Türkiye - Suriye Yakınlaşması

16 Ocak 2004 Cuma, Cuma dergisi

Geçtiğimiz hafta içinde Suriye cumhurbaşkanı Beşşar el-Esed, Türkiye'ye resmi ziyaret geçekleştirdi. Bu, 1946'dan buyana bir Suriye cumhurbaşkanının gerçekleştirdiği ilk Türkiye ziyareti olduğundan epey yankı buldu. Türkiye'de olduğu kadar Suriye'de ve dünya genelinde de gündeme getirilip, değerlendirildi. Ziyaretin önemli bir ciheti de Amerikan emperyalizminin Suriye'yi köşeye sıkıştırmaya çalıştığı bir sırada geçekleştirilmiş olmasından ileri geliyordu. ABD, Türkiye'yi bölgede stratejik bir müttefik olarak gördüğünden Irak'tan sonra hedefe yerleştirdiği Suriye'yi kıskaca almaya çalıştığı sırada Türkiye'yle Suriye arasındaki ilişkilerin müspet yönde gelişmesi dikkat çeken bir hadiseydi. Bazıları bu gelişmenin ABD'nin Suriye'ye yönelik stratejisini olumsuz yönde etkilemeyeceği, bilakis stratejik müttefik olarak gördüğü Türkiye kanalıyla bazı isteklerini kabul ettirmesini kolaylaştırması açısından işine yarayacağı yorumunda bulundular. Ancak biz bu kanaatte değiliz. Çünkü ABD, Suriye'ye hesaplarını pazarlıklar, aracılar yoluyla değil baskılar, yaptırımlar yoluyla kabul ettirmek istiyor. Ayrıca ABD'nin Suriye'ye yönelik politikalarını şekillendiren İsrail işgal devletidir. İsrail işgal devletinin yapmak istediği ise vermeden almaktır. Suriye'yle arasındaki meselelerinin temel eksenini oluşturan Golan işgaline ve Lübnan'a yönelik tehditlerine son vermeden, üstelik yurtlarından çıkarılmış Filistinli mültecilerin dönüş haklarını kesinlikle kabul etmeden Suriye'ye taleplerini kabul ettirmek istiyor. Suriye'den istediği ise Filistin'deki direniş gruplarına tüm stratejik desteğini sona erdirmesi, Lübnan'daki Hizbullah'ı tamamen dağıtması, Filistinli mültecilerin yurda dönüş haklarının unutturulması için onların Arap dünyasında bir yerlere yerleştirilmesi planını kabullenmesi ve İsrail işgal devletini meşru bir devlet olarak kabul etmesidir. Bütün bunların ise pazarlıklar yoluyla değil kuvvet dilinin kullanılması suretiyle mümkün olabileceğini düşünüyor. Bu yüzden de kuvveti arkasına alarak, onu kullanmak istiyor. Mevcut şartlarda bütün dünyaya kuvvet yoluyla hükmedebilecek tek güç olarak da ABD'yi gördüğünden onu arkasına alarak onun vasıtasıyla baskı yapmaya çalışıyor. Amerikan emperyalizminin son dönemde Suriye'yi hedefe yerleştirmesinin amacı da işte budur.

Bu verdiğimiz bilgiler, Türkiye hükümetinin Suriye ile İsrail arasında arabuluculuk yapma önerisinin pratikte bir yarar sağlamayacağını da ortaya koymaktadır. Çünkü Türkiye'nin arabuluculuk yapması ancak İsrail işgal devletinin pazarlığa ve görüşmelere açık durması halinde işe yarayabilir. Ancak siyonist işgalcilerin amaçları böyle bir şey değil bütün her şeyi şiddet, baskı ve yaptırım gücünü kullanmak suretiyle vermeden almaktır.

Türkiye - Suriye yakınlaşmasını ABD ve İsrail'in bu işten nasıl etkileneceği açısından ele almak esasta hatalıdır. Çünkü burada önemsenmesi gereken çağdaş emperyalizmin ve onun himayesindeki işgalci saldırgan zihniyetin istifadesi veya zararı değil, iki ülkenin karşılıklı olarak elde edecekleri yararlardır. Gelişmeler ve ortaya çıkan manzara bu yakınlaşmanın her iki ülkenin de yararına olacağını göstermektedir.

