11-12 Ağustos 2022 Perşembe-Cuma, Yeni Akit
İsrail işgal güçleri 1 Ağustos Pazartesi gecesi Filistin’in Batı Yaka bölgesinde, Cenin Mülteci Kampı’na baskın düzenleyerek İslami Cihad Hareketi’nin ileri gelenlerinden Bessam es-Sadi’nin evine girdiler. Burada hem Sadi’nin kendisine hem de eşine çok çirkin bir şekilde saldırdı ve hakarette bulundular. Ardından Bessam es-Sadi gece yarısı esir edilirken, eşi de hem fiili saldırıya hem de hakarete maruz kalmaktan dolayı bedeninde yaralar oluştuğundan ve psikolojik sorun yaşadığından bir sağlık merkezine tedavi ve psikolojik destek için başvurmak zorunda kaldı.
İşgalcilerin bu şekilde çirkin saldırıda bulunmalarının ve hakaret etmelerinin amacı tahrikti. Çünkü hedef aldıkları kişi, İslami Cihad Hareketi’nin saygın isimlerindendi ve ona yönelik bu muamelenin hareketin mensuplarını tahrik edeceğini, onların da intikam eylemine başvuracaklarını düşünüyorlardı. Çünkü işgal rejiminde siyasi iktidarı sürdüren partilerin önde gelenleri, 1 Kasım 2022’de gerçekleştirmeyi planladıkları seçimler öncesinde Gazze’ye geniş çaplı yeni bir saldırı düzenlemek suretiyle, Netanyahu’nun Likud Partisi’ne oy kaymasının önüne geçmek istiyorlardı.
İslami Cihad Hareketi ve genel olarak Filistin’deki direniş hareketleri, oyunun farkında olduğu için işgal güçlerinin Gazze’ye yönelik geniş çaplı saldırı planının önünü açmak yerine, Batı Yaka bölgesindeki protesto eylemleriyle tavır koymayı sürdürme taraflısıydı.
Yaşanan gerginlik ve provokasyon sebebiyle Gazze tarafından işgal hedeflerine yönelik herhangi bir saldırı olmadığı halde, işgalciler bir “misilleme” eylemi olabileceği endişesi içinde olduklarını ileri sürerek Gazze çevresindeki askeri noktalarını tahkim ettiler. Ayrıca bu bölgenin 1948’de işgal edilmiş Filistin topraklarına açılan iki önemli sınır kapısı durumundaki Erez ve Kerem Ebu Salim kapılarını iki taraflı olarak geçişlere kapattılar. Bunlardan birincisi yolcuların, diğeri ticari ürünlerin geçişinde kullanılıyor.
Söz konusu kapıların kapatılması Gazze’de ekonomik sıkıntıların artmasına neden oldu. Ayrıca Gazze’deki termik santralin de çalışmak için sürekli yakıt takviyesine ihtiyacı olduğundan, buranın da yakıtı tükenmeye başladı ve durma noktasına geldi.
Bununla birlikte Gazze tarafından herhangi bir misilleme saldırısı olmadığı halde İşgal rejimi aynı nakaratı okumaya ve Gazze sınırındaki alarm durumunu artırdığı yönünde açıklamalar yapmaya, sözünü ettiğimiz kapıları da kapalı tutmaya devam etti.
Bu arada 5 Ağustos Cuma sabahı Mısır yönetimi İslami Cihad liderleriyle irtibata geçerek, meselenin görüşmelerle çözülmesi ve kapıların yeniden açılması için Pazar günü İsrail tarafıyla bir görüşme yapacakları yönünde bilgi verdi. Dolayısıyla İslami Cihad Hareketi, Mısır tarafından gelecek bilgileri beklediğinden, herhangi bir fiili saldırıya geçme taraflısı değildi.
Gazze tarafından herhangi bir saldırı olmaması üzerine, Cuma günü ikindi vakitlerinde işgal rejimi yine İslami Cihad Hareketi’nden misilleme olabileceği endişesi taşıdığını ileri sürerek fiilen saldırıyı başlattı. Yani günlerdir gündemde tuttuğu sözde endişesini haklı çıkaran bir gelişme olmadığı halde yine saldırıyı başlattı.
İşgalci bu kez, İslami Cihad Hareketi’nden misilleme olabileceği endişesini öne çıkararak saldırısının da bu harekete yönelik olduğu iddiasında bulundu. Oysa ilk saldırısında bu hareketin askeri kanadının liderlerinden Teysir el-Caberi’yi hedef almakla birlikte birçok saldırısının hedefinde de siviller vardı. Hatta ilk etapta gerçekleştirilen saldırılarda öldürülenlerden biri de Alâ Abdullah Kaddum isminde 5 yaşında bir kız çocuktu.
İşgalci siyonistin sürekli arkasında duran ABD emperyalizminin, bu korkunç saldırı karşısında yine İsrail’in kendini savunma hakkı olduğu iddiasını gündeme getirmesi ne kadar taraflı ve iki yüzlü olduğunu, siyonist işgalciden çok daha siyonist ve vahşi olduğunu gözler önüne sermiştir. Çünkü bu son olayların başlangıcında işgalci siyonistin kendini savunmasını gerektirecek herhangi bir gelişme olmamıştı.
