İsrail'in Yenilgisini "Taktik"lemeye Gerek Yok

Eylül 2005, Vuslat dergisi

İşgalci siyonist devletin Gazze'den çekilme planından biz geçen ayki sayı için yazdığımız yazıda da söz etmiş ve bunun Filistin direnişinin bir zaferi olduğunu vurgulamıştık. Bizim geçen ayki yazımızı yazdığımız sırada işgalci siyonistlerin çekilme işlemleri henüz başlamamıştı. Dolayısıyla Türkiye medyasının gündeminde de pek yoktu. 15 Ağustos 2005'ten itibaren çekilme işleminin fiilen başlamasıyla birlikte Türkiye'de medya organlarının en önemli gündem maddelerinden biri bu oldu. Tabii bu konudaki gelişmelerle birlikte muhtelif yorumlar da yapılmaya başlandı.

İşgalci siyonist devlet geçmişteki uygulamalarında taktikçi tutum izlediğinden ister istemez insanların zihinlerinde: "Bu çekilme işlemi de bir numara ve taktik olmasın?" sorusu teşekkül etti. Zihinlerde böyle bir soru işaretinin oluşmasının en önemli sebeplerinden biri de İsrail işgal devletinin zihinlerinde olduğundan fazla büyütülmesiydi. Bu büyütmede tabii ki işgalci siyonistlerle ve Amerikan emperyalizmiyle işbirliği içindeki medya organları vasıtasıyla yürütülen psikolojik savaşın önemli etkisi vardı. Bu psikolojik savaş yoluyla ABD ve İsrail tüm dünya kamuoyuna "yenilmez güçler" olarak lanse edildi. Bu durum karşısında bir "yenilmez güç"ün herhangi bir konuda karar vermesi birilerinin zorlamasıyla değil, tamamen kendi istek ve iradesiyle olabilirdi. İşgalci siyonist devletin Gazze'den çekilmeye karar vermesi de birilerinin zorlamasıyla değil kendi iradesiyle idiyse muhakkak işin içinde birtakım taktikler ve oyunlar aramak gerekiyordu.

Oysa işgal devletinin Gazze'den çekilmesini "taktik"lemeye hiç gerek yok. Sözünü ettiğimiz psikolojik etkileme yoluyla zihinlerde oluşturulan İsrail ve ABD imajlarını da artık değiştirmemiz gerekiyor.

Geçen ayki yazımızda da dile getirdiğimiz üzere işgalci siyonist devletin Gazze'den çekilmesi kesinlikle kendi iradesiyle ve istemesiyle değil Filistin direnişinin zorlamasıyla gerçekleşmiştir. Dolayısıyla bu, işgale karşı kararlılıkla ve sabırla sürdürülen direnişin zaferidir. Ancak unutmamak gerekir ki zafer ancak Allah'ın yardım ve lütfuyla elde edilir. Bu sebeple Allah'ın lütfunu ve yardımını asla aklımızdan çıkarmamalı yeni başarılara doğru koşarken O'na dayanıp güvenmeliyiz.

İşgalci devlet, Gazze'den Filistin direnişinin zorlaması sebebiyle çıkarıldıysa da bunun çerçevesinde birtakım taktikler ve oyunlar oynamıyor değil. Bu oyunlarıyla Gazze'den çekilme işini kâra dönüştürmek için gayret sarf ediyor. Dolayısıyla bu oyunlarından özetle de olsa söz etmeyi faydalı görüyoruz.

