İsrail Seçimleri ve "Araplar"

12 Ocak 2003 Pazar

Filistin toprakları üzerinde suni İsrail devleti kurulunca oranın asıl sahipleri göçe zorlanıp, mülteci kamplarında oldukça kötü şartlarda yaşamaya mahkum edildi. Yurtlarında kalmakta direnenlere ise "İsrailli Arap azınlık" sıfatı yakıştırıldı.
Emperyalizmin oyunlarıyla Filistin toprakları üzerinde kurdurulan dini kimlikli ve ırk temeline dayanan İsrail devletinin toplumsal alt yapısı, bu topraklara dışarıdan göç ettirilen yahudi unsurla oluşturuldu
İsrail, Filistinlilerin arasını böyle dikenli tellerle ayırdı. Sonra o dikenli tellerin içinde kalanları "İsrailli Araplar" olarak nitelendirip dünya kamuoyuna apayrı bir toplum gibi tanıtmaya kalkıştı. Oysa o tellerin birbirinden ayırdığı insanlar aynı ulusun, aynı toplumun fertleriydi ve hepsi birden haksızlığa uğratılmış, hepsinin ortak vatanı zorla gasp edilmişti.
"Yeşil hat"la ve dikenli tellerle birbirlerinden ayrılan Filistinlilerin dışarıda kalanları, içeriye girip kendilerine iş bulabilmeleri için her gün geçiş kapılarında işte bu kuyruklara girip kimlik kontrolünden geçmek zorundalar. Dışarıda kalanlarına bu eziyeti yapan işgal devleti içeridekileri de farklı bir kimlikle tanıtarak gayri meşru işgale ve işgal toplumuna entegre etmeye çalışıyor.
İsrail'in sağıyla solu arasındaki göstermelik ihtilafı çok güzel ifade eden bir karikatür. Şaron: Yahudi yerleşim birimleri "ebediyyen" kalacaktır Ben Eliazer: Hayır yahudi yerleşim birimleri "sonsuza kadar" kalacaktır
İsrail solunun yeni lideri Amram Mitzna

Bazı kavramlar siyasi içerik taşımaktadır. Bu yüzden o kavramların yaygınlaştırılması içerdikleri siyasi anlayışın zihinlere yerleştirilmesi amacına yöneliktir. Bu çerçevede son zamanlarda İsrail seçimleriyle bağlantılı olarak sıkça gündeme gelen bir kavram var: "İsrailli Araplar" veya "İsrailli Arap azınlık" Ayrıca bu kavramlarla bağlantılı olarak gündeme getirilen iki önemli konu var: Genelde Arapların İsrail parlamentosunda temsili; özelde İslami hareketin bu parlamentoda temsili. Bu konuların çerçevesi bilinmediğinden onlarla ilgili haberler insanların zihinlerinde belli kalıpların oluşmasına ve hatalı değerlendirmelere sebep olabilmektedir. Biz bugünden itibaren bir makaleler silsilesiyle, bu kavramlara ve konulara açıklık getirmek, gündeme gelen haberlerin doğruluk derecesi hakkında değerli okuyucularımızı bilgilendirmek istiyoruz.

Öncelikli olarak konunun temelini oluşturan "İsrailli Araplar" kavramı üzerinde durmak istiyoruz. Bilindiği üzere İsrail, 1948'de kurulmuş bir işgal devletidir. Bu devlet bir din devleti olduğu gibi aynı zamanda bir ırk temeline dayanmaktadır. Devletin kurucu unsuru niteliğindeki yahudi kitle ise Filistin topraklarının yerlisi değildir. Bu topraklarda İsrail devletini kuracak yahudi kitle dışarıdan göçlerle oluşmuştur. İsrail'in kuruluşundan sonra oranın asıl sahipleri durumundaki Filistinliler çeşitli baskılarla dışarıya göç etmeye zorlandılar. Bazıları yapılan tehditler ve baskılar neticesinde o zaman henüz işgal altında olmayan Gazze ve Batı Yaka ile Ürdün ve Lübnan topraklarına göç etti. Önemli bir kesim ise her şeye rağmen direnerek yurtlarında kaldı. İsrail işgal devleti daha sonra bu kalan Filistinli kitleyi, İsrail'e entegre etmek amacıyla onlara "İsrailli" kimliği verdi. Bunu yaparken aynı zamanda onlar hakkında "İsrail'deki Arap azınlık" nitelemesini kullanmaya başladı. Böylece gerçekte Filistinli olan ve kendi öz yurtlarında kalan bu insanlar, göçmen bir kitlenin üzerlerinde kurduğu tasallut sebebiyle "azınlık" durumuna düştüler. İsrail'i meşru bir devlet olarak tanımayan ve Filistin topraklarının bir bütün olduğu ilkesinden vazgeçmeyen İslami hareket "İsrail'deki Arap azınlık" veya "İsrailli Araplar" nitelemesi yerine "1948 topraklarındaki Filistinliler" veya "yeşil hat içinde kalan Filistinliler" nitelemesini kullanmayı tercih etmektedir.

