İsrail Seçimlerinin Tahlili

5-6 Nisan 2006 Çarşamba-Perşembe, Vakit gazetesi

Geçen hafta Şam'dan yazdığımız bir yazıda İsrail seçimleri hakkında kısa bir değerlendirme yapmıştık. Bugün biraz daha ayrıntıya girmek istiyoruz.

HAMAS Siyasi Birimi başkanı Halid Meş'al'den de İsrail seçimlerini değerlendirmesini talep ettik. Onun da vurguladığı bir husus vardı: Bu seçimlerin sonuçları İsrail toplumunda siyasetin şiddet yanlısı bir çizgiye doğru kaydığını ortaya koymaktadır. Çünkü seçimlerden güçlü çıkan partilerin tümü Filistin halkına karşı şiddete başvurulmasından yana, bu halkın haklarına saygı duyulmasına yanaşmak istemeyen partilerdir. İşçi Partisi'nin bu konuda dışa yansıyan görünümü biraz farklı olsa da gerçek politikasında, tutumunda bir farklılık söz konusu değildir.

Bu seçimlerin en önemli bir sonucu da işgalci siyonist devletin siyaset arenasında ciddi bir dağılmanın ortaya çıkmasıdır. Önceden bu devletin siyaset arenasında genellikle iki parti motor vazifesi görüyor, biri yorulduğunda diğeri öne geçiyor ve bazı küçük partiler de motor partiye gaz veriyorlardı. Şimdi ise durum öyle değil. Seçimden en güçlü parti olarak çıkan Kadima Partisi'nin bile parlamentoda aldığı sandalye sayısı toplamın % 23.3'üne tekabül etmektedir. En çok oy alan üç parti bir araya gelse bile yine koalisyon hükümeti kuramıyorlar. En az dört partinin bir araya gelerek ittifak oluşturmaları gerekiyor. Bu da önümüzdeki dönemde hükümet kurma çalışmalarında önemli pazarlıklar ve problemler yaşanacağını göstermektedir. Siyonist partiler her ne kadar aynı hedefe hizmet ediyor olsalar da kendi aralarında ciddi sorunlar ve anlaşmazlıklar yaşamaktadırlar. Bu sorunların koalisyon pazarlıklarında önemli engeller oluşturacağı tahmin edilmektedir. Ayrıca her biri ayrı tarafa çeken dört partinin bir araya gelmesiyle kurulacak hükümet cambaz gibi ip üstünde ilerlemeye çalışan hükümet olacaktır. Böyle bir durum İsrail siyasetinde önemli zaaf noktaları ve kırılganlıklar ortaya çıkaracaktır.

Son seçimlerin önemli sonuçlarından biri de İsrail sağında lider partinin değişmesidir. Şimdiye kadar İsrail sağının lideri Likud Partisi'ydi. Bu partinin Şaron'u dışlaması üzerine o Likud'da ikinci adam konumuna düşmek yerine ayrı parti kurarak "birinci adam" sıfatını korumayı tercih etti. Kadima (İleri) Partisi işte bu şekilde ortaya çıktı. Böyle bir gelişme Yüce Allah'ın haklarında verdiği: "Sen onları derli toplu zannedersin ama kalpleri dağınıktır" bilgisinin pratikteki bir görüntüsüydü. 28 Mart 2006 seçimlerinde Kadima, İsrail sağının lideri oldu. Şimdiye kadar İsrail sağının lideri olarak bilinen ve başına da eski başbakan Benjamin Netanyahu'nun geçtiği Likud ise beşinci parti durumuna düştü. Netanyahu'nun seçim öncesindeki tüm çırpınmaları, oy toplama amacıyla Şaron hükümetinin Filistin direnişi karşısındaki geri adımlarına yüklenmeleri ona bir şey kazandırmadı.

İsrail sağında Likud'un önüne geçen iki parti var: Şas ve İsrail Evimiz Partisi. Bunların her ikisi de aşırı şiddet yanlısı, saldırgan görüşleriyle tanınan partilerdir. Bu iki partinin öne geçmesi Filistin topraklarına yerleştirilen göçmen İsrail toplumunda şiddet yanlısı ve saldırgan görüşlerin daha çok ilgi ve rağbet gördüğünü ortaya koymaktadır. Fakat bunların öne geçmesi, birinci çıkmasından dolayı hükümeti oluşturacak Kadima Partisi'ni zor durumda bırakacaktır. Çünkü daha önce de belirttiğimiz üzere Kadima, İşçi Partisi ve Likud'la işbirliği yapsa bile yanına dördüncü bir parti daha almak zorunda olacak. Dördüncü partinin Şas veya İsrail Evimiz'den biri olması pazarlıkları zorlaştıracak. Çünkü aralarında sorunlar var. Bunların dışarıda bırakılması ise katı ve geçmiştekine nispetle daha güçlü bir muhalefetin ortaya çıkmasına yol açacak. Çünkü önümüzdeki dönem işgalci siyonist devleti zorlayacak önemli yeni gelişmelere sahne olacaktır.

Üç aydır komadan çıkamayan Şaron'a tabipler artık "sürekli iş göremez" raporu verdiler. Şam'da gezdiğimiz bir karikatür sergisinde Şaron'la ilgili isabetli bir karikatür dikkatimizi çekmişti. Etleri çürüyüp kemikleri ortaya çıkmış bir bedeni doktorlar hâlâ oksijen tüpleriyle ve cihazlarla hayatta tutmaya çalışıyorlardı. Verilen haberlere göre doktorların raporu bugünlerde Bakanlar kurulunda da ele alınacak ve artık Şaron'un sürekli iş göremez olduğuna hükmedilerek tüm yetkileri Olmert'e devredilecek.