İşgalci devletin oyunlarının başında Batı Yaka'daki ırkçı ayırım duvarını inşa işlemini Gazze'den çekilme işleminin gölgesinde tamamlamaya çalışmasıdır. Bu duvar Batı Yaka ve Kudüs'teki Filistinli halk açısından oldukça büyük zararlı sonuçlar doğurmaktadır. Her şeyden önce duvar Batı Yaka'daki Filistin topraklarının önemli bir kısmının "İsrail" olarak gösterilen bölgeye ilhakı anlamına geliyor. Ayrıca yine aynı bölgede bazı insanların dünyayla, bazı insanların da duvarın içinde kalan mülkleriyle veya akrabalarıyla irtibatını kesiyor. Kudüs açısından arz ettiği en önemli tehlike ise bu şehrin nüfusuna kayıtlı 55 bin Filistinlinin tasfiye edilmesi ve böylece Kudüs'ün yahudileştirme planı açısından işgal tarihinde en büyük adımın atılmasına imkân sağlamasıdır. Bütün bu ve benzeri sebeplerden dolayı işgalcinin ırkçı ayırım duvarına karşı bütün Müslümanların tavır koyması gerekmektedir. Kudüs ve Mescidi Aksa davası kesinlikle Gazze'ye feda edilemez. İşgalci devlet Gazze'den çekilme işlemiyle bu konuda yanıltma yapamaz.

İkinci önemli oyunu, çekilme işlemi karşılığında özerk yönetime yüklenerek Filistin direnişini sona erdirmek için daha aktif faaliyetlere girmesini istemesidir. Şimdi özerk yönetimden direniş gruplarını silah bırakmaya zorlaması isteniyor. Fakat direniş grupları mücadelenin sadece Gazze'ye mahsus olmadığını vurgulayarak siyonist işgal sürdükçe bu işgale karşı mücadelenin de haklı bir şekilde sürdürüleceğini dile getiriyorlar. Dolayısıyla özerk yönetimin silah bıraktırma çabasında başarılı olması mümkün görünmüyor.

İşgal devletinin bir isteği de Arap dünyasıyla ilgilidir. Söz konusu çekilme karşılığında Arap ülkelerinin kendisiyle ilişkilerini normalleştirmelerini istiyor. ABD de bu yönde baskı yapıyor. Gerçi Arap ülkelerindeki yönetimler buna daha baştan razı durumdalar. Ancak halktan gelecek tepkilerden çekineceklerini sanıyoruz. Çünkü siyonist devletin kan dökme alışkanlığı değişmeyecektir. Nitekim daha Gazze'deki yerleşim merkezlerini boşaltma işleminin sıcaklığında Batı Yaka'daki Tulkerem mülteci kampına baskın düzenleyerek beş Filistinli genci şehit etmeleri bu alışkanlıklarının kolay kolay değişmeyeceğini, işgal sona ermediği sürece siyonizme karşı tavır konulması gerektiğini ortaya koymuştur. Dolayısıyla Arap dünyasındaki halkların işgal devletiyle resmi ilişkilerin normalleştirilmesine tepkileri de sürecektir.

Siyonist devletin Gazze'den çekilme işlemini kâra dönüştürme çabalarının önemli bir vechesini de Filistin topraklarına topladığı göçmenlerdeki güvenlik sorununu ortadan kaldırma çabası oluşturmaktadır. Gazze'den çekilme işlemini taktik olarak gösteren yorumlarda en çok üzerinde durulan konulardan biri de buydu zaten. Bu yorumlarda işgal devletinin artık ciddi bir baş ağrısına dönüşen Gazze'den kurtulup Batı Yaka'daki yerleşim merkezlerini tahkim etmeyi hedeflediği, böylece onlara güvence vermeyi ve tersine göçü önlemeyi amaçladığı dile getiriliyordu. Evet, gerçekten işgal devletinin böyle bir amacı var. Zaten bu amacını muhtelif vesilelerle ortaya koydu. Tersine göç sorunu işgal devleti açısından ciddi bir sorundur. Çünkü Filistin topraklarına yerleştirilmiş yahudi göçmenlerden bir milyon kişinin Aksa İntifadası sürecinde Batı ülkelerine göç ettiği muhtelif kaynaklarda dile getirildi. Şimdi Batı Yaka'daki yerleşim merkezlerini tahkim etmesi durumunda bu göçü önleyebileceği sanılıyor. Şu var ki işgal devleti bunu amaç edinebilir ama başarabilmesi şüphelidir. Çünkü 2000 yılında Güney Lübnan'daki işgal güçleri çekilirken de bunların Gazze'ye kaydırılacağı ve böylece ciddi baş ağrısı haline gelen Güney Lübnan'ın terk edilip Gazze'deki direnişe son verilmesinin amaçlandığı dile getiriliyordu. Aradan beş yıl geçtikten sonra siyonist devlet Gazze'yi de terk etmek zorunda kaldı ve bu kez aynı şey Batı Yaka hakkında söyleniyor. Bakarsınız çok geçmeden Gazze'de karşılaştığı gerçeğin aynısı Batı Yaka'da karşısına çıkar ve bu kez 1948'de işgal etmiş olduğu toprakların sınırlarını koruma iddiasıyla oradaki askerlerini çekmeye zorlanır. Bu da bizim amacımız ve temennimiz. Ama bizim asıl temennimiz işgal altındaki Filistin topraklarının tamamının siyonist işgalinden kurtarılması ve yeniden bağımsızlığına ve özgürlüğüne kavuşturulmasıdır. Allah'ın izniyle bir gün bunun da gerçekleşeceğine inanıyoruz.

