Filistin Direnişi Haklı ve Meşrudur

Haziran 2021, Vuslat

Filistin toprakları üzerinde meşru bir şekilde değil de işgalci sıfatıyla hakimiyetlerini sürdüren siyonist zalimler, burada saltanatlarını sürdürebilmek için sürekli zulmediyorlar. Kendilerini biraz da bunu yapmaya mecbur hissediyorlar. Çünkü 1948’de işgal edilmiş bölge de dâhil olmak üzere tüm Filistin topraklarında işgalci durumdalar ve oranın asıl sahiplerinin önemli bir kısmını oradan çıkarmışlar; kalanları da kendi saltanatları açısından bir tehdit olarak görüyorlar. Çünkü bu halk topraklarının işgal edilmesine razı değil. Hem ülkelerinde yaşamakta olanlar orayı yeniden özgür ve bağımsız kılmak, hem de zorla ülkelerinden çıkarılmış olanlar yurtlarına geri dönmek istiyor. İşgalci de dünyaya kendi işgalini bir realite olarak kabul ettirmek, Filistin halkını da haklarının iadesini istemekten vazgeçmeye zorlamak için arkasına aldığı küresel emperyalizmin desteğini de kullanarak sürekli zulmediyor.

Ama bazı zamanlarda zulmünün ve şiddetinin düzeyini artırıyor. Bunun siyasi ve dinle bağlantılı sebepleri olabiliyor. Bazen işgal rejiminin farklı siyasi kanatları arasındaki iktidar kavgasından dolayı Filistinlilere yönelik şiddet ve zulmü artırıyor. Çünkü dünyanın değişik ülkelerinden toplayıp Filistin topraklarına yerleştirdiği yahudi nüfusun büyük çoğunluğunu siyonist, ırkçı ve fanatik kesimler oluşturuyor. Dolayısıyla siyasi partiler ve onların liderleri söz konusu ırkçı tabandan oy kazanabilmek için Filistin halkına yönelik şiddet ve zulmü bir araç olarak görüyor. Bazen de Filistin halkının büyük çoğunluğunu oluşturan Müslümanların dini değerlerini hafife almak, onların önemsedikleri mekânları hedef almak, özel ibadet veya bayram günlerinde onları huzursuz etmek, ibadetlerini zorlaştırmak için şiddetin ve zulmün trendini artırıyorlar. Bu, genelde İslam düşmanlarının ve özelde yahudilerin genel karakteridir. Onların bu özelliklerinden Kur’an-ı Kerim’de değişik vesilelerle söz edilir.

Son dönemde Filistinlilere yönelik şiddetlerinde ise bu iki sebep birleşti. Birinci olarak siyonist işgalciler kendi aralarında iki yıldan beri iktidar savaşı verdiklerinden dört kez erken genel seçim gerçekleştirdiler. Ama son genel seçimlerden sonra da başbakan Netanyahu’nun liderliğindeki Likud Partisi koalisyon kurmak için yeterli desteği elde edemediğinden hükümeti kurma görevini cumhurbaşkanına iade etti. O da Netanyahu’nun rakibi, Yeş Atid (Gelecek Var) Partisi Genel Başkanı Yair Lapid’e görevi verdi. Netanyahu bir yandan da bütün aile efradının yolsuzluğa karışmasından dolayı yargılandığı için hükümeti kaybetmek istemiyor ve Lapid’in önünü kapatarak, rejimi yeni bir erken genel seçime zorlamak, bu seçimlerde de oylarını artırmak için fanatiklerin kendisine desteklerinin artmasına vesile olacak bir atak yapmak istiyordu.

İkinci olarak işgalciler hemen her Ramazan’da Müslümanlara yönelik zulüm ve şiddetlerini artırıyorlar. Bu yıl da Ramazan’ı onlara zehir etmek ve ibadet mevsimlerini gönül huzuru içinde geçirmelerini engellemek istiyorlardı.

Bütün bu sebeplerden dolayı Ramazan’ın girmesiyle birlikte Kudüs’teki yahudileştirme faaliyetleri çerçevesinde Doğu Kudüs’ün Şeyh Cerrah Mahallesi’ndeki bazı ailelerin evlerinin gasp edilmesine dair mahkeme kararının Yüksek Mahkeme yani yargıtay tarafından da onaylanmasına binaen bu ailelerin evlerini 2 Mayıs 2021 tarihine kadar boşaltmaları için tebligatta bulundular. Kudüs halkının bu karara itiraz etmesi ve evlerinin gasp edilmesi istenen ailelere büyük bir destek vermeleri üzerine Yüksek Mahkeme evlerin boşaltılması işlemini ertelemek zorunda kaldı.

Ancak siyonist işgalciler bunun intikamını almak için Eski Kudüs’ün önemli noktalarından olan Babu’l-Amud’a (Şam Kapısı) çok sayıda silahlı güvenlik elemanı yığarak Filistinlilerin buradan geçmelerini engellemek amacıyla bariyerler kurdular. Filistinli gençlerin buna direnmeleri üzerine çatışmalar yaşandı ve gençlerden üç yüzden fazla yaralanan oldu. Ama kararlı direniş karşısında işgalciler buradan çekilmek zorunda kaldılar. Onların çekilmesinden sonra da Kudüslü gençler bariyerleri kaldırdı.

