İsrail, Akredite Terör

Ekim 2022, Vuslat

Terör belki son elli yılda insanların en çok duyduğu ibarelerden biridir. Küresel güçler nasıl demokrasi, insan hakları türü kavramları meşrulaştırmanın bir aracı olarak kullanıyorsa terörü de gayri meşru ve düşman ilan etmenin bir gerekçesi olarak kullanmaktadır. Ancak bunların hiçbirinin tanımı çok belirgin bir şekilde yapılmış ve sınırları çizilmiş değildir. Son derece esnek tutulmaktadır ve herkes kendi arzusuna, keyfine göre bu kavramların içini doldurabilmektedir.

Yerine göre demokrasiyi ayakta tutmak amacıyla silahların konuşturulduğu, dayatmanın esas alındığı darbeler yapılabiliyor. İnsanları kendi evlerinden, ailelerinden uzaklaştırmak “insan hakları”nı himaye olarak lanse edilebiliyor. Yeri geliyor, hiçbir hukuki gerekçe olmaksızın insanları katletmek, şiddete başvurmak, hatta yasal yükümlülüğü olmayan çocuklara varıncaya kadar masum insanları sorumsuzca öldürmek, hatta toplu katliamlar yapmak teröre karşı savaş gerekçesiyle normal sayılabiliyor.

Kavramların bu şekilde çarpıtılmasında ve esnekleştirilmesinde çağımızda dünya üzerinde hakimiyet süren küresel emperyalizmin önemli rolünün olduğu açıktır. Aslında çağdaş emperyalizm, bugün zihinlerde mahkum edilmiş durumda olan ve yadırganan eski sömürgeci sistemlerden farklı değildir. Ama eski sömürgeci sistemler, egemenlik davasıyla toprakları işgal ediyor, sonra da işgal ettikleri toprakların insanları dahil bütün varlıkları ve servetleri üzerinde mülkiyet hakkı iddia ediyorlardı. Günümüz emperyalizmi ise bu yöntemlerin artık yadırgandığını gördüğü için sömürgeci politikalarına bir “demokrasi” ve “insan hakları” maskesi geçirdi. Bir yeri işgal etmek, bir yerde katliam yapmak, yahut diyelim ki istihbarat örgütleri vasıtasıyla birini tasfiye etmek istediği zaman “teröre karşı savaş” gerekçesini öne sürmesi her şeyi hallediyor. Artık hiç kimsenin “Sen neden savaşıyorsun, işgal ve katliam yapıyorsun, cinayet işliyorsun?” diye soru sorma hakkı olmuyor. Sorarsa onu “terörden yana” ilan edip mahkum etmek mümkün olabiliyor.

Güncel şekliyle “terör” kavramı şiddetin “kötü” ilan edilen kısmı hakkında kullanılmaktadır. Çünkü bu kavramı yerine göre baskı ve şiddetin gerekçesi olarak kullananlar kendileri de şiddetin tümünü “kötü” ilan etmiş değiller. Çünkü böyle bir şey yapmaları kendilerinin de ellerini kollarını bağlayacaktır. O yüzden şiddeti reddedilmesi gereken ve onaylanan veya tölere edilebilen olarak iki kategoriye ayırma ihtiyacı duymaktadırlar.

Kur’an-ı Kerim de şiddetin tümünü kötü ilan etmez. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Eğer mü'minlerden iki grup çarpışırlarsa aralarını düzeltin. Biri diğerine tecavüz ederse tecavüz edenle, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın. Eğer dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve adil davranın. Şüphesiz Allah adil olanları sever.” (Hucurat, 49/9)

Bu ayet mü’minlerden bir topluluğun başka bir topluluğa tecavüz etmesi durumuyla ilgilidir. Yani mü’min topluluk bile haddi aşar ve başka bir topluluğa tecavüz ederse, onlara önce vazgeçmeleri teklif edilir. Vazgeçmezlerse yerine göre onların hizaya sokulması için şiddete başvurulur. Ama “adalet” sınırında durulması, o sınırın aşılmaması gerekir. Yani sınırı belirleyen hak, hukuk ve adalettir. Çünkü şiddete başvurduğunuzda hukuk ve adalet sınırını aşarsanız bu kez siz zalimlerden olursunuz.

