Üçüncü Yılında Aksa İntifadası

Ekim 2002, Nida dergisi

Filistin direnişi gerçekten destansı bir direniştir.
İşgalci siyonistler dışarıda dünya kamuoyunu "barış" masallarıyla yanıltırken içeride Filistin halkına zulüm ve haksızlık etmeye devam ediyorlardı.
29 Eylül 2000 Cuma günü işgal devletinin eski Savunma bakanı ve şu anki başbakanı aynı zamanda Likud Partisi'nin genel başkanı olan, Sabra ve Şatilla katliamlarının sorumlusu olması sebebiyle de "Beyrut kasabı" olarak anılan Ariel Şaron'un kutsal Mescidi Aksa'ya provokatif bir baskın düzenlemesi Aksa İntifadası'nın kıvılcımını çakan hadise oldu.
"Beyrut kasabı" Ariel Şaron
Psikolojik savaş ve şiddeti tırmandırma yoluyla Filistin halkının direnişini kıramayan kasap Şaron yaptığı tehditleri uygulayabileceğini gösterebilmek için özerk yönetim kontrolündeki tüm bölgelere işgal güçleri sokmaya, buralarda katliamlar, tutuklamalar gerçekleştirmeye başladı.
Aksa İntifadası'nda en çok öne çıkan olaylar İsrail işgal devletinin gerçekleştirdiği katliamlar olmuştur.
İşgalcilerin intifada sürecinde gerçekleştirdiği en büyük katliam Cenin katliamı oldu.
Filistin Esir Kulübü'nün Aksa İntifadası'nın üçüncü yılına girmesi münasebetiyle hazırladığı raporda verilen bilgilere göre işgal devleti Aksa İntifadası'nın ilk iki yılında toplam 30 bin Filistinliyi tutukladı. Bunlardan 8 bin kişi halen zindanda tutuluyor.
İsrail işgal devletinin iç istihbarat örgütünün lideri Afi Dohter, Filistinlilerin eylemlerini oldukça yüksek bir manevi güç ve duyguyla gerçekleştirdiklerini ifade etti. Özellikle de HAMAS ve İslami Cihad mensuplarının maneviyatlarının oldukça güçlü olduğuna dikkat çekti.
İsrail işgal güçleri Filistinlilerin arazilerini ve ürünlerini tahrip ederek de onlara büyük zararlar verdiler
Filistin halkının direnişinin sürmesi işgal devletini Güney Lübnan'dakine benzer bir sona doğru sürükleyebilir.

Giriş

Filistin direnişi gerçekten destansı bir direniştir. Zaman zaman Türkiye'de bu direnişi anlamadan, hangi şartlarda ve ne gibi amaçlar için sürdürüldüğünü bile öğrenme zahmetine katlanılmadan yerli yersiz tenkitler yapıldığını, Filistin halkını ve direnişçileri suçlayıcı sözler sarf edildiğini görüyoruz. Oysa her şeyden önce şunu bilmemiz gerekir ki Filistin halkının direnişten başka hiçbir seçeneği bulunmamaktadır. 1991'de başlatılan Madrid sürecinin ve bu süreç içinde "barış anlaşmaları" adı altında imzalanan anlaşmaların Filistin halkının gasp edilen haklarının iadesi konusunda hiçbir şey getirmemesi bu gerçeği açıkça gözler önüne sermiştir. İkinci olarak Filistin'deki direniş, bir yönetim kavgası, din kavgası veya sınır kavgası değildir. Filistin'deki direniş bir varlık mücadelesidir. Filistin halkının önüne bir tek seçenek konulmuştur: Ya kendi topraklarında katliamlarla öldürülmek ya da tümüyle o topraklardan sürgün edilmek suretiyle yok oluşu, dağılmayı kabul etmek. Dolayısıyla Filistin halkı ya direnerek, bütün zorlukları göze almak suretiyle varlık mücadelesini sürdürecek ya da yok olmayı, silinip tarihe karışmayı kabul edecektir. Silinip tarihe karışmayı kabul etmesi ise sadece Filistin halkı için değil bütün İslam alemi için onur kırıcı bir sonuçla karşılaşılmasına yol açacaktır. Çünkü onun savunduğu, bekçiliğini yaptığı topraklar İslam'ın kutsal beldesi, tüm Müslümanların ortaklaşa savunmaları gereken mübarek topraklarıdır. Üçüncü olarak Filistin halkı oldukça zor şartlarda ve güç dengesinden son derece uzak bir ortamda mücadele etmektedir. Bunun ayrıntılarına girmemize gerek yok, çünkü bütün herkes tarafından açıkça görülmektedir. Filistinli direnişçilerin başvurdukları şehadet eylemleri metodunu bu açıdan değerlendirmek gerekmektedir.

