27 Mart 2010 Cumartesi, Vakit gazetesi
Siyonist işgal devletinin kuruluşundan 1979’a kadar geçen süre içinde Arap dünyasında işgale karşı geçerli olan söylem savaştı. Sloganlar savaş üzere şekilleniyordu. “İsrail” isimlendirmesi yerine “Siyonist düşman”, “işgalci düşman” veya kısaca “düşman” isimlendirmeleri geçerliydi. Arap dünyasındaki resmi açıklamalarda, söylemlerde “el-aduvv” yani “düşman” kelimesi herhangi birine nispet edilmeden, bir atıf söz konusu olmadan kullanıldığı zaman anlaşılması gereken Siyonist işgalciydi. Arap ülkelerindeki rejimler resmî politikalarının, ideolojik söylemlerinin meşruiyet zeminini Siyonist işgale karşı tavır ve savaş halinde olmayı tercih üzerine oturturlardı. Cemal Abdünnasır’ın fikirlerine dayanan ve sosyalist Arap kavmiyetçiliği olarak tanımlayabileceğimiz Nasırcılığın ideolojik söylemleri dikenli tellerini “Siyonist düşman” tehdidine göre örmüştür.
Söz konusu rejimlerin ideolojik söylemlerinde savaşı öne çıkardığı dönemde Siyonist düşmanla üç önemli savaşları oldu ve bunların üçü de düşmanın işine yaradı. Ya işgali altındaki toprakların sınırlarını ya da kendi etki gücünün dairesini genişletti.
Arap rejimlerinin liderleri 1967 Haziran’da Siyonist işgalci karşısında alınan ağır yenilgiden ve düşmanın bu savaşta Gazze’yi, Sina yarımadasını, Batı Yaka’yı, Doğu Kudüs’ü ve Golan tepelerini işgal etmesinden sonra aynı yıl Sudan’ın başkenti Hartum’da gerçekleştirdiği zirvede meşhur “Üç Hayır Deklarasyonu”nu yayınladı. Tarihe geçen ve Arap dünyasında uzun süre üç ilke gibi algılanan bu deklarasyonda şöyle deniyordu: “İsrail’i tanımaya hayır, onunla görüşmeye hayır, onunla barışa hayır!”
Bu deklarasyona göre Siyonist düşman savaş yoluyla gasp ettiği topraklardan yine savaş yoluyla çıkarılacaktı. O zaman Arap dünyasının liderliğine oynayan ve sosyalist Arap kavmiyetçiliği hareketinin başını çeken Cemal Abdünnasır’ın, “Kuvvetle alınan ancak kuvvetle geri alınır” sözü de Hartum deklarasyonuna göre şekillenen stratejinin sloganı haline gelmişti. Nasırcılarda bu söz bugün hâlâ slogan halindedir ama aşağıda dile getireceğimiz hususlardan da anlaşılacağı üzere eski çamlar bardak oldu.
1967 Hartum Deklarasyonu’nun yayınlanmasından 11 yıl sonra 1978’de, Mısır’ın Abdünnasır’dan sonraki Cumhurbaşkanı Muhammed Enver Sâdât (Sedat değil) Siyonist düşmanla masaya oturmayı kabul etti. Yani Hartum Deklarasyonu prensiplerinin dışına çıktı ve Arap dünyasının ortak ilkelerini bozdu. Gerçi perde arkasında o ilkeleri bozanların sayısı az değildi. Ama Mısır Cumhurbaşkanı Sâdât önce gizli başlattığı doğrudan görüşmeleri sonra açığa çıkardı ve 17 Eylül 1978’de ilk taslak anlaşmasını imzaladı. 26 Mart 1979 tarihinde de son şekli verilen anlaşma metni imzalanarak işgal devletiyle Mısır arasında diplomatik ilişkiler fiilen başlatıldı. Böylece işgal devleti Mısır’ın literatüründe artık “Siyonist düşman” olmaktan çıkmış “İsrail” veya “komşu ülke” statüsü kazanmıştı.
Bu anlaşma tabii Arap Devletleri Birliği’nin muvafakati alınmadan imzalanmıştı ve teşkilat buna çok kızdı. Mısır’la bütün ilişkilerini dondurdu. Merkezini Kahire’den Tunus’a nakletmeyi, Mısır’ın üyeliğini de askıya almayı kararlaştırdı. Ama sonrasında ilişkiler yeniden rayına oturdu ve Arap Devletleri Birliği’nin genel merkezi yeniden Kahire’ye döndü. Öte yandan Ürdün’ün Akabe Anlaşması’nı imzalayarak işgal devletiyle diplomatik ilişkileri başlatması, bazı Arap ülkelerinin de dolaylı ilişki içine girmesi üzerine Arap dünyasındaki söylem de büyük ölçüde değişti.
Yeni dönemde söylemin çerçevesini “savaş” değil “barış” kavramı çiziyor. Her ne kadar ilk etapta Arap dünyasında sert tepkilerle karşılaşmış olsa da bu merhalenin temelini atan Cam David Anlaşması’nın imzalanmasının üzerinden 31 yıl geçti. Siyonist işgal devletinin kuruluşundan söz konusu anlaşmanın imzalandığı tarihe kadar geçen süre de 31 yıldır. Yani işgal devletinin kuruluşundan bugüne kadar geçen toplam 62 yıllık süreyi “savaş” ve “barış” söylemi merhaleleri şeklinde ikiye ayırabiliriz.
Sonuç açısından değerlendirdiğimiz zaman ise söz konusu rejimlerin her iki söylemlerinin de işgal devletinin işine yaradığını, her ikisinden de onun kârlı çıktığını görüyoruz. İpleri uluslararası emperyalizme teslim eden bu yönetimler “kuvvetle alınan ancak kuvvetle geri alınır” ilkesine bağlı kalamadığı gibi masa başı pazarlıklarda da sürekli veren taraf olduğu için “barış” sürecinin başlatıldığı günün üzerinden geçen 31 yıl süre içinde Filistin halkının gasp edilmiş haklarını geri alma konusunda en ufak bir ilerleme sağlayamadı. Ya yerinde saydı ya da geri gitti. Öte yandan barış söyleminin arkasına saklanan işgalci Siyonist saldırmaya, gasp etmeye, katletmeye ve yıkmaya devam etti. Bakalım Arap Devletleri Birliği’nin Sirte Zirvesi’nden ne çıkacak?