Öncelikle şunu ifade edelim ki İslam dünyasının kendi içinde dayanışma ve işbirliğine bugün geçmiştekinden daha çok ihtiyacı vardır. Özellikle ABD'nin adeta bir canavar gibi İslam aleminin üzerine çöreklenmeye ve İslam dünyasının haritasını yeniden çizmeye çalıştığı şu dönemde bu dayanışma ve işbirliği daha bir ehemmiyet kazanmıştır. Amerika'nın bu yöndeki çabalarının yakın gelecekte Türkiye'yi de ciddi şekilde rahatsız etmeyeceğini ve sıkıntıya sokmayacağını kimse garanti edemez. Bu sebeple Türkiye'nin bu saldırgan tutum karşısında başını dik tutabilmesi için bugünden tavrını belirlemesi ve kendisini global şiddet karşısında yalnız bırakmayacak alternatifler geliştirmesi gerekmektedir.

Suriye'den Bakış

Suriye cumhurbaşkanı Beşşar el-Esed'in Türkiye'yi ziyaret etmesinin hemen ardından biz de Suriye'ye bir ziyaret gerçekleştirdik. Bu yazıyı da Suriye'nin başkenti Şam'da bulunduğumuz sırada yazdık. Çok yakın ilgi gördüğümüz ve önemli görüşmeler gerçekleştirme imkanı bulduğumuz bu ziyaretimizle ilgili tespitlerimizi ve elde ettiğimiz bilgileri inşallah Vakit gazetesi için yazacağımız yazılarda arz etmeye çalışacağız. Burada sadece şu kadarını ifade edelim ki Suriye'de gerek yönetim ve gerekse halk kesimi Türkiye'yle ilişkileri geliştirmeye büyük önem veriyor.

Suriye'nin Türkiye'yle ilişkilerini geliştirmek için atağa geçtiği bir dönemde İsrail işgal devletinin de Suriye'yi köşeye sıkıştırmayı amaçlayan birtakım diplomatik atakları oldu. Bunlardan biri İsrail Dışişleri bakanı Şalom'un, Suriye'yle birkaç ay öncesinden beri gizli ilişkilerinin olduğunu iddia etmesiydi. Bir diğeri işgal devletinin başbakanı Şaron'un, Suriye'nin teröre destek vermeyi sona erdirmesi durumunda kendilerinin bu ülkeyle masaya oturabileceklerini ileri sürerek üste çıkmaya, kendini haklı Suriye'yi ise suçlu taraf göstermeye çalışmasıydı. Bir diğer atağı ise işgalci saldırgan devletin cumhurbaşkanı Katzav'ın güya Suriye cumhurbaşkanını Kudüs'ü ziyarete davet etmesi ve Suriye'nin "barış" konusunda ciddiyetini bu şekilde gösterebileceğini ileri sürmesiydi. Bütün bunlar arka planında kötü niyetler ve sinsi hesaplar olan diplomatik oyunlardan ibarettir. Niçin böyle olduğunu inşallah Vakit gazetesi için yazacağımız yazılarda ortaya koymaya çalışacağız. Ayrıca bu konuları Suriye'nin Enformasyon bakanına sorduk. Ondan aldığımız cevapları da inşallah tercüme ederek yayınlayacağız. Bu röportajı ve yazacağımız yazıları okuduğunuzda arka planda duran art niyetleri ve sinsi hesapları anlayacaksınız.

Biz şimdilik İslam dünyasındaki diğer bazı gelişmelere de temas edebilmek için Suriye'yle ilgili olarak bu noktalara temas etmekle yetinmek istiyoruz.

İslam Dünyasından Notlar

Mısır - İran Yakınlaşması

Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen önemli bir yakınlaşma da Mısır'la İran arasında gerçekleşen yakınlaşma oldu. Bu yakınlaşma da birçok yönden Türkiye ile Suriye arasındaki yakınlaşmaya benzemektedir. Çünkü ABD, Mısır'ı stratejik ortak olarak görürken İran'ı hedefe yerleştirmiş durumdadır. Dolayısıyla bu yakınlaşmayı olumlu karşılayacağını sanmıyoruz. Ancak bu yakınlaşmanın da iki ülkeye fayda sağlayacağını umuyoruz. Verilen bilgilere göre bu yakınlaşma çerçevesinde Mısır cumhurbaşkanı Hüsni Mübarek yakın bir gelecekte İran'a ziyaret gerçekleştirmeyi planlıyor. Öte yandan İran da Mısır'la arasındaki buzları eritmek amacıyla bazı önemli adımlar attı. Mısır'la İran arasındaki ilişkiler Camp David Anlaşması'ndan sonra kopmuştu. Diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılması planlanıyor.