İşte bu gibi şartlarda yürütülen Aksa İntifadası, 29 Eylül 2002 tarihinde iki yılını doldurarak üçüncü yılına girdi. Bu vesileyle biz de bu ayki yazımızda bu intifadanın iki yılını genel hatlarıyla değerlendirmek istedik.

Aksa İntifadasını Hazırlayan Sebepler

Aksa İntifadası bir kıvılcımla başlamıştır. Dolayısıyla bu intifadanın başlaması ve gelişmesi üzerinde durulurken genellikle bu kıvılcımdan söz edilir. Fakat, o kıvılcımın toplumsal ateşi alevlendirmesinin bazı sebepleri var tabii ki. İşte bu sebepler Aksa İntifadası'nı hazırlayan sebeplerdir. Bu sebeplerin başında ise İsrail işgal devletinin kesintisiz zulmü geliyordu. İşgalci siyonistler dışarıda dünya kamuoyunu "barış" masallarıyla yanıltırken içeride Filistin halkına zulüm ve haksızlık etmeye devam ediyorlardı. "Barış süreci" olarak adlandırılan süreç içinde gerçekleştirilen toprak gaspı ondan önce yine aynı süre içinde gerçekleştirilen toprak gaspının iki katına çıkıyordu. Bunun yanı sıra Filistinlilere yönelik baskılar ve haksızlıklar kesintisiz bir şekilde ve azalmadan devam ediyordu. İşgal devleti kendi zulüm uygulamalarıyla yetinmiyor, sözde "barış" anlaşmaları doğrultusunda oluşturulan özerk yönetimin de kendi sorumluluğuna verilen bölgelerde aynı zulmü hatta biraz daha fazlasını uygulamasını istiyordu. Zaman zaman yaptığı açıklamalarda özerk yönetimin aslında bu iş için kurdurulduğunu ima ediyordu. Bu yüzden de özerk yönetimin baskı ve şiddet uygulamalarını yeterli bulmuyordu. İşte bu gelişmelerden sonra Filistin halkı sözde "barış"ın sadece bir serap olduğunu, gasp edilmiş haklarının iadesi konusunda hiçbir şey getirmediğini ve önünde direnişten başka bir seçenek olmadığını gördü. Bu yüzden de yine halk arasında direniş ve mücadele ateşi yükselmeye başladı.

İntifadanın Başlaması ve İşgalcilerin Tutumu

29 Eylül 2000 Cuma günü işgal devletinin eski Savunma bakanı ve şu anki başbakanı aynı zamanda Likud Partisi'nin genel başkanı olan, Sabra ve Şatilla katliamlarının sorumlusu olması sebebiyle de "Beyrut kasabı" olarak anılan Ariel Şaron'un kutsal Mescidi Aksa'ya provokatif bir baskın düzenlemesi Aksa İntifadası'nın kıvılcımını çakan hadise oldu. Bu hadiseyle birlikte patlak veren olaylarda onlarca Filistinli şehit edildi, yüzlercesi de yaralandı.

İşgal devleti Filistin halkının mücadelesinin yayılmasını önleyebilmek için her yola başvurdu. Zulüm ve şiddet uygulamalarını artırdı. Bu yüzden Filistin'in her tarafından her gün mağdur ve savunmasız insanların şehit edildiğine şahit olundu. Ancak bu baskı ve zulüm Filistin halkının direniş ateşini söndüremedi, bilakis daha şiddetlenmesine ve mücadelenin kısa sürede her tarafa yayılmasına sebep oldu.

Şaron'un İş Başına Gelmesi ve Sonrası

Aksa İntifadası'nın başladığı sıralarda işgal devletinin başbakanlık makamında İşçi Partisi'nin o zamanki lideri Ehud Barak bulunuyordu. Aslında Ehud Barak yukarıda da ifade ettiğimiz üzere Filistin halkının direnişini bastırabilmek için zulüm ve şiddetin her çeşidine başvurdu. Fakat bütün bu zulüm uygulamalarına rağmen mücadelenin hızlı bir şekilde yayılması ve önlenememesi Barak yönetimini yıpratmaya başladı. Bu yüzden Barak, İsrail yönetiminde bir yenilenme gerçekleştirmek amacıyla erken başbakanlık seçimleri yaptırma kararı aldı. Burada özellikle hatırlatalım ki bu, parlamento seçimleri değil sadece başbakanlık seçimleriydi. Çünkü siyonist işgal devletinde başbakan da genel seçimle belirlenmektedir. Seçimlerde Barak'ın karşısına en güçlü rakip olarak, Aksa İntifadası'nın kıvılcımını çakan ve aşırı saldırgan görüşleriyle tanınan Şaron çıktı ve seçimleri kazandı. Her ne kadar Barak da saldırganlık konusunda çok geri kalmamış olsa da Şaron'un bu seçimleri kazanabilmesi Filistin topraklarına yerleştirilen işgalci yahudilerin büyük bir çoğunluğunun haksız işgali, zulmü ve insanlık dışı vahşeti onayladığını gösteriyordu.