Bunun üzerine işgalciler Mescidi Aksa’ya toplanan cemaati rahatsız etmeye, özellikle yatsı ve teravih namazlarından çıkmaları sırasında onlara saldırmaya başladılar.

Onlar bu saldırıları düzenlerken, kendilerini Tapınak grupları olarak isimlendiren fanatik yahudi grupları, Mescidi Aksa’nın da içinde bulunduğu Doğu Kudüs’ün işgal edilmesinin İbrani Takvimi’ne göre yıldönümüne tekabül eden 28 Ramazan (10 Mayıs) Pazartesi günü Mescidi Aksa’ya çok büyük bir kalabalıkla baskın düzenlemek için geniş çaplı kampanya başlattı. İşgal rejiminin güvenlik teşkilatı ise bunu önleme konusunda hiçbir girişimde bulunmadığı gibi, sabah 07.00-11.00 arasında söz konusu yahudi grupların baskınlarına izin verileceğini duyurdu. Çünkü dediğimiz gibi Netanyahu yeni iktidar kavgasında özellikle aşırı fanatik kesimlerin daha fazla desteğini elde etmek istiyordu.

Bu durum karşısında Kudüs ahalisi ve onlara Filistin’in diğer bölgelerinden özellikle 1948’de işgal edilmiş topraklardan destek verenler, fanatiklerin baskınlarına karşı Mescidi Aksa’yı korumak amacıyla 26 Ramazan Cumartesi akşamından itibaren buraya toplanmaya başladı. Burada büyük bir kalabalığın toplanması üzerine işgalci siyonist, yahudi fanatiklerin rotasını değiştirmek ve onları Mescidi Aksa’ya sokmama kararı almak zorunda kaldı.

Bu kez onların intikamını almak amacıyla silahlı güvenlik güçleri gaz bombalarıyla, ses bombalarıyla, plastik ve gerçek mermilerle Mescidi Aksa’da toplanan cemaate saldırdı. Bu saldırıda yüzlerce insan yaralandı. İşgalciler gençlere korkunç işkenceler yaptılar. Bazı keskin nişancılar plastik mermilerle özellikle insanların gözlerini hedef alarak bazı kişilerin tek gözlerini kaybetmelerine sebep oldular. Yaralananlar arasında durumları kritik olanlar vardı.

Bunun üzerine Filistin İslami Direniş Hareketi’nin (Hamas) askeri kanadı olan İzzettin Kassam Tugayları, Gazze’den açıklama yaparak işgalci siyonistlerin bu saldırgan tutumları karşısında kendilerinin eli kolu bağlı kalamayacaklarını, Mescidi Aksa üzerindeki kuşatmayı kaldırmamaları ve saldırılara son vermemeleri durumunda bir müdahalelerinin olacağını duyurdu. İşgalciler gündüz bir ara saldırılara ara verip polislerini Mescidi Aksa dışına çıkardı. Ama akşam saatlerinde yeniden ani baskınla saldırılar gerçekleştirdi ve yine birçok kişiyi yaraladılar. Mescidi Aksa’nın içinde ve çevresinde yaralananların sayısı 500’ü geçti.

Bunun üzerine Gazze’deki direniş güçleri Kudüs’ün batı kesiminde, işgal rejiminin önemli hükümet kurumlarının bulunduğu bölgede yer alan bazı İsrail hedeflerine yönelik füze saldırıları gerçekleştirdiler. Bu saldırılar üzerine işgalcilerin sirenleri çaldı ve herkes sığınaklara girmek, işgal parlamentosu da görüşmeleri kapatmak zorunda kaldı.

İşgalci siyonist Netanyahu aslında Filistin direnişinin böyle bir müdahalede bulunacağını beklemiyordu. Ama böyle bir saldırıyı karşılıksız bırakmasının da kendisinin siyasi prestijine ağır bir darbe vuracağını düşünerek Filistin direnişinden gelecek karşılığın kendilerine neye mal olacağının hesabını yapmadan Gazze’ye saldırıda bulundu. Bu saldırıyla birlikte savaş ortamına girilmiş oldu. Çünkü Filistin direnişi işgalcilerin Batı Kudüs’teki bazı önemli noktaları hedef alan saldırılarından sonra yaptığı açıklamada; “Karşılık verirseniz biz de karşılık veririz, siz artırırsanız biz de artırırız.” demişti.

Böylece olaylar Gazze’deki direniş güçleriyle işgalci siyonistler arasında savaşın fitilini çekmiş oldu ve sonrasında işgal rejimi tarafından Gazze’de bilhassa sivil hedefleri vuran çok sayıda hava saldırısı, Filistin direnişi tarafından da İsrail işgal rejiminin çok önemli stratejik noktalarının, sanayi tesislerinin ve askeri merkezlerinin de hedef alındığı füze saldırıları gerçekleştirildi.