Irak'ın Şekillendirilmesi Tartışmaları

Bu sıralarda Irak'la ilgili olarak gündeme getirilen önemli konulardan biri de bu ülkenin yeniden şekillendirilmesi konusu. ABD zaman zaman Irak'ın kuzeyinde bir otonomi oluşturulması fikrini gündeme getiriyor. Ancak bazı tepki sesleri yükselince geri adım attığını ve Irak'ın birliğinin korunacağını söylüyor. Aslında Amerika'nın Irak'ı küçük parçalara ayırmayı ve kuzeyde de uzaktan kumanda edilebilecek bir siyasi yapılanma oluşturmayı planladığını biz çok öncesinden dile getirmiştik. Ancak böyle bir otonomi oluşturmaktaki amacı Irak'taki Kürt meselesini çözüme kavuşturmak değil bölgede ikinci bir İsrail'in temellerini atmak, altyapısını oluşturmaktır. Uluslararası siyonizmin bu konudaki plan ve hesaplarını biz daha Amerikan emperyalizminin Irak'ı işgal planını gündeme getirmesinden çok önce düşünenlerin dikkatlerine sunmuştuk. Ne var ki o zaman çok fazla ciddiye alınmayan bu planın şimdi uygulamaya geçirilme merhalesinde ciddiye alındığını görüyoruz.

Amerika'nın zaman zaman geri adım atıyor görünmesi Irak'ı parçalama ve kuzeyde siyonist işgalcilerin istediği tarzda bir otonomi oluşturma planından vazgeçtiği anlamına alınmamalıdır. Amerika böyle iki adım ileri bir adım geri oyunlarıyla bölge ülkelerini ve kamuoyunu alıştırma, hazırlama atakları yapmaktadır. Amerika'yı geri adım atmaya zorlayacak tek şey Irak'taki direniştir. Dolayısıyla tüm bölge ve İslam coğrafyası açısından büyük bir tehdit ve tehlike arz eden Irak'ı parçalama planının önüne geçilebilmesi için Irak'taki meşru direnişe destek verilmesi ve Amerikan saldırganlığa verilen tüm desteklerin sona erdirilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde tehlike kapıya kadar dayandığında alınacak tedbirlerin, yapılacak tartışmaların ve çıkışların hiçbir yararı olmayacaktır.

Meşru Direniş ve Vahşi İşgal

Irak'ta işgalci ve saldırgan Amerikan emperyalizmine karşı meşru ve haklı bir direniş verilmektedir. Saldırgan güçler ise bu direniş karşısında zayıf kalınca siyonistlerin Filistin topraklarında başvurdukları metotları daha da yoğun bir şekilde kullanmaya başladılar. Bu yüzden sivil savunmasız insanlara yönelik baskınlarını ve saldırılarını bayağı artırdılar. Üstelik dünya kamuoyuna bu saldırılarda tutuklanan insanları "suçlu" göstermek amacıyla asılsız iddialara başvuruyorlar. İşte bu iddialar karşısında dikkatli olunması ve Irak'taki savunmasız halka yönelik vahşi saldırıların çok iyi tanınması gerekmektedir.