İsrail, emperyalizmin oyunlarıyla Filistin topraklarına geçirilen bir devlet şablonudur. "İsrailli" kimliği de o toprakların asıl sahiplerine bu şablon çerçevesinde zoraki verilen bir kimliktir.

1948'de işgal edilmiş bölgelerde yaşayan Filistinlilerin toplam nüfuslarının 800 bin ile bir milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir. Bu nüfusun % 15 kadarı hıristiyan, kalanı Müslümandır ve tamamı Filistin asıllı Araptır.

Yeşil hat içinde kalan Filistinlilerin, İsrail tarafından "İsrail vatandaşı" olarak nitelendirilmeleri sebebiyle kendilerine, yahudilerinkilerle eşit ve aynı olmasa da birtakım haklar verilmiştir. Bu haklardan biri de seçme ve seçilme hakkıdır. İşte son dönemde gündeme gelen haberler de bu hak etrafında dönen gelişmelerle ilgilidir.

Peki "yeşil hat" içindeki Filistinliler bu hakka nasıl yaklaşıyorlar ve bu hak onlara ne kazandırıyor?

Öncelikle şunu ifade edelim ki söz konusu seçme ve seçilme hakkının iki yönü bulunmaktadır. Birincisi parlamentoyla dolayısıyla hükümetle ilgili yönü, ikincisi ise yerel seçimlerle ilgili yönüdür. Tartışma ise ağırlıklı olarak parlamentoyla ilgili yönü etrafındadır. Yerel seçimler konusunda pek ihtilaf olmamaktadır ve Filistinlilerin yoğun olduğu bölgelerde yerel seçimlere girilmesine karşı çıkan pek olmamaktadır. Bu konuya daha sonra tekrar temas edeceğiz.

Parlamento seçimleri konusunda Filistinliler arasında üç ayrı görüş bulunmaktadır: Birinci görüşe göre parlamento seçimlerine girmek İsrail işgal devletini meşrulaştırma anlamına gelir. Reel olarak da bir faydası olmamaktadır. Dolayısıyla bu seçimlerin tamamen boykot edilmesi ve reel bir faydası olmayan seçimlere iştirak için İsrail'in gayri meşru bir işgal devleti olduğu ilkesinden taviz verilmemesi gerekir. İslami hareket işte bu görüşü savunmaktadır. İslami hareket mensupları dışında da bu görüşü savunanlar mevcuttur. İkinci görüşe göre Filistinlilerin kendi partilerini ve kendilerini temsil eden bağımsız adayları desteklemeleri, böylece parlamentoda bizzat kendi içlerinden üyelerle haklarını savunmaları gerekir. Seçimlere girilmesini onaylayanlar arasında bu görüşü benimseyenler çoğunluktadır. Üçüncü görüşe göre ise Filistinliler bağımsız adaylarla ve Filistinlileri temsil iddiasıyla ortaya çıkan partilerle parlamentoda bir ağırlık oluşturamamakta dolayısıyla haklarını savunma konusunda bir varlık gösterememektedirler. Bu yüzden, sol partileri desteklemek suretiyle aşırı sağ ve sertlik yanlısı partilerin özellikle de Likud Partisi'nin parlamentoda ağırlık oluşturmasını engellemeye çalışmaları daha uygun olur. Bu görüşü savunanlar dikkat edilirse sol partileri desteklemeyi bir tercih olarak değil de ehven-i şerri kabul olarak değerlendirmektedirler. Türkiye'deki medya organları ise İsrail'in kullandığı kavramı kullanarak "İsrailli Araplar" diye nitelendirdikleri "yeşil hat" içindeki Filistinlilerin sol partilere destek vermesinden söz ederken hadisenin bu cihetine dikkat çekmeyerek, bunu adeta açık destek ve tercih olarak görmekte, böylece İsrail'in sol partilerinin onlar tarafından benimsendiği intibaı vermektedirler.