İsrail, Şaron'un kimliğinden Filistin halkının direnişini kırma ve onu yıpratma amacıyla yararlanmak istedi. Çünkü o, vahşette sınır tanımayan bir tip olarak lanse edilmişti. Bu, aynı zamanda bir psikolojik savaş aracı olarak değerlendiriliyordu. Bir yandan da Şaron'un tüm Filistin topraklarına yönelik geniş çaplı işgallerin ve katliamların gerçekleştirileceği savaş planları hazırladığı, uluslararası siyonizmle işbirliği içindeki medya organları tarafından gündeme getirildi. Bu tür haberler ve tehditler de psikolojik savaşın bir parçasını oluşturuyordu. Fakat bütün bunlar Filistin'deki direnişi kırmaya yetmedi.

Aksa İntifadası ve "Barış" Masalı

Psikolojik savaş ve şiddeti tırmandırma yoluyla Filistin halkının direnişini kıramayan kasap Şaron yaptığı tehditleri uygulayabileceğini gösterebilmek için özerk yönetim kontrolündeki tüm bölgelere işgal güçleri sokmaya, buralarda katliamlar, tutuklamalar gerçekleştirmeye başladı. Bu gelişmeler, 1991'de başlatılan sözde "barış" sürecinin hiçbir getirisinin olmadığını, bu süreç içinde imzalanan anlaşmaların da hiçbir güvencesinin bulunmadığını gözler önüne serdi. Çünkü işgal devletinin imzalanan tüm anlaşmaları ayaklar altına alarak özerk yönetim bölgelerinin tamamını yeniden işgal etmesi, bu bölgelerde katliamlar, baskınlar, tutuklamalar karşısında gerek dünya ülkelerinin ve gerekse söz konusu anlaşmaları güvence altına almaları gereken uluslararası kuruluşların hiçbirinin sesi çıkmadı. Bu durum ise Kasap Şaron'un daha da cüretkar ve saldırgan davranmasına sebep oldu.

Aksa İntifadasının Genel Değerlendirmesi

Burada Aksa İntifadası'nın ilk iki yılıyla ilgili bazı genel bilgiler vermek istiyoruz. Burada vereceğimiz rakamlar yüzde yüz kesin olan rakamlar değil. Fakat Filistin'de faaliyet gösteren ve gelişmeleri yakından izleyen muhtelif kurumların hazırladığı raporlara yansıyan rakamlar. Dolayısıyla Aksa İntifadası'nın ilk iki yılının genel durumu hakkında yeterince fikir verebileceğini sanıyoruz.

İsrail Katliamlarının Bilançosu

Aksa İntifadası Filistin halkının 1967 Haziran Savaşı'ndan buyana gördüğü en kapsamlı savaş olmuştur. Hatta belki gerek Filistin halkına ve gerekse işgalci siyonist devlete maliyetinin 1967 Haziran Savaşı'nın maliyetinden daha fazla olduğunu söylemek mümkündür. Aksa İntifadası'nda en çok öne çıkan olaylar ise İsrail işgal devletinin gerçekleştirdiği katliamlar olmuştur. Dolayısıyla bu katliamlar hakkında bazı özet bilgiler vermek gerektiğini düşünüyoruz.

İşgalcilerin intifada sürecinde gerçekleştirdiği en büyük katliam Cenin katliamı oldu. Bu katliamda ölenlerin birçoğu işgalci saldırganlar tarafından toplu mezarlara gömüldüğünden ve BM de olayın araştırılması için ciddi bir gayret sarf etmediğinden öldürülenlerin sayısı tam olarak ortaya çıkarılamadı. Ancak bu katliamda 1000'e yakın Filistinlinin işgalci saldırganlar tarafından şehit edildiği tahmin ediliyor.

Aslında saldırganların katliamları intifadanın patlak verdiği ilk günden itibaren başladı. Filistinlilerin, Şaron'un Mescidi Aksa'ya provokatif baskın düzenlemesini engellemek istemeleri üzerine işgalci askerlerin saldırı gerçekleştirmeleri sebebiyle intifadanın ilk gününde 7 kişi hayatını kaybederken 200 kişi de yaralandı.

İşgalciler 11 Mart 2002 gecesi yerel saatle 23.00'ten itibaren Gazze'deki Cibaliya mülteci kampını ve Gazze bölgesinin kuzey kesimlerini işgal ederek insanlık dışı saldırılar gerçekleştirdiler. Sabah saatlerine kadar süren vahşi saldırılarda 18 masum insanın ölümüne, 15'i ağır olmak üzere 50 masum insanın da yaralanmasına sebep oldular.