Biz Gazze'yle ilgili olarak Vakit gazetesi için kapsamlı bir dosya hazırlamıştık. O dosyada hem bölge, bölgede 1967'den buyana devam eden işgal ve yahudi yerleşim merkezleri, hem de işgal devletinin bugün oralardan neden çekildiği hakkında ayrıntılı bilgiler verdik. Belki okuyucularımızdan bazıları Vakit'te dizi yazı olarak yayınlanan o dosyamızı okumuşlardır. Ancak okumamış olanlar için dosyanın tamamının haritalarla ve fotoğraflarla Web sitemizde de (www.vahdet.info.tr) yayınlandığını hatırlatmak istiyoruz. Bu dosyamızın başka Web sitelerine aktarılmasının ve kaynak olarak kullanılmasının serbest olduğunu, herhangi bir kısıtlama koymadığımızı belirtelim.

Irak'ta Anayasal Tefrika

Irak'ta işgale ve onun kuklası durumundaki yönetime karşı silahlı mücadele devam ediyor. Ancak geçtiğimiz ay içinde bu ülkenin en önemli gündem maddesi yeni anayasa taslağıyla ilgili tartışmalardı. Taslağın hazırlanması işlemi geçen ay tamamlandı. Ne var ki asıl problem ve tartışmalar bu taslağın ortaya konmasıyla birlikte başladı. Çünkü taslak en başta, ülkeyi dinî ve etnik kimliklere göre parçalamayı federalizasyon olarak lanse eden bir mantığa göre hazırlanmıştı. Dolayısıyla hazırlanan metinle yapılması istenen işlem ülkeyi bir anayasal düzene kavuşturmak değil ülke içinde yaşayan insanların arasına anayasal tefrika sokmaktı.

Irak'ı etnik ve dinî kimliklere göre küçük parçalara ayırmak uzun süreden beridir ABD emperyalizminin ve İsrail işgal devletinin hedefidir. Ama özellikle ABD'nin açıklamalarında bu hedef her zaman gizli tutuldu. Tabii Irak'ın parçalanmasını Türkiye'nin geleceği açısından da tehlikeli gören yöneticiler ABD'nin resmi açıklamalarını ciddiye aldı ve Amerikan işgal güçlerinin bu ülkeyi bölme gibi bir amaçlarının olmadığına inanma, halkı da buna inandırma ihtiyacı duydular. Oysa bu konuyla ilgili gelişmelerin ne yöne doğru ilerlediğini tahlil ederken ABD yetkililerinin resmi açıklamalarına değil, uygulamaya konan askeri ve sivil planlarının hangi kapıya çıktığına dikkat etmeleri gerekirdi. Biz alelade bir gazeteci ve yazar gözüyle o oyunların hangi kapıya çıktığını görebilmiş ve bu konuda görüşlerimizi ortaya koymuştuk. Devletin başındakilerin bunu görememeleri pek makul değil. Acaba devletin başındakiler kendilerinin gördükleri riski kamuoyunun görmesini istemedikleri için mi ABD yetkililerinin ağızlarından çıkan resmî açıklamaları esas alan bakış tarzlarıyla ve politikalarla halkın karşısına çıktılar?