İnsanlar genellikle kendi bulundukları ortamlara göre düşünürler. Örneğin Türkiye'deki bakanlıkların ve resmi kurumların birçoğunun başında "milli" kelimesi bulunduğundan başka ülkelerin benzer kurumlarının başına da "milli" kelimesi koyma alışkanlığı yaygındır.

İşgalci siyonist devlette başbakan, cumhurbaşkanının tayiniyle veya parlamentodaki aritmetiğe göre değil genel seçimle belirleniyor. En son başbakanlık seçimlerini de Beyrut kasabı olarak tarihe geçen Şaron kazanmıştı. Dolayısıyla bugün hâlâ işgalci devletin "yasal" başbakanı kasap Şaron'dur. Ama adam ne ölüyor, ne kalkıyor. İnanıyoruz ki onun burada çektikleri Allah'ın büyük hesap gününde vereceği cezadan bir şey eksiltmeyecek. İnsanın: "Yazık bize! Bu kitaba da ne oluyor ki, küçük büyük hiçbir şey bırakmayıp saymış" (Kehf, 18/49) diyeceği günde Şaron da öldürdüğü veya öldürttüğü bütün bebeklerin ve büyüklerin hesabını tek tek verecek, cezasını da çekecek. Onun burada çektikleri başkalarının ibret alması için. Ama ibret alabilmek için basiretin açık olması gerekir.

Tabiplerin söz konusu raporlarından sonra Bakanlar Kurulu kararıyla onun tüm yetkileri vekili Olmert'e devredilecek. Böylece Olmert'in vekil başbakanlık dönemi sona ermiş olacak. Kendisi ve başında bulunduğu sun'î devlet hayatta kalabilirse muhtemelen yeni başbakanlık seçimlerine kadar bu görevi yürütecek. (Herhangi bir ebced hesabı yaptığımız için değil de Müslümanların temiz topraklarını kirleten siyonist işgalin tümüyle sona ermesini her zaman gönlümüzde bir arzu olarak sakladığımızdan dolayı böyle konuşuyoruz.)

Gelelim siyonist devletin seçimlerindeki Filistinli oyları ve bu devletin parlamentosuna giren Filistinli parlamenterler konusuna:

1948'de, emperyalizm beslemesi siyonist terör örgütlerinin, Hitler kasırgasının Filistin topraklarına savurduğu sürgünler sürüsüne dayanarak "İsrail" adıyla bir devlet ilan etmesi ve bu devlete emperyalizmin meşrulaştırma mekanizması olarak çalışan BM tarafından meşruiyet kazandırılması üzerine o toprakların asıl sahipleri şiddete dayalı tehcire maruz kaldı. Siyonist terör örgütleri aynen Hitler'in metotlarını kullanarak insanları öldürüp cesetlerini kamyonetlerin kasalarına atıyor, o cesetleri sokak sokak gezdirip: "Ya buraları terk edersiniz ya da sizin de başınıza gelecek budur!" diye ilanlar yapıyorlardı. Bu şiddet karşısında 1948'de işgal edilen topraklarda yaşayan Filistinli halkın önemli bir kısmı yurtlarını terk edip mülteci durumuna düşmek zorunda bırakıldı. Ama bazıları da bütün tehditlere ve şiddet uygulamalarına rağmen kalmayı tercih ettiler. İşgal devleti kalanları kendi bünyesine derc etme amacıyla onlara daha sonra "İsrailli Arap" kimliği verdi. Ekonomik ve siyasi imkânlar yönünden yahudi vatandaşlarla aralarında dağlar kadar fark olmakla beraber kendilerine "İsrailli Arap" sıfatı verilenlere de bazı vatandaşlık hakları tanındı. Seçme ve seçilme hakları da bunlardan biri.

1948'de işgal edilmiş bölgedeki İslâmî kesim "seçme ve seçilme" hakkını yerel yönetimleri yani belediye ve belde yönetimlerini ele geçirme amacıyla kullanıyor ama Knesset'e girmeyi kesinlikle reddediyor. Belediye ve belde yönetimlerinin ele geçirilmesinin Filistinlilerin çoğunlukta olduğu bölgelerin kontrolünü elde tutma açısından zorunlu olduğunu, ancak Knesset'e girmenin maslahat yönünün oldukça zayıf olmasına karşılık işgalci devleti meşrulaştırma planlarına katkı tarafının ağır bastığını düşünüyor. 1948'de işgal edilmiş bölgedeki örgütlü tek İslâmî cemaat da Müslüman Kardeşler'in kanadı durumundaki İslâmî Hareket'tir ve HAMAS'la aynı çizgidedir.

Son seçimlerde kendilerine "İsrailli Arap" kimliği verilen Filistinlilerden oy kullananların oranı % 46'da kaldı. Bunda da İslâmî Hareket'in tutumunun büyük etkisi olduğu tahmin edilmektedir. Oyların parlamentoya yansıması oranı da aynı oldu. Çünkü bir milyon nüfusa sahip söz konusu Filistinliler, Filistin topraklarında ikamet eden ve "İsrail vatandaşı" kimliği taşıyan nüfusun % 20'sini oluşturuyorlar. Knesset'e giren Filistinli (Arap) üye sayısının en son sayıma göre 11 olduğu açıklandı. Yani 120 üyeli parlamentonun % 9'u. Bu da gösteriyor ki oy kullanan Filistinlilerin tümü oylarını kendi adaylarına vermişler. Eskiden özellikle İşçi Partisi bu kesimin oyunu çekmek için bazı akrobatik oyunlar yapıyordu. Ama artık bu numaraların işe yaramadığı anlaşılıyor.