak lanse ediliyordu. Asıl amaç ise ABD'nin tüm dünya üzerinde güçlü bir saltanat kurma amacına giden yoldaki dikenlerin temizlenmesiydi. Ama bunu başarabilmek için dünyadaki muhtelif ülkelerin desteğini elde etmek istiyor.

ABD Irak Konusunda Yalnız Kaldı

Dünya ülkelerinin desteğini elde etme işini Afganistan konusunda büyük ölçüde başarmış sayılırdı. Bunda belki 11 Eylül olayları sonrasında oluşturulan sosyo-psikolojik havanın büyük tesiri vardı. Ayrıca dünyadaki muhtelif ülkelerin Taliban yönetiminden rahatsız olmalarının önemli rolü oldu. Ancak aynı başarıyı Irak konusunda sağlayamadı. Çünkü 11 Eylül olayları sonrasında ortaya çıkan sosyo-psikolojik hava büyük ölçüde değişmiş durumda. Ayrıca bu olaylarla ilgili olarak basın yayın organlarına yansıyan bazı bilgiler konuyu yakından takip edenlerin zihinlerinde çeşitli soru işaretlerinin oluşmasına sebep oldu. İkinci olarak ABD Irak'a karşı gerçekleştirmek istediği askeri operasyonu 11 Eylül olaylarını bahane ederek başlatmak istediği güya "teröre karşı savaş" kategorisine sokmakta zorluk çekiyor. Muhtelif dünya ülkeleri bu hadisenin "teröre karşı savaş" konusuyla irtibatlandırılmasına karşı çıkıyorlar. 11 Eylül olaylarıyla doğrudan irtibatlandırılması ise mümkün değil. Üçüncü olarak ABD'nin işi Irak'la bitirmek istemediği, bir sonraki merhalede elini başka yerlere uzatmaya çalışacağı artık apaçık bir şekilde ortadadır. Bu durum karşısında dünyada pek çok ülke kendilerini ABD tehdidiyle karşı karşıya görmektedirler. Bu yüzden ABD saldırganlığına destek verilmesi durumunda bu ülkenin gittikçe büyüyen ve genişleyen askeri tehdit dairesinin herkesi rahatsız edeceği intibaı oluşmaktadır. Dördüncü olarak: ABD karar merhalesinde tek başına hareket ederken, kararı uygulamaya geçirme merhalesinde başkalarının da kendisine destek vermesini istiyor. Bu ise dünya ülkelerini ABD yörüngesine oturtmak, bütün dünya ülkelerini ABD'nin birer uydusu gibi kullanmaya çalışmak anlamına gelmektedir. ABD'nin bu tutumunun amacı ise Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra gündeme getirilen "Yeni Dünya Düzeni", "tek kutuplu dünya" gibi teorilerin hayata geçirilmesi ve bu konuda bütün engellerin ortadan kaldırılmasıdır. Bu yüzden ABD, "ya bizden yanasınız ya da terörden" diyerek adeta bütün dünya ülkelerini kendi yörüngesine oturup, kendisinin birer uydusu olmaya mahkum etmek istemiştir.

ABD'nin bütün bu amaçları ve bu amaçları doğrultusunda gerçekleştirdiği girişimler muhtelif dünya ülkelerini rahatsız etmeye başlamıştır. Sadece İslam coğrafyasındaki ülkeler değil Avrupa ülkeleri bile ABD yönetiminin tüm dünya üzerinde bir despotizma oluşturma çabasının kendilerinin siyasi gelecekleri, iktisadi ve siyasi bağımsızlıkları açısından tehdit oluşturduğunu bugün daha yakından görmektedirler. Bu yüzden Irak konusunda ABD'ye destek vermekten büyük ölçüde çekinmektedirler. Bu çekinceleri sebebiyle de muhtelif Avrupa ülkeleri ABD ile ihtilafa düştüler. Hatta bu ihtilaflar zaman zaman dokunaklı tartışmaları da beraberinde getirdi. Örneğin Fransa Dışişleri bakanının açıklamaları ve ABD yönetiminin ona verdiği cevaplar dolaylı hakaretleri de içeriyordu. Yine Almanya, ABD'nin Irak'a müdahale etmeye kalkışması durumunda sadece kendine güvenmesi gerektiğini hatırlattı. Daha başka ülkelerin de buna benzer açıklamaları oldu.

Asya'da ise ABD'nin Irak'a yönelik operasyon planlarına tepkiler gittikçe daha bir gün yüzüne çıkıyor. Çin, başından itibaren buna karşıydı. Rusya da böyle bir operasyona taraftar olmadığını ve desteklemeyeceğini değişik vesilelerle ortaya koydu. Geçmişinde Irak'la savaşa girmiş bir ülke olan İran ise başından beri böyle bir operasyona karşı olduğunu ortaya koymaktadır.