Irak'ta hazırlanan anayasa taslağının en önemli yönlerinden biri de bu ülkedeki Sünnî Arap kesimi ikinci sınıf veya azınlık konumuna düşürmeye kalkışmasıdır. Kukla yönetim önce taslağın hazırlanmasında Sünnî kesimin de payı olduğu imajı vermek amacıyla Anayasa Hazırlama Kurulu'na bu kesimden de üyeler aldı. Ancak onların alınması sadece vitrini değiştirdi. Arka planda fazla bir şey değiştirmedi. Bu yüzden Sünnî cemaat anayasa taslağına karşı çıktı.

Kukla yönetim bu taslağı önce parlamentoya onaylatmak sonra da referanduma gitmek istedi. Ancak özellikle Sünni cemaatin ve Şiî cemaatten Mukteda es-Sadr taraftarlarının karşı çıkması üzerine taslağın oylanacağı parlamento toplantısını iptal etti. Şimdi meselenin doğrudan referandumla çözülmesi hedefleniyor.

Bizim kanaatimize göre ülkeye tefrika sokan bir anayasa taslağının, gerçek anlamda bir anayasal düzen ve istikrar getirmesi mümkün değildir. Dolayısıyla bu taslak referandum yoluyla kabul ettirilse bile ülkedeki şartlar değişmeyecektir. İşgale ve onun kuklası durumundaki yönetime karşı silahlı mücadele ise devam edecektir.

Biz Vakit gazetesi için Irak'taki anayasa taslağını değişik yönlerden tahlil eden dört ayrı yazı yazdık. Ayrıca Ribat dergisinin bu ayki sayısı için yazdığımız yazıda Irak'taki anayasa tartışmalarını değişik boyutlarıyla ortaya koymaya çalıştık. Konuyla ilgili olarak burada üzerinde durmadığımız bazı noktaları o yazılarımızda bulabilirsiniz. O yazılarımızı da Web sitemizde bulmanız mümkün.

Zeyneb Gazali ve Ahmed Deedat'a Rahmet

Geçtiğimiz ay içinde İslâm âleminin iki önemli dava önderi hayata veda etti. Bunların biri Mısır'daki kadın dava önderi Zeyneb Gazali'ydi. Önceleri Batı düşüncesiyle muhafazakâr İslâmî düşünce arasında bir noktada duran Zeyneb Gazali daha sonra Müslüman Kardeşler cemaatinden etkilenmiş ve bu cemaatin içine girmişti. Bu cemaate girmesinden sonra hanımlar arasında oldukça etkili faaliyetler yürüttü. Aynı zamanda fikri eserleriyle dünyanın değişik ülkelerinde yetişen nesil için dava ve fikir önderi oldu. İnancından dolayı uzun süre zindan eziyeti de çeken Zeyneb Gazali'nin Zindan Hatıraları adlı da bir eseri bulunuyor. Madve Yayınları tarafından Türkçe'ye tercüme ettirilip yayınlanan bu eserin birçoklarını etkilediğini söyleyebiliriz.

Hindistan kökenli olan ve ailesiyle birlikte Güney Afrika'ya göç edip orada büyüyen Ahmed Deedat, ailesinin yoksulluğu sebebiyle tahsil imkânından mahrum kalmıştı. Ancak buna rağmen öğrenim ve kültürden yoksun kalmadı. Kendi gayretleriyle kendini yetiştirdi. Etkili konuşma ve münazara kabiliyeti olan Ahmed Deedat özellikle hıristiyan din adamlarıyla yaptığı münakaşalarda İslâm'ın hak din olduğunu ortaya koyma konusunda etkili konuşmalarıyla tanınmıştı. Deedat'ın söz konusu münazaraları videokasetler ve VCD'ler şeklinde de yayınlanarak bayağı geniş bir kitle üzerinde etkisini gösterdi.