Burada iki önemli hususa özellikle temas etmek istiyorum.

Birinci olarak, gerçekte işgalci siyonist saldırganların önünü açan ve Filistin direnişine yüklenmeyi amaçlayan birtakım yorumlarda Filistin direnişinin füzelerinin siyonist rejimin işine geldiği iddiasında bulunuluyor. Bu iddia tamamen saçma olduğu gibi Filistin direnişin yanlış yaptığını da göstermez. En başta olayları başlatan Filistin direnişi değildir. Üstelik Filistin direnişi işgalciye Mescidi Aksa’daki vahşi saldırılarını durdurması için çağrıda bulunmuş ve aksi takdirde kendisinin de müdahalede bulunacağını haber vermiştir. Eğer ki işgalci saldırılarını durdursaydı belki Filistin direnişi Gazze’den füze saldırısını değil sadece kitlesel gösterilerle hak arama mücadelesini sürdürmeyi tercih yoluna gidecekti. Bunun yanı sıra, Filistin direnişinin karşısında haksız olduğu halde saldıran, mağdur toplumun sessiz kalmasına veya direnmesine bakmaksızın sürekli zulmeden, şiddete başvuran, hiçbir değer ve sınır tanımayan vahşi, saldırgan düşman var. Böyle bir düşman karşısında Filistinlinin direnişten başka bir seçeneği bulunmamaktadır. O yüzden bunca zorluğa katlanmayı, fedakârlıkta bulunmayı göze alarak direnişi sürdürmek zorunda kalıyor. Aksi takdirde işgalci siyonistin her türlü zulmünü, haksızlığını peşinen kabul etmiş olması gerekir. Üstelik bu da işgalciyi sınırlamaz, aksine daha da saldırgan ve vahşi olmasına sebep olur. Çünkü yazının başında da belirttiğimiz üzere o, Filistin topraklarında işgalci olduğundan ve gayrimeşru bir hakimiyet sürdürdüğünden buna ihtiyaç duyuyor.

İkinci olarak bu direniş işgalci siyonistlere de ağır bir bedel ödetmiştir. Bizzat siyonistlerin kendi medya organlarında Filistin direnişinin ilk kez işgal rejimine bu kadar ağır darbeler vurduğu ve işgalcilerin kayıplarının büyük olduğu dile getirildi. En başta işgal medyası, siyonistlerin tarafında da birçok ölünün ve yüzlerce yaralının olduğunu dile getirdi. Ancak işgal medyası özellikle askeri kayıpları vermiyor. Direnişin saldırılarında ise stratejik noktaların yanı sıra ağırlıklı olarak askeri hedefler vurulduğundan işgalcinin askeri kayıplarının açıklanandan çok daha fazla olduğu tahmin ediliyor. Ayrıca büyük sanayi tesisleri vurulduğundan işgalcinin ekonomik kayıpları da büyük oldu. En önemli uluslararası havaalanı niteliğindeki Ben Gurion Havaalanı’nı kapatmak zorunda kaldı. Buna alternatif olarak en güneydeki Eilat şehrinde bulunan Ramon Havaalanı’nı kullanması üzerine Filistin direnişi 230 km menzilli füzeleriyle Eilat şehrini de vurdu. Birçok önemli kurum çalışmasını durdurmak zorunda kaldı. Hayat tamamen sekteye uğradı, işgalciler günlerce sığınaklarda beklemek zorunda kaldı. Bu yüzden füzelerin işgalcinin işine yaradığı yorumu son derece mantıksız ve saçmadır.

Ama işgal rejiminin başbakanı Netanyahu, yenilgiyi kabul etmenin kendisinin siyasi hayatının son bulmasına neden olacağını düşündüğünden iyice sarhoşa döndü ve Filistin direnişini bir an önce yıldırmak için azgınlığını daha da artırdı. Çünkü savaşın böyle sürüp gitmesinin kendi tarafında da ciddi itirazlara ve tepkilere neden olduğunu görüyordu. Bu tepkilere binaen işgal medyasında düzenlenen tartışma programlarında artık birbirlerine çok ağır üsluplarla hakaret etmeye başlamışlardı.

Bu arada işgal rejiminin beklemediği bir şekilde 1948’de işgal edilmiş bölgedeki Filistinli halk da meydanlara çıkarak direnişe destek verdi. Batı Yaka bölgesindeki direniş eylemlerinde de ciddi artış oldu.

Biz bu yazıyı yazdığımızda henüz savaş devam ediyordu. Ama sonuç ne olursa olsun işgalci Netanyahu, bu savaştan hem askeri açıdan hem de siyasi açıdan zararla çıkmış olacaktır. Çünkü hesabını doğru yapamamış, gidişatın nasıl olabileceğini iyi analiz edememiştir. Dolayısıyla saldırgan tutumundan beklediği siyasi kazanımı elde etmesi mümkün görünmüyor. Siyonistlerin Haaretz gazetesinde de bu savaşın Netanyahu’nun siyasi hayatının sonu olabileceğine dikkat çekildi.