ABD Tehdit Ettikçe Yalnızlaşıyor

ABD'nin son zamanlarda bazı ülkeleri nükleer tehdidinin hedefi olarak belirlemesi ve bunu açıkça ortaya koyması ise kendisini biraz daha yalnızlaşmaya itmiştir. Bu nükleer tehdidin hedefi olarak açıklanan ülkelerden birinin de Rusya olması ise onun, her ne kadar ekonomik yönden Amerika'yla rekabet edemese de askeri yönden hala güçlü sayılabilecek bir ülkeyi potansiyel olarak karşısına alması sonucunu doğurmuştur.

Ne kadar ilginçtir ki yakın geçmişte baba Bush döneminde Irak'a karşı gerçekleştirilen savaşta dünyanın üçte ikisini arkasına alan, bunların da birçoğunu fiilen savaşa sokabilen ABD bugün yeni bir operasyon planında kendini iyice yalnız hissetmektedir. Bunda belki oğul Bush'un ve ona akıl verenlerin hatalı politikalarının, ülkelerinin sahip olduğu askeri gücü tüm dünya üzerinde saltanat kurabilmek için bir tehdit aracı olarak kullanma çabalarının önemli etkisi olmuştur. Ama sebep ne olursa olsun, ortaya çıkan durum ABD'nin dün gayet hararetli ve ümitli bir şekilde startını verdiği "teröre karşı savaş" hesaplarının Irak merhalesinde sekteye uğradığını göstermektedir.

Cheney'nin Ortadoğu'daki Hayal Kırıklığı

İşte böyle bir vakıayla karşı karşıya olan ABD bir hafta önce, başkan yardımcısı Dick Cheney'i bir "Ortadoğu gezisi"ne çıkarttı. Avrupa ülkelerinden çok fazla destek bulamayan Asya'daki önemli ülkelerden tepki alan ABD, Cheney vasıtasıyla Ortadoğu olarak adlandırılan coğrafyadaki İslam ülkelerinden zorunlu destek elde etmek istiyordu. Muhtemelen bu ülkelerin ekonomik ve siyasi yönden ABD'ye mahkum olmalarının bu konuda işe yarayabileceğini düşünüyordu. Ama ne kadar ilginçtir ki bu ülkelerden de beklediği desteği elde edemedi. ABD'nin bütün tehditkar tavırlarına rağmen Suudi Arabistan tutumunu değiştirmedi. Saltanatını sürdürebilmek için ABD'ye mahkum olan Ürdün kralı bile ABD'nin Irak'a müdahalesinin büyük bir felaket doğuracağını dile getirme ihtiyacı duydu. Hatta bunun da ötesinde kendileri için Bağdat yönetiminin değil ABD'nin izlediği tutumun bir tehdit oluşturduğuna işaret etme cesaretini bile gösterebildi. Katar yönetimi ABD'nin ülkesinde askeri üs açmasına izin vermedi.

Cheney İsrail'de Çirkin Yüzünü Gösterdi

Ziyaret ettiği tüm Arap ülkelerinde tam anlamıyla hayal kırıklığına uğrayan Cheney biraz olsun moral bulabilmek için "İsrail"e geçti. Kendisi de zaten ABD'deki yahudi lobisinin adamı olduğundan siyonist yöneticilerle arasında herhangi bir problem çıkması söz konusu değildi. Çünkü zaten siyonistlerle aynı hedefi vuruyor, aynı amaca hizmet ediyordu. Adeta kendisine destek vermeyenlerden intikam almak istiyormuşçasına İsrail işgal devleti yöneticilerinin yanında çirkin yüzünü gösterdi ve Filistin'de yaşananlar konusunda Filistin tarafını suçlu gösterme yüzsüzlüğünde bulundu. Cheney işgalci siyonistlerin yanında yaptığı açıklamada: "Arafat'tan şiddeti durdurmasını bir kez daha isteyeceğim" diyerek, olan bitenlerden tamamen Filistin tarafını sorumlu gösterme yüzsüzlüğü yaptı. Sanki şiddeti Filistin tarafı tırmandırıyordu da, kundaktaki bebeklerin üzerine füze yağdıran, insanların evlerini başlarına yıkan, imzalanmış tüm anlaşmaları ihlal ederek özerk yönetimin kontrolündeki şehirleri tek tek işgal eden, özerk yönetim liderini ev hapsine mahkum eden siyonist vahşilerin bir suçları yoktu. Aslında Cheney'nin orada sarf ettiği sözler, gerçek kimliğini, içinde taşıdığı ruhu, temsil ettiği anlayışı ortaya koyuyordu. Bu açıdan normal karşılanabilir. O sözler aynı zamanda siyonist vahşete her zaman destek verirken haklarını müdafaa için direnen Filistinlileri suçlu göstermeye çalışan ABD'nin tavrını da ortaya koyuyordu. Ne kadar ilginçtir ki, böyle bir tavır sergileyen ABD aynı günlerde güya Filistin topraklarında yaşanan şiddeti durdurmak ve "barış"ı sağlamak için bir başka yetkilisini, Ortadoğu özel temsilcisi Ahthony Zinni'yi oraya göndermişti.