Ahmed Deedat bir dönem Türkiye'de 19 Mucizesi teorisiyle tanındı. Ancak o teori Deedat'a değil Reşat Halife'ye aittir. Deedat önce onun görüşlerinden etkilenmiş sonra bu teorinin içinde çeşitli oyunlar olduğunu ve 19'culuğun Bahaî felsefesiyle ilgisinin olduğunu öğrenince o konuyla ilgilenmeyi bırakmıştı.

Biz gerek Zeyneb Gazali'nin ve gerekse Ahmed Deedat'ın hayatı hakkında özet bilgiler içeren birer yazı yazdık. Her iki yazımızı da Web sitemizde bulabilirsiniz.

Yüce Allah'tan her ikisine de rahmet ve mağfiret diliyoruz. Allah mekânlarını cennet eylesin.

Toprak Garang'ı da Yuttu

Jhon Garang, Sudan'ın güneyindeki ayrılıkçı hareketin başını çekiyordu. Onun başını çektiği ayrılıkçı hareket binlerce insanın hayatını kaybetmesine ve Sudan'ın maddi yönden büyük kayıplar vermesine sebep oldu. Ancak son yıllarda karşılaştığı bazı gelişmeler onun hareketini bayağı zayıflattı. ABD'nin Irak'ta bataklığa saplanması ise Garang'ın ayrılıkçı Sudan Halk Kurtuluş Cephesi (SPLA)'nin bu ülkeden destek almasını zorlaştırdı. Bu durum karşısında Garang barışa yanaşma zorunluluğu duymaya başladı. Sudan hükümeti de yıllar süren ve ülkedeki bütün kuru ile yaşı bitiren iç savaşın artık sonlandırılmasını istiyordu. Neticede bir barış anlaşması imzalandı ve SPLA'nın lideri Garang ülkenin cumhurbaşkanı birinci yardımcısı yapıldı.

Garang geçtiğimiz ay Uganda ziyaretinden dönerken helikopterinin güneyde düşmesi sonucu hayatını kaybetti. Yıllarca Sudan'a karşı savaştıktan sonra bu ülkenin cumhurbaşkanı birinci yardımcısı yapılan Garang'ın böyle bir kazada hayatını kaybetmesi komplo ihtimalinin akla gelmesine sebep oldu. Hartum'daki Güneyliler de bu ihtimalden yola çıkarak geniş çaplı gösteriler düzenlediler. Bu gösterilerde çıkan olaylar yüzünden birçok kişi hayatını kaybetti. Göstericiler ayrıca birçok dükkâna saldırarak zarar verdiler.

Ancak hadiseyle ilgili bilgiler komplo ihtimalinin zayıf olduğunu, böyle bir ihtimal olsa bile bunun Hartum hükümetine yüklenemeyeceğini gösteriyordu. Çünkü kaza yapan helikopter Garang'a Uganda cumhurbaşkanı tarafından verilmişti ve onun makam helikopteriydi. Yani Sudan yönetiminin içine herhangi bir şey yerleştirmesi ihtimali yoktu. Kazanın gerçekleştiği yer de Garang'a bağlı milislerin kontrolünde olan bölgeydi. Dolayısıyla Sudan askerleri tarafından vurulup düşürülmüş olması ihtimali de yoktu. Ayrıca bölgede Uganda yönetimine karşı savaşan hıristiyan bir grubun milis güçleri vardı. Helikopterin de Uganda'ya ait olması sebebiyle bu grubun milisleri tarafından düşürülmüş olması ihtimali vardı. SPLA yöneticilerine göre helikopterin düşmesine kötü hava şartları sebep olmuştu.

