Bekri Hüsni

22 Ekim 2009 Perşembe, Vakit gazetesi

Bekri Mustafa fıkrasını duymayan yoktur. Ama hadisenin zihinlerde yeniden canlanmasının konunun anlaşılmasına katkı sağlayacağı düşüncesiyle aktarmakta yarar görüyorum. Bir zamanlar köyün birinde bir adam ölüyor. Cenazesini yıkayıp namazını kıldıracak birini bulamıyorlar. Sonunda Bekri Mustafa adında birinin biraz ilmihal bilgileri bildiğini hatırlıyorlar. Adamı arayıp kumar masası başında buluyorlar. Israrla itiraz etmesine rağmen "bu işi senden iyi yapacak birini bulamayız" diyerek zorla götürüyorlar. Adam da iyi kötü bildiklerinden yararlanarak cenazeyi kaldırıyor. Defin işi bittikten sonra adam kabrin üstüne eğilip bir şeyler konuşuyor. Soruyorlar "kabre eğilerek ne söyledin?" diye. O da şu cevabı veriyor: "Ölüye dedim ki: Biraz sonra münker ve nekir adlı melekler gelip sana dünyadaki vaziyeti sorarlar. "Bekri Mustafa köye imam oldu" dersen gerisini anlarlar."

Mısır Cumhurbaşkanı Hüsni Mübarek'in Filistin'deki dâhili ihtilafların sona erdirilmesi için arabuluculuk yapması da tamamen buna benziyor. Bu konumuna işaretle "Bekri Hüsni" adını kullanmayı tercih ettim. Öncelikle niçin böyle bir konumda olduğunu izah babından sadece son iki hafta içinde vuku bulan iki önemli hadiseden söz etmekte yarar görüyorum.

Bilindiği üzere IHH'nın öncülüğünde bu günlerde Türkiye'nin muhtelif şehirlerinde yetim buluşması programları düzenleniyor. İlki 17 Ekim Cumartesi akşamı İstanbul'da düzenlenen bu programlarda dünyanın değişik ülkelerinden yetimlerin seslerinin duyurulmasına ve onların duygularının paylaşılmasına çalışılıyor. Böyle bir programda Gazzeli yetimlerin bulunamaması büyük bir eksikliktir. Her şeyden önce bugün Gazze halkı bütünüyle ümmetin yetimidir. Ayrıca bölgede on binlerce yetim çocuk var. Bu çocukların anne veya babaları yahut her ikisi birden Siyonist vahşetin saldırılarında şehit edildi. Yetim buluşmalarını organize eden arkadaşlar elbette Gazzeli yetimlerin seslerinin de duyulmasını istiyorlardı ve gelecek çocukları da belirlemişlerdi. Fakat ne yazık ki Bekri Hüsni bu çocukların Gazze'den çıkmalarına izin vermedi. Çünkü o yetimlerin seslerinin duyurulması Siyonist vahşetin de gözler önüne serilmesi anlamına gelecekti. Ayrılık filminde senaryolaştırılan gerçeğin canlı şahitleri Türkiye'ye gelip milyonların karşısına çıkacaklardı. Filistinli direnişçilerin elinde esir tutulan işgalci asker Gilad Shalit'i kendi askeri gibi gördüğünü söyleyecek kadar yüzsüzleşebilen, Siyonist işgalin ve ABD emperyalizminin kuklası Bekri Hüsni, işgal vahşetini gözler önüne serecek gerçeklerin konuşulmasını istemiyordu.

Zaten bugün Gazze üzerindeki insanlık dışı ambargo da Bekri Hüsni vasıtasıyla devam ediyor. Çünkü ABD ve işgal devleti Gazze'nin dünyaya açılan tek kapısı durumundaki Rafah (Salahuddin) sınır kapısının başına onu bekçi tayin etmiştir ve o da bu görevi itinayla yerine getirmekte, kapıdan kimse geçiş yapmasın dediklerinde bir kuşun bile geçmesine izin vermemektedir. İşgal hesabına böyle demir sopalı gardiyanlık yapan birinin Filistin'de iç barış ve istikrarın sağlanması çabalarında samimi olması mümkün müdür?