Aynı şey ehli küfre karşı verilen mücadele için de söz konusudur. Yüce Allah şöyle buyurur: “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın, ancak haddi aşmayın. Şüphesiz Allah haddi aşanları sevmez.” (Bakara, 2/190) Dikkat edilirse burada mü’minlere tecavüz eden, haksızlık eden topluluklara karşı savaşmaları konusunda Allah onlara izin vermiş, ama bir sınır koymuştur. Bu sınır da hak ve adalet sınırıdır.

Bunu destekleyen bir başka ayeti kerimede de Yüce Allah şöyle buyurur: "Kendileriyle savaşılan (mü'minlere) zulme maruz kalmaları sebebiyle (savaşa) izin verilmiştir. Şüphesiz Allah onlara yardım etmeye güç yetirir." (Hacc, 22/39)

Burada da mü’minlere zulme maruz kalmaları sebebiyle savaşma izni verildiğine vurgu yapılıyor. Savaşa izin verilmesinin gerekçesi zulümdür.

Üstelik görüldüğü üzere Yüce Allah bu gerekçenin kullanılmasında, mü’min–kafir ayrımı da yapmamıştır. Bir mü’min topluluk başka bir mü’min topluluğa tecavüz ederse, onların hizaya sokulması için şiddete başvurulabilir. Mü’minlerin mü’min olmayan topluluklara karşı savaşmalarında da, haksızlığa ve zulme maruz kalmaları bir gerekçe olarak gösterilmektedir.

Sınır konusunda da herhangi bir fark gözetilmemiştir. Eğer mü’min topluluk adalet çizgisine gelir ve zulümden vazgeçerse, artık orada durmak ve sınırı aşmamak gerekir. Mü’min olmayan topluluktan zulmedenler karşısında da sınırın aşılmaması gerekir. Bu sınır da adalet ve hukuk sınırıdır. Mü’min olmayan topluluklardan mü’minlere zulmedenlerin zulümden vazgeçmeye mecbur edilmeleri durumunda artık sınırın aşılmaması gerekmektedir.

Bunu Kur’an-ı Kerim’deki şu âyeti kerime de teyit etmektedir: "Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmamış ve sizi yurtlarınızdan çıkarmamış olanlara iyilik etmekten ve onlara karşı adaletli davranmaktan nehyetmez. Çünkü Allah adaletli davrananları sever." (Mümtehine, 60/8)

Kimseyle kafir olmasından dolayı savaşılmaz. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurur: "Dinde zorlama yoktur. Doğruluk sapıklıktan tamamen ayrılmıştır. Kim tağutu (Allah’a karşı haddi aşanları) inkâr edip Allah'a iman ederse en sağlam kulpa yapışmış olur." (Bakara, 2/256) Bu ayeti kerime gösteriyor ki hak ve batıl birbirinden ayrılmıştır, artık isteyen istediğini seçebilir. Kimseye zorlama yapılmaz. İnancından dolayı bir kimseye veya topluluğa karşı savaşılması onun zorlanması yani ikrah anlamına gelir ve buna müsaade edilmemiştir. Sadece zulmünden dolayı savaşılır ki, insanların hakikatı tanımalarına ve kabul etmelerine, inandıkları gibi yaşamalarına engel olmak da savaş gerekçesi sayılacak zulüm uygulamalarına dahildir.

Görüldüğü gibi Kur’an-ı Kerim’e göre de şiddetin meşru yani yasal olanı ve olmayanı vardır. Ama bu ikisi arasındaki çizgiyi, siyasi hesaplar, çıkarlar, hakimiyet kavgaları, üstünlük davaları değil hak ve adalet belirler.

Bu yönüyle en güzel ve en mükemmel savaş hukukunun da İslam nizamında yer aldığını görüyoruz. Eğer ki İslam savaş hukukuna gereği gibi riayet edilirse asla teröre mahal kalmaz.

Çağdaş emperyalizmin değerlendirmelerine göre ise bu çizgiyi hak ve adalet değil çıkar hesapları, siyasi planlar ve üstünlük davaları belirlemektedir. O yüzden yerine göre haksızlığa maruz kalanların haklarını almak amacıyla verdikleri mücadele “terör” olarak nitelenirken, haksızlık edenlerin hiçbir ölçü tanımadan başvurdukları şiddet ve zulüm uygulamaları, gerçekleştirdikleri katliamlar ve cinayetler ise “teröre karşı mücadele” olarak nitelendirilmektedir.