Türkiye'nin Kararı Kilit Karar Olacaktır

Cheney, biraz moral bulduğu İsrail'den sonra Türkiye'ye gelecekti. Biz bu yazıyı yazdığımızda henüz gelmemişti. Türkiye'nin de Irak'a yönelik askeri operasyona sıcak bakmadığı, böyle bir operasyonun kendi menfaatleri açısından da olumsuz sonuçlar doğuracağı kanaati taşıdığı bilinmektedir. Ancak mevcut hükümetin izlediği yanlış politikalar sebebiyle ABD'nin birtakım uluslararası kuruluşlar vasıtasıyla Türkiye'nin ekonomisine çok fazla müdahale etmesine fırsat verilmiş olması siyasi mekanizmanın kararını etkileyebilir. Burada şunu ifade edelim ki Türkiye'nin sergileyeceği tutum ABD'nin operasyon planları açısından büyük önem arz etmektedir. Türkiye'nin destek vermemesi durumunda ABD'nin operasyon planını gerçekleştirmesi biraz zor görünmektedir. Bu yüzden Türkiye'nin vereceği karar bir kilit karar niteliği taşıyacaktır. Ancak Türkiye'nin operasyona destek vermesi bu ülkeye pek çok yönden zarar getirecektir. Her şeyden önce İslam coğrafyasında Türkiye'ye karşı büyük tepkiler olacaktır. İkinci olarak Türkiye ekonomik yönden daha büyük kayıplar verecek ve ABD bu kayıplarından dolayı Türkiye'ye hiçbir katkıda bulunmayacaktır. Üçüncü olarak Irak topraklarının bölünmesi Türkiye açısından da önemli bir tehdit ve tehlike arz edecektir. Ayrıca Türkiye, hiçbir haklı gerekçeye dayanmayan, tümüyle ABD'nin dünya üzerinde saltanat kurma amacının önünü açmak için planlanan bir operasyona destek vermekten dolayı büyük çapta imaj kaybedecektir. Bu itibarla yöneticilerin bütün bu tehlikeleri göz önünde bulunduracaklarını ve ABD'nin insanlık dışı operasyon planına destek vermeme konusunda kararlılık göstereceklerini umuyoruz.

ABD'nin Gücü Abartılıyor

Irak'a yönelik operasyon planına destek amacıyla gittiği her yerden eli boş dönen ABD'nin, Türkiye'nin destek vermemesi durumunda yapacağı bir şey yoktur. Unutmamak gerekir ki ABD'nin Türkiye'ye olan ihtiyacı belki Türkiye'nin ABD'ye olan ihtiyacından az değildir. Ama bunun iyi değerlendirilmesi ve gerek ekonomik, gerekse siyasi pazarlıkların iyi yapılması gerekir.

Sonuç olarak şunu ifade edelim ki ABD, "teröre karşı savaş" iddiasını kullanarak tüm dünya üzerinde saltanat kurma planını hayata geçirmekte zorlanıyor. Kaldı ki ABD'nin bu amacını gerçekleştirmesi değişik felaketleri ve çözülmesi zor problemleri beraberinde getirecektir. Bu yüzden AB ülkeleri ABD'nin uydusu olmak yerine onunla eşit platformda rakip olmayı tercih etmektedirler. Bu rekabet en son Barselona zirvesinde iyice gün yüzüne çıkmıştır. Türkiye de bu rekabeti kendi lehine değerlendirebilir ve ABD ya da AB'nden birine mahkum olmak yerine her ikisi karşısında da onurlu bir yer edinme yoluna gidebilir.

ABD artık sanıldığı kadar güçlü değildir. Bu ülkenin gücü sürekli abartılmaktadır. Dışarıda güçlü devletlerde ABD sultasıyla rekabet, zayıf devletlerde ise ABD sultasından rahatsızlık; içeride ise ülke yönetiminin gittikçe daha çok başını ağrıtacağa hatta üstü örtülü birtakım toplumsal problemlerin de üstünü açacağa, dış meselelere vakit ayırmasını zorlaştıracağa benzeyen çeşitli sıkıntılar dikkat çekmektedir. Son dönemde yaşananlar ise ABD'nin diplomatik alanda da ciddi şekilde kayıplar verdiğini gösteriyor.