Hamas'ın resmî sözcülerinden Dr. Sami Ebu Zuhri'nin kardeşi Yusuf Ebu Zuhri, Nisan 2009'da Mısır güvenlik güçleri tarafından tutuklanmıştı ve maruz kaldığı işkence yüzünden 10 Ekim 2009 tarihinde hayatını kaybetti. Mısır güvenlik güçleri Yusuf Ebu Zuhri'den ne istiyorlardı? Onun Mısır'a veya kanunlarına karşı bir suçu mu olmuştu? Hayır. Öyleyse onu neden tutukladı ve işkence ettiler? Bunun tek sebebi onun Hamas'ın askerî kanadı durumundaki İzzettin Kassam Birlikleri'nin komutanlarından olmasıydı. Kassam Birlikleri'nin savaşı Siyonist işgale karşı, Mısır'la bir savaşları yok. Öyleyse Mısır güvenlik güçleri onlardan ne istiyor ve niçin işkence ediyorlar? Çünkü Filistinli mücahitlere işkence uygulayarak onlardan Kassam Birlikleri, işgalcilere karşı savaş taktikleri vs. hakkında bilgi edinmeye çalışıyorlar. Bu bilgiler Mısır güvenlik güçlerinin ne işine yarayacak; kendi işlerine yaramayacak bilgileri temin için neden o insanlara ölüme yol açacak derecede korkunç işkence ediyorlar? Çünkü o bilgilere Siyonist işgal devletinin ihtiyacı var ve Mısır istihbaratı da bu bilgileri zaten kendisi için değil işgal devleti yetkililerine vermek için temin etmeye çalışıyor.

Böyle bir yönetimden, Filistin iç ihtilafının çözümü konusunda samimi bir çaba beklenebilir mi? Sadece bu bilgiler bile o yönetimin arabuluculuğunun neden sonuç vermediğini anlamaya yeter. Ama biz yine de son dönemdeki dayatmalarından ve sunduğu uzlaşma formülünün içeriğinden, bu formülün neden kabul görmediğinden ayrıca söz etmek istiyoruz. İnşallah müteakip yazımızda.

Arabulucu mu Taşeron mu?

23 Ekim 2009 Cuma, Vakit gazetesi

Mısır Cumhurbaşkanı Hüsni'nin gözetiminde yürütülen ve görünüşte Filistin'deki iç anlaşmazlıkları sonlandırma amacına yönelik çabalardan bugüne kadar hiçbir sonuç elde edilemedi. Dışa yansıyan şekliyle bunun sebebi ihtilaflı tarafların uzlaşmaya yanaşmamaları. Hatta bazen Hüsni artık meseleye son noktayı koyacağı konusunda çok iddialı konuştuğu halde bir sonuca varılamıyor. Buna rağmen üstlendiği "arabuluculuk" görevini kimseye devretmek de istemiyor. Oysa şimdiye kadar edinilen tecrübeler onun arabuluculuğunun, taraflılığı çok açık birinin hakemliğine benzediğini gösteriyor.

Hüsni'nin taraflı tutumuyla beraber hakemlikteki ısrarı ihtilafı çözme amacı taşımasından değil bu işte bir taşeron görevi almış olmasından ileri gelmektedir. ABD ve Siyonist işgal devleti Filistin'deki iç ihtilaftan rahatsız değil bilakis memnun. Dolayısıyla bu ihtilafın uzayıp gitmesini istiyorlar. Fakat Filistin halkı ve özellikle de bu ihtilaftan birinci derecede zarar gören İslâmî Direniş Hareketi çözüme kavuşturulmasını arzuluyor. Bu arzuyu taşıyanlar da her ne şekilde olursa olsun uzlaşma çabalarının ve görüşmelerin sürmesini istiyorlar. Adil bir hakemin gözetiminde yürütülmesi durumunda çözüm bulunması zor olmayacaktır. Ondan dolayı ABD ve Siyonist işgal devleti uzlaşma çabalarının tam bir kördüğüme dönüşmesini sağlayacak bir hakemin gözetiminde yürütülmesini istiyor ve bu işi de Hüsni yapıyor. Böyle bir taşeron bulmuş olmasalar en azından tarafsız bir hakemin gözetiminde yürütülmesinin ve kademeli de olsa çözüme doğru ilerleme sağlanmasının muhtemel olduğunu düşünüyorlar.