Adalet ve hukuk prensiplerine göre hareket edildiğinde, asıl “kötü şiddet”in haksızlık edenlerin başvurduğu şiddet olduğunu kabul etmek gerekir. Dolayısıyla terör kavramının günümüzde kullanılan anlamına göre asıl terör de onların yaptıklarıdır. Fakat küresel emperyalizmin nazarında bu bir tür “akredite” yani onaylanmış terördür. Adalet ve hukuk değil hakim güçler, onların icra ettiği terörü onayladığı için “akredite terör” olmaktadır.

Günümüzde, bu konuda kavramların ters yüz edilmesinin en bariz örneğini ise Filistin’de görüyoruz. Filistin topraklarında siyonistler işgalci, oranın asıl sahipleri durumundaki Filistinliler ise mağdur durumundadır. Onlar işgal edilmiş vatanlarını kurtarmak, gasp edilmiş haklarını geri almak için mücadele ediyor. İşgalciler ise haksızlıklarını sürdürebilmek için şiddete başvuruyor. Üstelik haklarını almak için mücadele edenler, riayet etme gereği duydukları birtakım ölçülerin ve kuralların kendileri için bağlayıcı olduğuna inandıkları halde diğerleri bu konuda herhangi bir sınır da tanımıyorlar.

“İsrail” olarak isimlendirilen işgal devletini kuranlar siyonist terör örgütleridir. Bu örgütleri o zaman İngiliz işgal yönetimi bile terör örgütleri olarak nitelendiriyordu. Ama daha sonra o toprakları, asıl sahiplerine değil siyonist terör örgütlerine teslim ederek bu topraklardan çekildi. Böylece küresel emperyalizm Filistin halkına en büyük ihanetini yaptı ki Filistinlilerin bu olayı “Nekbe (Büyük Felaket)” olarak isimlendirmeleri de bu yüzdendir.

Daha sonra söz konusu terör örgütleri aralarında ittifak sağlayarak “İsrail” adında bir devletin kuruluşunu ilan ettiler ve küresel güçler, bir süre önce “terör” kategorisine soktukları örgütlerin ilan ettiği devleti hemen tanıdılar.

Bu devlet kuruluşundan beri sürekli teröre başvurmak suretiyle ayakta durmaya devam etmiştir. Üstelik onun başvurduğu terör yöntemleri içinde, dünya çapında terörün bilinen yöntemlerinin tümü mevcuttur.

Burada önce siyonist terör örgütlerinin İsrail’i kurmadan önce gerçekleştirdiği terör eylemlerinden bazılarını örnek olarak zikretmek istiyoruz:

* 6 Temmuz 1937'de Hayfa'da Müslümanların devam ettiği bir sebze pazarında Siyonist teröristler tarafından konulan bir saatli bombanın patlaması sonucu 23 Müslüman hayatını kaybetti, 79'u da yaralandı.

* Irgun terör örgütünün militanlarının 22 Temmuz 1946’da gerçekleştirdiği Kral Davud Oteli’nin havaya uçurulması eyleminde 96 kişi öldü, 45 kişi de yaralandı. Ölenlerin 17'si de Yahudiydi. Irgun militanları bu oteli örgütlerine ait bazı eylem planlarının oraya götürülmesi sebebiyle vesikaları yok etmek amacıyla havaya uçurmuşlardı.

* 9 Nisan 1948 tarihinde yine Irgun terör örgütüne bağlı militanlar sabaha doğru Kudüs yakınındaki Deir Yasin köyüne baskın düzenlediler. Bu baskında yaralı olarak kurtulabilen birkaç kişi dışında bütün köy halkı öldürüldü. Öldürülenlerin çoğu kadın ve çocuktu. Yahudi teröristler hamile bir kadının karnını yararak karnındaki bebeğini hançerlemişlerdi. Teröre şahit olanların anlattıklarına göre Yahudi teröristler bu baskında kadınların kulaklarını kesiyor, kulaklarındaki küpeleri alıyor sonra öldürüyorlardı.