Siyonist Şiddet Kendi İçinden Sıkıntılı

Siyonist işgalciler Filistinlilere yönelik şiddet politikalarından vazgeçmek istemiyorlar. Şimdiye kadar başvurdukları şiddet metotlarından sonuç alamadıkları halde Amerikan emperyalizmini de arkalarına alarak şiddetin çemberini genişletmeleri, direnişi ise her yönden kıskaca almaları durumunda başarılı olacaklarını umuyorlar. Ancak bu şiddet onların kendi içlerinden de ciddi problemler yaşamalarına, sıkıntılara düşmelerine sebep oluyor. Son zamanlarda bu şiddet yüzünden silahlı mekanizmada çeşitli tartışmalar yaşanıyor. Bazı kişiler kendilerine tevdi edilen görevleri yapmak istemediklerini söylüyorlar. Bu tartışmalar dünya kamuoyu tarafından belki bir "insancıllık" atağı olarak algılanabilir. Ancak gerçekte bu tartışmaların temel sebebi ruhları kuşatan can korkusu ve güvenlik problemidir. Dün kundaktaki bebeklerin üzerine kurşun sıkmaktan çekinmeyen canavarların bugün insancıl duygular kazandıklarını hiç sanmıyoruz. Belki bazı istisnalar olabilir ama, problem çıkaranların büyük çoğunluğunun temel endişeleri yaşadıkları can korkusu ve güvenlik problemleridir.

Muhammed Me'mun el-Hudaybi'nin Vefatı

Müslüman Kardeşler cemaatinin genel mürşidi Muhammed Me'mun el-Hudaybi geçtiğimiz hafta vefat etti. Biz onun hayatı ve mücadelesi, vefatından sonra yaşanan gelişmeler ve Müslüman Kardeşler'de genel mürşidin fonksiyonu hakkında Vakit gazetesi için yazdığımız iki yazıda özet bilgiler verdik. Aynı bilgileri burada tekrar etmeye gerek görmüyoruz. Burada çağdaş İslami mücadelede önemli bir fonksiyona sahip bir aileden gelen ve hayatını Allah yolunda mücadeleye adayan Me'mun el-Hudaybi için Yüce Allah'tan rahmet, ailesine ve tüm Müslüman Kardeşler cemaatine sabır ve başsağlığı diliyoruz. Allahu Teala, Me'mun el-Hudaybi'yi Müslüman Kardeşler'in eski genel mürşidi olan babası Hasan el-Hudaybi'yle birlikte cennetliklerden eylesin.

Libya'nın İsrail Dostluğu

Libya güya toplu imha silahları programından vazgeçtiğini söyleyerek Amerika'ya yaranmaya çalışmasına rağmen bu ülkeden umduğunu elde edememişti. Bu olayın ardından bir de İsrail'le gizli ilişkilerinin olduğu iddia edildi. Tabii İsrail'le gizli ilişkiler konusu şüpheli bir konudur ve doğruluğuna hemen kesin gözüyle bakmamak gerekir. Ancak Kazzafi yönetiminin çağdaş emperyalizme ve onun uzantılarına yaranma çabalarının kendisini böyle bir şeye sürüklemiş olması tümüyle ihtimal dışı da değildir.

Arap Dışişleri Bakanlarının Zirvesi

Arap ülkelerinin Dışişleri bakanları geçtiğimiz hafta içinde Fas'ta bir zirve toplantısı gerçekleştirdiler. Toplantının ana gündem maddesi ise terördü. Emperyalist Amerika'nın ve uluslararası siyonizmin yoğun çabaları sebebiyle "terör" kavramının neredeyse Arap dünyasıyla, Arap toplumlarıyla özdeşleştirilmesine çalışılmaktadır. Bu sebeple Arap ülkeleri bu konudaki iddialardan dolayı bayağı sıkıntı yaşamaktadırlar. Bu konuda kendilerini ispat edebilmek için Amerika'nın yönlendirmelerine uygun şekilde hukuksuzluğu ve devlet terörünü hakim kılmaktan da çekinmiyorlar. Son toplantılarında ise haklı direnişlerin terör sayılamayacağını itiraf ederek önemli bir cesaret ortaya koymayı başarabildiler.

Belçika Yasak Sırasında

Biz daha önce Fransa'nın başörtüsü yasağında Avrupa ülkelerine örnek olmak ve öncülük etmek istediğini, onun bu konuda başarılı olması durumunda diğer Avrupa ülkelerinin peş peşe aynı yasağı uygulama niyetinde olduklarını dile getirmiştik. İşte ilk olarak Belçika bu konudaki niyetlerini açığa vurdu ve Fransa'nın girişiminden cesaret aldığını açıkça ortaya koydu. Bu açıdan Fransa'nın yasakçı tutuma karşı tavır alma konusunda kararlı davranılması, Avrupa'da yaşayan tüm Müslümanların inanç hürriyeti konusunda kazanılmış haklarının korunması açısından büyük ehemmiyet taşımaktadır.