"Öyleyse neden uzlaşma çabaları ısrarla Hüsni'nin arabuluculuğunda yürütülüyor; bir başka hakeme gidilemez mi?" sorusu sorulabilir. Aslında taraflı hakemlikten zarar görenlerin Hüsni'nin arabuluculuğundan memnun olmadıklarını tahmin ediyoruz. Ama diğer taraf bir başka hakemin gözetimini kesinlikle kabul etmiyor. Hüsni'nin elindeki bazı avantajlar da onun işine yarıyor. Taraflılıktan dolayı mağdur edilenler "Hüsni'nin hakemliğinden memnun değiliz, âdil ve tarafsız bir hakem istiyoruz" dediklerinde kendilerini, Siyonist işgal devletinin savaşına ek olarak Hüsni'nin çok yönlü bir siyasi savaşıyla karşı karşıya bulacaklar. Mevcut şartların ise böyle bir siyasi savaşı kaldırmaya müsait olmadığı tahmin ediliyor.

Dolayısıyla Hüsni'ye "ya taraflılığı bırakıp çözüme götürecek bir formül bul; ya da bu işi tarafsız bir hakeme devret" diye bölgesel siyasi güçlerin, sivil toplum kurumlarının ve İKÖ gibi geniş bir coğrafyanın ortak sesi olma iddiasındaki kurumların baskı yapması gerekir.

Çözümsüzlüğünün arka planının görülememesinin en önemli sebebi de işte bu gerçeğin gözlerden uzak tutulmasıdır. Bu yanılgıdan dolayı uzlaşma çabaları çıkmaz sokağa girdiğinde hemen ihtilaflı taraflara yükleniliyor. Herkes ihtilafın sürmesinin sadece işgalcilerin işine yaradığı gerçeğine vurgu yaparak taraflara "artık bu işi bitirin" çağrıları yapıyor. Kimse Hüsni'nin uzlaşma çabalarını bir kördüğüme dönüştürme görevini yerine getirmek amacıyla üstlendiği taşeronluğa vurgu yapma ve bu yüzden ona yüklenme ihtiyacı duymuyor.

Hüsni'nin bu görevini icrada kullandığı en sinsi metot ise İslâmî Direnişi ilkesel konularda tavize ve işgalci Siyonistlerin dayatmalarını kabule zorlamasıdır. Oysa bu uzlaşma çabalarının amacı İslâmî Direnişle işgal devleti arasındaki ihtilafın değil Filistin'deki iç ihtilafın çözüme kavuşturulmasıdır. Filistin iç ihtilafıyla hiçbir ilgisi olmayan, tamamen Siyonist işgalcileri memnun etme ve onların isteklerinin gerçekleşmesini sağlama amaçlı dayatmaların Filistin içindeki ihtilafların çözümü planına şart olarak konmasının ne anlamı olabilir? Üstelik böyle bir şartın kabul edilmesinin mümkün olmadığı da biliniyor. Öyleyse çözüm planına böyle bir şart konmasının amacı uzlaşma çabalarını çıkmaza sokma ve kördüğüme dönüştürme taşeronluğunu sürdürme ısrarlılığından başka bir şey olamaz.

Arap dünyasının tanınmış yazarlarından ve fikir adamlarından Fehmi Huveydi de konuyla ilgili değerlendirmesinde önemli bir noktaya temas etmişti. "Musalaha mı muğalebe mi?" yani "uzlaşma mı galibiyet mi?" başlığını kullandığı yazısında uzlaşmaktan çok üstünlük sağlama amacıyla çaba harcandığına dikkat çekiyordu. Siyonist işgal devletinin ve ABD'nin bölgeye yönelik stratejilerinin taşeronluğunu yapan Hüsni'nin amacı işte bu stratejilerin yararına bir galibiyettir. Böyle bir taşeronluktan uzlaşma ve iç barış çıkması ise pek mümkün görünmüyor.