* 12 Haziran 1939'da bugün Tel Hannan olarak adlandırılan Beledu'ş-Şeyh köyüne bir saldırı düzenlenerek bütün savunma imkânlarından mahrum 6 kişi öldürüldü.

* 1 Ocak 1947'de bir Filistin köyüne düzenlenen saldırıda 111 kişi öldürüldü.

* 31 Aralık 1947'de yine Beledu'ş-Şeyh köyüne gerçekleştirilen ikinci saldırıda köy halkından 600 kişi öldürüldü.

* 5 Ocak 1948'de Haganah terör örgütü Batı Kudüs'te Müslümanlara ait Semiramis Oteli'ni kundaklayıp 26 kişinin yanarak ölmesine sebep oldu.

* 14 Şubat 1948'de Haganah'a bağlı Gizli Palmach Ordusu'na mensup teröristler tarafından el-Celil'e bağlı Sa'sa' köyüne düzenlenen saldırıda 20 ev, sahiplerinin başlarına yıkılmış ve 20 kişi hayatını kaybetmiştir.

* 13 Mart 1948'de Haganah terör örgütüne mensup teröristler Kefer Huseyniye köyüne bir saldırı düzenleyerek köydeki evlerin çoğunu yıktı ve 30 kişiyi öldürdüler.

* 31 Mart 1948'de yine Haganah terör örgütünün militanları Hayfa - Yafa trenini havaya uçurarak 40 Filistinlinin ölümüne sebep oldular.

* 11 Nisan 1948'de Haganah terör örgütüne mensup teröristler el-Kastel yakınındaki Kaluniye köyüne baskın düzenleyerek birçok kişiyi öldürdü, birçoklarını da yaraladılar.

* 28 Ekim 1948'de Devayime katliamı gerçekleştirildi. Bu olayda Siyonist teröristler 3000 kişiden oluşan köy ahalisini köyün camisine doldurarak kurşun yağmuruna tuttu ve çoğunu öldürdüler.

Bunlar Siyonist terör örgütlerinin İsrail'in kuruluşu için zemin ve şartları hazırlama sürecinde gerçekleştirdikleri terör eylemlerinin ve katliamların başlıcaları. Ancak bunların dışında da pek çok terör eylemi gerçekleştirilmiştir.

Bunlar, İsrail işgal devletinin terör üzerine bina edildiğinin anlaşılmasını sağlayacak birkaç örnekten ibaret. Siyonist terör örgütlerinin terör eylemlerinin tümü bu kadardan ibaret değil tabii ki!

İsrail bütün bu eylemleri gerçekleştiren terör örgütlerinin devletleşmesidir. Ama bu örgütlerin kurduğu devlet hiçbir zaman kanun devleti olmadı. Sürekli terör devleti olarak devam etti ve bugün de öyledir.

Şimdi de siyonist terör örgütlerinin devletleşmesi aşamasından sonra gerçekleştirdikleri terör eylemlerinden birkaç örnek verelim:

* 14 Ekim 1953 gecesi: Ariel Sharon komutasındaki "Birlik 101" adını taşıyan 500 kişilik Yahudi komando birliğinin Batı Yaka'daki Kibya adlı Filistin köyüne baskın düzenleyerek 67 kişiyi öldürmesi, 75 kişiyi de yaralaması.

* 28 Şubat 1955: İşgal kuvvetlerinin Gazze'ye baskın düzenleyerek 38 kişiyi öldürmeleri

* 31 Ağustos 1955: İsrail'in Gazze'nin Han Yunus bölgesine saldırması. 40 Mısır askerinin öldürülmesi, 40'ının da yaralanması.

* 28 Ekim 1956 akşamı: Siyonist askerlerin Sina'daki Kefer Kâsım köyünde büyük bir katliam gerçekleştirmeleri.

* 8 Nisan 1970: İsrail uçaklarının Mısır'daki Bahru'l-Bakar Okulu'na saldırı düzenlemeleri. Bu saldırıda otuz çocuk hayatını kaybetmiştir.

* 25 Nisan 1970: Kutlu Doğum bayramında Kudüs'teki Kıpti kilisesine ve kilisede görevli rahiplere saldırı düzenlenmesi.

* 21 Şubat 1973: İsrail füzelerinin Libya Havayolları'na ait bir uçağı düşürerek Libya Dış İşleri Bakanı’nın ölümüne sebep olmaları.