Peki seçme ve seçilme hakkı Filistinlilere ne kazandırıyor. Yukarıda zikrettiğimiz görüşlerden de anlaşılacağı üzere Filistinlilerin bu haktan yararlanmaları iki şekilde olabilmektedir: Birincisi: Bağımsız adaylarla veya Filistinlileri temsil iddiasıyla ortaya çıkan ve "Arap partileri" olarak nitelendirilen partilerle. İkincisi: İsrail partilerine destek vermek suretiyle. Birinci tercih halinde, yukarıdaki üçüncü görüşü benimseyenlerin de vurguladıkları üzere parlamentoda herhangi bir ağırlık oluşturamamaktadırlar. Çünkü zaten Filistinliler, işgal altındaki topraklarda (İsrail olarak gösterilen kısım buna dahil) ikamet edip de İsrail seçimlerinde oy kullanma hakkına sahip nüfus içinde % 16-17 civarında bir oran teşkil etmektedirler. Buna ek olarak İsrail, yahudilerin ağırlık teşkil etmeleri için dışarıda ikamet eden yahudilere de oy kullanma hakkı vermektedir. Bunun yanı sıra belirttiğimiz orandaki Filistinliler de kendi aralarında üçe bölünmüş durumdalar. Üstelik bağımsız adaylara veya "Arap partileri"ne oy verilmesinden yana kesim de kendi içlerinde bölünmüş durumdalar. Bu durumda 120 üyeli İsrail parlamentosu Knesset'e girebilen Arap parlamenterin sayısı bazen iki veya üçü geçememektedir ki onlar da İsrail'in "demokrasi" konusundaki iddialarının malzemesi olarak kullanılmakta, parlamentoda hiçbir varlık gösterememektedirler. Hatta çoğu zaman aşırı sağcı ve siyonist parlamenterlerin hakaretlerine, saldırılarına maruz kalmakta, böylece siyonistlerin içlerindeki kin ve düşmanlığı parlamento çatısı altında da dışa yansıtmalarına imkan veren vasıta olabilmektedirler.

"Yeşil hat" içinde kalan bölgedeki Filistinlilerin bazıları da, İsrail'in sol partilerini desteklemek suretiyle aşırı sağ partilerin özellikle de Likud Partisi'nin iktidara gelmesini önlemeye çalışmanın kendi açılarından daha yararlı olacağını savunmaktadır. Peki gerçekten hal böyle midir? Sol partilerin iktidara gelmesiyle veya Likud Partisi'nin iktidarının önlenmesiyle Filistinlilerin rahat nefes alması mümkün oluyor mu?

İsrail'in en çok öne çıkan ve ismini duyuran sol partisi İşçi Partisi'dir. Bu partinin geçmişini incelediğimiz zaman birçok kanlı saldırıya ve katliama imza attığını görürüz. Örneğin Kana katliamı gibi, çoğu kadın ve çocuk 108 kişinin öldürüldüğü büyük bir katliam İşçi Partisi'nin iktidarında ve gözetiminde gerçekleştirilmiştir. Bu partinin sicilini incelediğimiz zaman daha birçok kanlı katliamda ve saldırıda rol oynadığını görürüz. Ayrıca şunu özellikle hatırlatalım ki, yakın zamana kadar İşçi Partisi, Ariel Şaron'un "ulusal birlik" hükümetinin ortakları arasında yer alıyordu. Partinin Ben Eliazer'den önceki lideri Şimon Peres de Şaron'un Dışişleri bakanlığı görevini yürütüyordu. Fakat erken seçim kararının alınmasından sonra, göstermelik birtakım ihtilafları gerekçe göstererek hükümetten çekildi. Bu çekilme seçimler için atağa geçmekten başka bir amaç taşımıyordu. Bu itibarla Ariel Şaron'un tüm cinayetlerine ve haksızlıklarına İşçi Partisi de ortak olmuştur. Öte yandan Filistinlilerden toprak gasp edilmesi işlemlerinin seyrini incelediğimiz zaman İşçi Partisi iktidarlarında gerçekleştirilen gaspların Likud iktidarının gasp işlemlerini solladığını görürüz.

İşin gerçeğinde Likud Partisi ile İşçi Partisi aynı amaca hizmet etmektedirler. Fakat iki farklı imajla politika alanında yarışıyorlar. Bu itibarla birinin imajının yıpranması durumunda diğeri öne çıkmakta; o da farklı bir imaj ve metotla aynı hedefe doğru ilerlemeye devam etmektedir. Bundan dolayı şimdiye kadar İşçi Partisi iktidarları Filistinlilerin rahat nefes alabildikleri dönemler olmamıştır.

Aslında İşçi Partisi'nin Şaron'un "ulusal birlik" hükümetine ortak olması sebebiyle bu partinin imajı da bayağı yıpranmış, dolayısıyla "barış ve görüşmeler" konusundaki söylemlerinde güvendirici olmaktan son derece uzaklaşmıştı. İşte bu yüzden son kongresinde parti içindeki imajını da tamamen değiştirme yoluna gitti. Daha önce ismi politik alanda pek yıpranmamış yepyeni bir genel başkan seçti. Asker kökenli olan ve İsrail'in muhtelif saldırılarında ve savaşlarında fiilen görev yapmış olan Amram Mitzna adındaki bu yeni genel başkan çok farklı söylemlerle ve iddialarla boy göstermeye çalışıyor. Bu yüzden onun söylemleri muhtemelen solun desteklenmesinden yana olanların ilgisini çekebilir. Biz Mitzna'nın söylemlerinden ve görüşlerinden daha önceki yorumlarımızda söz etmiştik. (Bu yazılarımızı Web sitemizde -www.vahdet.info.tr- bulabilirsiniz). Bu arada özerk yönetimin İşçi Partisi'nin başarısına müspet yaklaştığını ve mevcut durumun değişmesinde onun başarısının rol oynayacağına inandığını hatırlatalım.

