Türkiye'yi Yalnızlığa İten Tutum

16 Mart 2002, Vakit

Geçtiğimiz ay Kudüs Müessesesi'nin kongresine katılmak için Beyrut'a gittiğimde değişik ülkelerden gelen misafirlerin bana en çok sordukları Türkiye'deki siyasi baskılar ve yasaklarla ilgili sorulardı. Bundan birkaç yıl öncesine kadar Türkiye, İslam coğrafyasında "özgürlükler yönünden en iyi" olarak kabul ediliyordu. Ama bugün adeta tam tersi bir hava oluşmuş. Bütün herkes Türkiye'deki yasakçı tutumun ne kadar süreceğini sorma ihtiyacı duyuyor. Bugün artık iletişim bayağı geliştiği için haberler hızlı yayılıyor. Ayrıca İslam coğrafyasında Türkiye'ye yakın bir ilgi olduğundan bu ülkede olan bitenler hassasiyetle takip ediliyor. Bu açıdan yasakçı tutum Türkiye'yi İslam coğrafyasında yalnızlığa itmektedir. Bu belki diplomatik ilişkilere pek yansımıyordur. Ama her şeyi diplomatik ilişkilerden ibaret olarak görmemek gerekir. Kitlelere iyi intibalar vermek, müspet imajlar oluşturmak da ülkelerin dış irtibatları açısından önemlidir.

İsrail işgal devletinin Filistin halkına uyguladığı şiddet ve vahşetin zirveye tırmandığı bir sırada Türkiye, M-60 tanklarının modernizasyonu ihalesini bir İsrail firmasına vermeyi kararlaştırdı. Oysa siyonist işgalcilerin bütün ahlaki ve insani değerleri ayaklar altına alarak vahşet saçtıkları, kundaktaki bebekleri özellikle hedef alarak öldürdükleri, yaralılara hizmet götürülmesini engellemek amacıyla ambulansları vurdukları, silah üretiminde kullanıldığı iddiasıyla Filistinlilere sivil hizmetler veren fabrikaları ve işyerlerini füze ve roket yağmuruna tuttukları bir sırada tüm İslam coğrafyasında hatta bütün insanlık nezdinde İsrail'e karşı öfke de zirveye tırmanmıştı. Bir zamanlar eski Dışişleri bakanı Hikmet Çetin, İsrail ziyareti planladığı halde İsrail'in Güney Lübnan'a vahşi bir saldırı gerçekleştirmesi üzerine ziyaret planını iptal etmiş ve Ürdün'den geri dönmüştü. Çünkü o şartlarda İsrail'le ilişkileri geliştirme amacına yönelik bir ziyaretin bütün İslam coğrafyasında Türkiye'ye karşı tepkilerin oluşmasına sebep olacağını tahmin ediyordu. Ama bugünkü hükümet İsrail'in vahşeti zirveye tırmandırdığı, dolayısıyla bütün İslam aleminde bu vahşete karşı öfkenin zirveye tırmandığı bir sırada tank ihalesini İsrail'e verdiğini açıkladı. Bundan kimsenin haberinin olmadığı sanılmasın. Çünkü aynı gün Internet'te birçok yabancı haber sitesinde ve yayın organında bu hadise gündeme getirilmiş ve etraflıca işlenmişti. Hatta İsrail'in Filistin topraklarında sergilediği vahşetle de irtibatlandırılmıştı.

Bu sıralar AB üyeliği hararetli bir şekilde tartışılıyor. Başbakan yardımcısı Avrupa Birliği'ne girilmesi durumunda polisin 13 yaşındaki kız çocuğunu kovalayamayacağını dile getiriyor. Tabii bununla Gülay Göktürk'ün ifadesiyle bir hükümet üyesi olarak polisine hükmetmekten aciz olduğunu da ilan etmiş oluyor. Ama bu sözlerin sarf edilmesinin üzerinden fazla zaman geçmeden bir AB üyesi ülkede sporcularımız vahşice dövülüyor. Doğal olarak bu polisler hakkında Mussolini'nin polisleri nitelemesi yapılıyor. Yerinde bir tespit. Ama 13 yaşındaki kız çocuğunu başını örttüğünden dolayı kovalayan, başındaki örtüsünü zorla çıkaran, kızını savunmak için gelen anneye ağız dolusu hakaretler savuran polisler kimin polisleri, diye sormazlar mı acaba? Ve bu bu zihniyetle AB üyeliğine yahut İslam coğrafyasında alternatif bir ittifak oluşturma teorisine ne kadar yaklaşmamız mümkün olabilir?

Evet bütün bu uygulamalar Türkiye'yi sadece İslam aleminde değil her tarafta yalnızlığa itmektedir. Türkiye'yi yalnızlığa iten uygulamaların son bulması, bu ülkeyi yalnızlığa iten zihniyetin değişmesi gerekir.