* 10 Nisan 1973: İsrail işgal güçlerinin Beyrut'a saldırı düzenlemeleri ve Filistinli liderlerden Ebu Yusuf en-Neccar, Kemal Advan ve Kemal Nasır'ı öldürmeleri.

* 16 Eylül 1982 gecesi: Sabra ve Şatilla katliamı. Ariel Şaron'un gözetiminde gerçekleştirilen bu katliamda BM kayıtlarına göre çoğu kadın ve çocuklardan oluşan 991 Filistinli mülteci öldürüldü.

* 1 Ekim 1985: İsrail uçaklarının Tunus'taki FKÖ karargahını bombalamaları. Bu olayda 70 kişi öldürülmüş, yüzlerce insan da yaralanmıştır.

* 7 Aralık 1987: Filistinli işçileri taşıyan arabaya bir Yahudinin kamyonetiyle çarparak dört Filistinlinin ölümüne dokuz Filistinlinin de yaralanmasına sebep olması. Bu saldırı intifadanın fitilini çeken olay olmuştur.

* 16 Aralık 1988: Siyonist işgal güçlerinin Nablus'un Re'su'l-Ayn kentinde Filistinli gençlere karşı katliam gerçekleştirmeleri.

* 24 Eylül 1990: Siyonistlerin el-Beric mülteci kampına baskın düzenleyerek 33 ev ve dükkanı yıkmaları.

* 8 Ekim 1990: Kudüs katliamı. 30 Müslümanın şehit edildiği, 800 Müslümanın yaralandığı bu saldırı, Siyonist İsrail yönetiminin bazı fanatik Yahudi gruplarını kışkırtması sonucu gerçekleştirildi.

* 13 Mayıs 1993: İşgalciler tarafından şehit edilen Hasan Muhammed Hamude'nin cenaze merasimine katılan üç binden fazla Filistinlinin üzerine Siyonist askerlerin ateş açmaları sonucu beş kişinin şehit olması, altmış kişinin de yaralanması.

* 25 Şubat 1994 (15 Ramazan 1414): el-Halil'de Hz. İbrahim Camisi katliamı. Müslümanların sabah namazını kıldıkları sırada gerçekleştirilen bu katliamda İsrail askerleri tarafından korunan Barush Goldstien adlı bir Yahudi terörist tetikçi görevi üstlenmişti. Katliamda toplam 67 kişi hayatını kaybetmiş, pek çok kişi de yaralanmıştır.

* 18 Nisan 1996: Lübnan'da Kana katliamı. Bu katliamda çoğu çocuk ve kadınlardan oluşan 108 kişi hayatını kaybetmiştir.

* Nisan 2002: Cenin katliamı. Günlerce süren bu saldırıda en az bin kişinin şehit edildiği tahmin edilmektedir. BM'nin olayla ilgili bir soruşturma ekibi oluşturmasına rağmen gerçek bilgiler tam olarak gün yüzüne çıkarılmamıştır.

* 31 Mayıs 2010: Mavi Marmara katliamı. Abluka altındaki Gazze’ye insani yardım götüren Mavi Marmara gemisine saldırı düzenlenerek 9 kişinin öldürülmesi, 100’e yakın kişinin yaralanması, gemiyle birlikte bütün yüküne el konması ve tüm yolcuların rehin alınması suretiyle korkunç bir terör faaliyeti ve katliam gerçekleştirildi.

Bunlar İsrail'in devlet sıfatıyla gerçekleştirdiği katliam ve cinayetlerin bir kısmı. Tümünü sıralayabilmek için listeyi bir hayli uzatmak gerekiyor. Ancak bu katliamlar ve cinayetler "Siyonizm"in bir devlet kimliği kazanmasından sonra da anlayış ve çizgisini değiştirmediğini belgelemeye yetiyor.

İsrail işgal rejimi bu saydığımız katliamları “devlet” sıfatıyla veya himaye ettiği yahudi teröristler eliyle açıktan gerçekleştirdi. Buna ek olarak ayrıca işgal etmiş olduğu toprakların dışında kalan ülkelerde terör eylemleri ve cinayetler gerçekleştirmek amacıyla istihbarat örgütü sıfatı verdiği ancak gerçekte terör çetesi niteliği taşıyan ve kısa adı MOSSAD olan bir örgüt kurdu. Bu örgütün cinayetlerinden ve terör eylemlerinden de birkaç örnek vermek istiyoruz:

* 9 Ekim 1972: FKÖ'nün Roma temsilcisi Vail Zuaytir'in öldürülmesi.