Konunun bir de İslami hareketle ilgili bir boyutu bulunmaktadır. Burada bir de İslami hareketin İsrail seçimlerine bakışı üzerinde durmak istiyoruz. Çünkü bu konuda medyaya yansıyan oldukça hatalı haberler ve bilgiler oldu.

Önce Filistin'deki İslami hareketin ne olduğu hakkında bilgi verelim. Malum olduğu üzere "İslami hareket" genel anlamda İslami oluşumları tanımlamada kullanılan bir kavram olduğu gibi bazı İslami organizasyonlar da kendilerini bu isimle isimlendirmişlerdir. Filistin'in "yeşil hat" içinde kalan bölgesinde yani kendilerine "İsrailli" kimliği verilen Filistinliler arasında bu isimle faaliyet yürüten bir organizasyon bulunmaktadır ve bu o bölgedeki tek teşkilatlı İslami oluşumdur. Bu organizasyon hem bir cemaat hem de siyasi bir oluşum sıfatıyla çalışmaktadır. Bu oluşum aynı zamanda Müslüman Kardeşler cemaatinin Filistin'in 1948'de işgal edilmiş bölgesindeki kanadıdır. HAMAS (Filistin İslami Direniş Hareketi) da Müslüman Kardeşler'in bir kanadıdır. Müslüman Kardeşler'in Filistin'de böyle iki ayrı organizasyon halinde çalışmasının sebebi 1948'de işgal edilmiş bölgelerde yaşayanlarla diğer bölgelerde yaşayanlar arasında statükonun, ekonomik ve siyasi şartların farklı olmasından kaynaklanmaktadır ki bu konuda ilk makalemizde özet bilgiler verdik. (Filistin'deki İslami hareket hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olmak isteyenlere Web sitemizde yer alan "Filistin'deki İslâmi Hareketin Gelişme Süreci ve Bugün Geldiği Nokta" başlıklı yazımızı okumalarını tavsiye ediyoruz.)

Geçtiğimiz günlerde İsrail'in bazı Arap kökenli adayların, adaylık başvurularını reddetmesi, sonra mahkeme yoluyla bu başvuruların geçerli sayılması hadisesiyle ilgili haberlerde İslami hareket hakkında hep hatalı haberler yer aldı ve adaylıkları reddedilenlerden bazılarının İslami harekete mensup oldukları, üstelik İslami hareketin halen parlamentoda temsil edildiği iddia edildi. Oysa İslami hareket prensip olarak İsrail'in parlamento seçimlerine katılmaya ve bu seçimlerde oy vermeye karşı çıkmaktadır. Böyle açık tavır koyan bir hareketin parlamentoda temsil edildiği iddiası kadar saçma ve tutarsız bir iddia olamaz. Bu konudaki iddialar büyük ölçüde "Arap-İslam Listesi" adlı bağımsız listeden aday olan Atıf el-Hatib, Abdulvehhab Deravişe ile Abdullah Nemir Derviş'in İsrail parlamentosu Knesset'e girmiş olmalarından ileri gelmektedir. Oysa adı geçen listenin başkanlığına seçilen Atıf el-Hatib'in İslami Hareket üyeliği bu listeyi oluşturmasından iki yıl önce dondurulmuştu. İkinci kişi de komünistlikten İslami harekete geçmiş biriydi ve seçimler konusunda teşkilatın kararına uymadığından onun da üyeliği donduruldu. Üçüncü şahsın üyeliği de aynı sebepten donduruldu ve bu kişilerin İslami Hareket'i temsil yetkilerinin olmadığı bütün kamuoyuna açıklandı. Bu kişilerin kendilerini genel anlamda İslami hareketin birer mensubu olarak tanımlamaları mümkündür. Ancak "İslami Hareket" adlı organizasyonu temsil ettiklerini iddia etmeleri mümkün değildir. Hal böyle olmakla birlikte Türkiye'deki medya organlarında "İslami hareket" denilirken kastedilen sözünü ettiğimiz organizasyondur ve bu hareketin parlamentoda temsil edildiğinin ileri sürülmesiyle hatalı bilgi verilmektedir.