22 Ocak 2021 Cuma, Yeni Akit
ABD’de “küresel kabadayı” Donald Trump’ın dönemi kapandı ve Biden dönemi fiilen başladı. Bayağı sıkıntılı bir şekilde gerçekleşen bu değişim süreci netice itibariyle tamamlandı ve Trump tasını tarağını toplayıp arkasına bakmadan çekti gitti.
“Allah, insanlığın başına bela olanların belalarını kendi içlerinden versin” diye dua edenler, Trump’ın adamlarının daha önce başkanı belirlemek için seçilen delegelerin toplandığı sırada yaptıkları gibi bir baskın düzenleyecekleri ve ortalığı karıştıracakları ümidi içindeydiler. Ama olmadı. Çünkü geniş çaplı tedbirler alınmıştı. Trump da başkanlığın devri esnasında hengame çıkarmayacağı sözü vermişti. Onun bu sözünü yerine getirmesinin sükuneti sağlaması aslında daha önce yaşanan olaylarla ilgisinin olmadığı iddiasının inandırıcı olmadığının da bir delilidir.
Trump, ABD’deki başkanlar silsilesi içinde ikinci kez aday olup da seçilemeyen nadir başkanlardan biri oldu. Bu tabii çok zoruna gitti. Çünkü kendini çok başarılı bir başkan olarak görüyordu. İşin gerçeğinde ABD’nin, görev süresi içinde en fazla kendinden söz ettiren başkanlarından biri olmayı da başarmıştır. Üstelik rakibini de çok pısırık, başarısız ve etkisiz biri olarak görüyordu. Onunla yarışını güçlü bir pehlivanla zayıf, ayakta duramayan bir zavallının güreşi gibi sanıyordu. Ama ona yenildi. Bu yüzden sonuç çok ağırına gitti. Bizim tahminimize göre seçim sonuçları hakkında sürekli kafaları karıştırmaya çalışmasının en önemli sebeplerinden biri de budur. Yani yenilgiyi psikolojik olarak kabullenmekte zorlanması.
Bizim kanaatimize göre onun en önemli başarısı, Trump gibi birinin de ABD başkanı olabildiğini ispat etmesidir. “Şimdiye kadar ABD’nin başına geçenlerin geriye kalanları Trump’dan iyi midir?” denilebilir. Ama Trump’ın farkı daha kötü olduğunu değil ABD başkanlığını yürütmek için aklın bir kriter olarak alınmasına ihtiyaç duyulmayacağını çok belirgin bir şekilde gösterebilmesidir.
Fakat Biden’la birlikte ABD’nin dış politikasında, özellikle de Arap dünyasındaki dikta rejimlerine karşı ve Filistin davasıyla ilgili tavırlarında “olumlu” birtakım gelişmeler olabileceğini ümit edenler boşuna bir bekleyiş içindedirler. Kendisini “yahudi olmayan bir siyonist” olarak tanımlayan Biden’dan Filistin davası açısından olumlu bir şeyler beklemek anlamsızdır. Zaten onun hükümetinde Dışişleri Bakanı olacağı açıklanan Antony Blinken, İsrail işgal rejimine destek verme ve Kudüs’ü işgal rejiminin başkenti olarak tanıma konusundaki tutumlarında bir değişiklik olmayacağını; ABD Büyükelçiliği’nin Kudüs’te kalacağını dile getirdi. Siyonist işgal devletini de ABD’nin Ortadoğu bölgesindeki en önemli müttefiki olarak nitelendirdi. Dolayısıyla Biden yönetimi, İsrail işgal rejiminin bileğinin güçlendirilmesi amacıyla Trump döneminde atılan adımlardan bir adım geri atmayacaktır. Ama yeni çözüm formülleri üretme iddiasıyla bazı seraplar gösterme politikasına başvurarak Filistin tarafını yeniden masa başı görüşmelere çekmek için ileriye dönük adımlar atması söz konusu olabilir. Eğer Filistin Yönetimi bu seraplara aldanarak, Filistin içindeki direniş oluşumları arasında ittifakın güçlendirilmesi amacıyla yürütülen çabaları durdurur, Filistinlilerin kendi evlerini düzene sokmaları amacıyla yapılan görüşmelerde varılan ittifaklardan dönerse hem kendine hem de Filistin davasına büyük haksızlık etmiş olur.
Biden yönetiminin Arap dünyasındaki dikta rejimlerini hizaya sokma iddiasıyla atacağı adımlar veya yapacağı açıklamalar da kesinlikle onlarla ilişkilerinin zarar görmesine sebep olabilecek türden olmayacaktır. Bu konudaki girişimlerinin amacı o yönetimlerin Trump döneminde ABD desteğine olan ihtiyaçlarının kendi döneminde de aynen devam ettiğini, kendisinin talimatlarını gözardı etmelerinin söz konusu olamayacağını kendilerine ispat etmek olacaktır. Bundan da İsrail işgal rejimiyle ilişkilerin normalleştirilmesi sürecinin zarar görmesine neden olacak bir uygulama ve tavır kesinlikle çıkmaz.