Darbeyle Gelen Darbeyle Gitti

Moritanya'da 10 Aralık 1984'te gerçekleştirdiği askeri darbeyle yönetimi ele geçiren ve o tarihten buyana ülkeyi dikta rejimiyle yöneten Muaviye Ahmed Veled et-Tayi' yine askeri darbeyle yönetimden uzaklaştırıldı. Diktatör Muaviye Veled et-Tayi'e karşı askeri darbe geçtiğimiz ayın başında, onun Kral Fehd ibnu Abdilaziz'in cenaze törenine katılmak üzere bu ülkeye gittiği sırada gerçekleştirildi. Bu yüzden diktatör et-Tayi' ülkesine dönemeyerek Nijer'e sığınmak zorunda kaldı. Darbeyi diktatörün kendi muhafız alayı gerçekleştirdi. Bu da işin ilginç bir yanı. Zaten diktatörlerin durumu böyledir. En yakınlarındaki adamları dâhil olmak üzere etraflarındaki bütün herkesten şüphelenme ihtiyacı duyarlar.

Moritanya diktatörü Muaviye Veled et-Tayi'e karşı bundan önce de darbe girişimlerinde bulunulmuş ancak başarılı olamamıştı. Diktatör et-Tayi' en çok ülkedeki İslâmî harekete karşı savaş veriyordu. Bu yüzden önceki darbe girişimlerini de bu hareketlerle irtibatlandırmaya çalışarak o girişimleri de bu harekete baskı yapmak için gerekçe olarak kullanmaya çalışmıştı.

Moritanya'da darbe yoluyla yönetimi ele geçirenler başlangıçta İslâmî oluşumlara yumuşak davranma yoluna gitti ve bu oluşumlardan daha önce zindana atılmış olanların bazılarını serbest bıraktılar. Ancak tutumları henüz tam netleşmiş değil. İnanç ve düşüncelerinden dolayı zindana atılmış olanların tümünü serbest bırakma vaadlerini de henüz tam yerine getirmiş değiller. Dolayısıyla nasıl bir politika izleyecekleri önümüzdeki dönemde ortaya çıkacak.

Nijer Açlığın Pençesinde

On iki milyon nüfuslu ve yoksullukta dünya sıralamasında ikinci sırada yer alan Nijer bu yıl gıda yetersizliği sorunuyla karşı karşıya. BM tarafından hazırlanan raporlarda gıda yetersizliği sorununun bu ülkede altı milyon insanı yani ülke nüfusunun yarısını etkilediği dile getirildi. Sorun büyük bir açlık felaketinin de habercisi. Bu felaket Ağustos ayı içinde etkisini göstermeye başladı. Bu yüzden özellikle çocuklarda açlıktan kaynaklanan sağlık sorunları müşahede edilmeye başlandı. Ülkedeki açlık felaketine kuraklık ve çekirge salgını yüzünden tarım ürünlerinin ciddi şekilde azalması sebep oldu. Ancak kuraklığın temel sebebi sömürge döneminde ülkenin ağaçlarının Avrupa ülkelerine taşınmış olması. Bu ağaç nakli işlemi birçok Afrika ülkesi gibi Nijer'in de çölleşmesine yol açtı.

Nijer'deki açlık ve gıda yetersizliği sorununa biraz BM el attı. Ancak asıl etkili faaliyet yürüten kuruluşlar İslâmî yardım kurumları ve misyoner teşkilatları. Ne var ki misyoner teşkilatlarının bu tür sorunları aynı zamanda hıristiyanlık propagandası için istismar ettikleri biliniyor.

Nijer'deki açlık felaketine ülkemizden de medar-ı iftiharımız olan IHH el attı.

Somali'nin Çiçekleri Açmadan Soluyor

Gönüllü sağlık hizmetleri veren Sınır Tanımayan Doktorlar adlı uluslar arası kuruluşun yaptığı araştırmaya göre Somali'de doğan çocukların yüzde yirmi beşi beş yaşlarına varmadan ölüyorlar. Adı geçen sağlık kuruluşunun verdiği bilgilere göre Somalili çocukların küçük yaşta ölmelerinin sebebi gıda ve sağlık hizmetleri yetersizliği.

ABD işgalinin darmadağın ettiği, şimdi de kabileler arası savaş ve açlık yüzünden perişan olan Somali halkı çocuklarının hayatta kalması için gerekli sağlık ve gıda desteğini sağlama imkânlarından yoksun.