İşgal rejiminin Gazze’yi hedef alan üç günlük saldırısının ardından Mısır’ın devreye girmesiyle sağlanan ateşkeste ortaya çıkan duruma binaen, Türkiye’de çok olmadıysa da Arap sosyal medyasında Filistin direnişine bazı sert eleştiriler yöneltildiğine şahit olduk. Bunun gerekçesi işgal güçlerinin Filistin tarafına yine büyük zarar vermesine rağmen işgal rejiminin fazla yara almadan dosyayı kapatması, dolayısıyla kendi kamuoyunun karşısına “zafer kazanmış” edasıyla çıkabildiği, direnişin ise fiiliyatta bir karşılığı olmayan göstermelik şartlarla ateşkese razı olmak zorunda kaldığı iddiasıydı.
Bu konuda direnişe yöneltilen eleştiriler tamamen haksızdı. Çünkü bundan önceki yazımızda da ifade ettiğimiz üzere, gerginliğe sebep olan da saldırıyı başlatan da işgal rejimiydi ve işgalci bu saldırıyı düzenlemeyi zaten planlamıştı. Yani karşınızda hiçbir sebep olmasa da saldırmaya niyetli bir düşman var ve bu düşman hiçbir ahlâkî değer, hukuki ölçü tanımıyor. Hedefinde sadece mümkün olduğu kadar çok zarar vermek var.
Peki, böyle bir düşmanın saldırısı karşısında direniş hiç karşılık vermeseydi, savunmaya geçmeseydi ne olacaktı? O zaman düşman, daha çok saldıracak ve daha çok yıpratmak için elindeki bütün imkânları kullanacaktı. O yüzden direnişin karşı saldırıya geçmesi, işgalci siyonisti geri adım atmaya, en azından üç gün dolmadan ateşkesi kabul etmeye zorlamıştır.
İşgalciyi üç gün dolmadan ateşkese razı olmaya zorlayan, onun bu süre içinde istediklerinin tümünü alması ve saldırıları sürdürmeye artık gerek görmemesi değil uzamasının kendisini de zor durumda bırakacağı ve Mayıs 2021’de yaşanan Kudüs Kılıcı Harekatı’nda ortaya çıkan durumun bir benzerinin ortaya çıkabileceği korkusuydu. Ondan dolayı, psikolojik savaş açısından kullanabileceği malzemelerin oluştuğu havanın kaybolmasına fırsat vermeden saldırıları sonlandırmayı ve dosyayı kapatmayı tercih etmiştir.
Bu durum karşısında, “Direniş tarafı işgalciyi köşeye sıkıştırmak için saldırılarına devam edebilirdi.” şeklinde bir itirazda bulunulması haklı olmaz. Çünkü direniş her ne kadar büyük zorluklara katlanarak işgalciye göğüs geriyorsa da çatışmaların uzamasının elbette bölge halkı açısından da büyük bir külfeti ve ağır bir maliyeti var. Ayrıca bu sefer bölge ahalisi daha zor şartlarda ve abluka şartlarının da iyice ağırlaştırdığı bir ortamda direnmek durumundaydı ve işgalci siyonist bunun farkındaydı.
İşgalci siyonist ayrıca bu savaşta, Filistin tarafının ve Gazze Şeridi’nin içinde bulunduğu şartları da istismar ederek hedef küçültme taktiğine başvurdu. Savaşının sadece İslami Cihad Hareketi’ne yönelik olduğu iddiasında bulunurken, bu konudaki taktiğinin tutması için bütün stratejik unsurları değerlendirdi. Normalde direniş grupları bu saldırı karşısında İslami Cihad Hareketi’ne destek verdiyse de, Gazze’nin içinde bulunduğu şartlardan dolayı çatışmaların genişlemesine ve uzamasına taraftar değillerdi. O yüzden çatışmada işgale karşı direnişin de İslami Cihad mücahitleri tarafından sürdürülmesi, çatışmaların fazla genişletilmemesi tercih edildi. Bu genel olarak direniş hareketlerinin değil aynı zamanda İslami Cihad Hareketi’nin de tercihiydi. Buna rağmen İslami Cihad’ın mücadelesinin de işgalciyi sıkıştırmak ve üç gün dolmadan onu ateşkesi kabul etmeye zorlamak için yeterli olduğu gerçeğinin de gözden uzak tutulmaması gerekir.
Bu arada işgalcinin bu operasyondaki öncelikli amacı psikolojik savaş olduğundan bu kez kendisinin sadece askeri zayiatını değil, sivil zayiatını da gizlemeyi tercih etti. O yüzden direnişin karşı saldırısının işgal güçlerine verdirdiği kayıplar konusunda işgal rejiminin verdiği bilgiler yeterli ve tatmin edici değildir.
İşgalcinin bu saldırıda iki önemli amacı vardı: Mayıs 2021 saldırısında büyük zarar gören, caydırıcılık imajını geri kazanmak ve 1 Kasım 2022 seçimlerine yatırım. Şimdi çıkan sonuçları bu iki amaç doğrultusunda kullanmak için kendi toplumuna yönelik propaganda faaliyetini etkin bir şekilde sürdürmeye çalışıyor.