* 22 Ocak 1979: 1936 direnişinin liderlerinden Hasan Selame'nin oğlu Ali Hasan Selame'nin Beyrut'ta arabasına bomba konması suretiyle öldürülmesi.

* 29 Eylül 1980: Filistinli lider Sa'd Sayil'in Lübnan'ın el-Beka'a vadisinde öldürülmesi.

* 9 Ekim 1981: Mücahit Ebu Şerar'ın Beyrut'ta bir suikast sonucu şehit edilmesi.

* 14 Şubat 1988: FKÖ'nün ileri gelenlerinden Hamdi et-Temimi, Mervan el-Kiyali ve Muhammed el-Cis'in Kıbrıs'ın Limasol kentinde arabalarına bomba konması suretiyle öldürülmeleri.

* 16 Nisan 1988: FKÖ liderlerinden Halil el-Vezir'in (Ebu Cihad) öldürülmesi. Bu cinayette İsrail deniz kuvvetlerinden de yararlanılmıştır.

* 15 Ocak 1991: Tunus'ta FKÖ'nün ileri gelenlerinden Ebu İyad, Ebu'l-Hevl ve Fahri el-Umeri'nin öldürülmesi.

26 Ekim 1995: Filistin İslâmi Cihad Hareketi'nin lideri Dr. Fethi Şikâki'nin Malta'da şehit edilmesi.

16 Şubat 1996: Limasol'dan yola çıkan ve Filistinlilerin bindiği "dönüş gemisi"nde bomba patlatılması.

25 Eylül 1997: Ürdün’ün başkenti Amman'da Hamas Siyasi Büro Başkanı Halid Meşal'e karşı suikast girişimi.

19 Ocak 2010: Hamas’ın askeri kanadı durumundaki İzzettin Kassam Birlikleri'nin önemli komutanlarından Mahmud el-Mebhuh'un Birleşik Arap Emirlikleri'nin Dubai şehrinde kaldığı otelin odasında basılıp boğularak şehit edilmesi.

Bunlar da işgal rejiminin cinayet ve terör şebekesi durumundaki MOSSAD’ın işgal edilmiş toprakların dışında gerçekleştirdiği terör eylemlerinden sadece birkaç örnek niteliğinde. Tabii ki bu örgütün terör eylemlerinin de hepsi bu kadar değil. Bu örgütün ayrıca işgal edilmiş topraklarda gerçekleştirdiği birçok terör eylemi bulunuyor.

Bilindiği üzere siyonist işgal rejiminin 74 yıldan ibaret olan kısa tarihi ayrıca toplu katliamlara, yıkımlara, sürgünlere ve işgallere neden olan savaşlarla doludur ki bunların hepsi de terör faaliyeti niteliğindedir.

Siyonist işgal rejimi şimdi terör faaliyetlerini birkaç kanattan sürdürüyor.

Birinci sırada, ordu ve polis vasıtasıyla açıktan ve resmi yollarla gerçekleştirdiği terör faaliyetleri yer almaktadır. Bu faaliyetlerini savaşlarla, baskınlarla, toplu katliamlarla, ev ve iş yerlerini basmak suretiyle gerçekleştirilen cinayetler başta olmak üzere akla gelebilecek bütün insanlık dışı yöntemlere başvurarak gerçekleştiriyor.

İkinci sırada yer alanlar MOSSAD adlı terör şebekesinin gerçekleştirdiği cinayetler ve terör eylemleridir.

Üçüncü sırada, işgal rejiminin beslediği, himaye ettiği ve yönlendirdiği ancak rejimden ayrı çalışıyormuş gibi görünen yahudi yerleşimci çeteler vasıtasıyla sürdürülen terör eylemleri yer alır. Yahudi yerleşimciler görünüşte sivil olsalar da gerçekte işgal rejiminin gerilla ve milis güçleri gibi çalışmaktadırlar ve bunların gerçekleştirdiği terör eylemleri de bayağı bir yekûn oluşturmaktadır.