İşgalcilerin "Koruyucu Duvar" adını verdikleri ve Nisan 2002'de başlattıkları operasyonda Nablus'ta evlere düzenlenen baskınlarda ve saldırılarda 70'ten fazla Filistinli şehit edildi.

İşgalci saldırganlar 22 Temmuz 2002 gecesi ABD'den aldıkları F-16 uçaklarını ve füzeleri kullanarak Gazze'nin Han Yunus şehrindeki bir mahalleye havadan saldırı düzenleyerek büyük bir katliama imza attılar. HAMAS'ın askeri kanadının lideri Salah Şehade'nin hedef alındığı ileri sürülen saldırıda 17 kişi şehit olurken 150 kişi de yaralandı. Şehit olanlar arasında Salah Şehade ile üç çocuğu ve hanımı da bulunuyordu. Bu olayda şehit edilenlerin 9'u çocuk 3'ü kadındı.

Bunlar işgalcilerin Aksa İntifadası'nın ilk iki yılında gerçekleştirdikleri katliamların sadece öne çıkan ve özellikle zikredilmesi gereken birkaçı. Siyonistler bunların dışında daha onlarca katliam gerçekleştirmişlerdir.

Ölü ve Yaralı Bilançosu

İntifadanın ilk iki yılında 2530 Filistinli hayatını kaybetti, 40.095 Filistinli de yaralandı. Ölenlerin 513'ü, yaralananların da 11.486'sı 18 yaşın altındaki çocuklar. Fakat bu rakamlar sadece sağlık kurumlarının tespit ve tescil ettiği ölüm ve yaralanma olaylarını kapsıyor. Bir de işgalci siyonistlerin ailelerine teslim etmeden defnettiği ölüler var ki Cenin katliamında bu şekilde birçok kişi defnedildi. Ayrıca yaralandıkları halde işgalci siyonistlerden korktukları için hastanelere gidemeyenler var. Bunlar da hesaba katıldığında gerçek rakamların daha fazla olduğu anlaşılıyor.

Esir Bilançosu

Filistin Esir Kulübü'nün Aksa İntifadası'nın üçüncü yılına girmesi münasebetiyle hazırladığı raporda verilen bilgilere göre işgal devleti Aksa İntifadası'nın ilk iki yılında toplam 30 bin Filistinliyi tutukladı. Bunlardan 8 bin kişi halen zindanda tutuluyor. Bu 8 bin kişi de 21 ayrı zindana dağıtılmış halde. Tutukluların sayısının çok olması sebebiyle, işgal devleti başta en-Nakab çöl hapishanesi olmak üzere daha önce kapatılmış bazı zindanları yeniden açtı. Buralardaki esirler ise oldukça kötü şartlarda, tam anlamıyla savaşlarda kurulan esir kamplarındakine benzer hatta onlardan da kötü ortamlarda tutuluyorlar. Üstelik buralara çok sayıda esir doldurulmuş durumda.

Eylem Bilançosu

Filistinlilerin direniş konusunda gösterdikleri kararlılık işgalci saldırganlara epey pahalıya mal oldu. Bu mücadelenin işgalcilere yüklediği külfetin başında, tersine göçü hızlandırması gelmektedir. Tersine göç sebebiyle İsrail önemli miktarda yahudi nüfus kaybetti ki bu onun açısından kan kaybı anlamına gelmektedir. İkinci önemli kaybı ise askerlerindeki moral yıpranmadır. Onu Güney Lübnan'da yenilgiye sürükleyen de bu yıpranma olmuştur. Bu arada ekonomik açıdan da önemli kayıplar verdi. Başta turizm sektörü olmak üzere bazı iktisadi sektörleri işlemez hale geldi. Bazı sektörlerinde de verimlilik oranı bayağı düştü. İşte işgalci saldırganları zorlayan ve onlara önemli kayıplar verdiren eylemlerin genel bir bilançosu:

İsrail işgal devletinin iç istihbarat örgütünün lideri Afi Dohter intifadanın ilk yirmi iki ayı ile ilgili olarak verdiği bir bilançoda bu süre içinde Filistinlilerin 139 eylem gerçekleştirdiklerini ve bu eylemlerde 585 İsraillinin öldüğünü ifade etti. Dohter'in ifadesiyle bu eylemlerin çoğunluğunu "intihar saldırıları" oluşturuyor. Diğer eylemlerin ise geneli fedai eylemleri. Şöyle ki eylemi gerçekleştiren kişi kendisinin kurtuluşunun olmayacağını bile bile bir eyleme girişiyor ve hayatını feda ederek İsrail tarafına herhangi bir şekilde kayıp verdiriyor. Gerçekleştirilen eylemlerde HAMAS'ın askeri kanadı mensuplarının eylemleri büyük bir yekun oluşturuyor. Afi Dohter'in verdiği bilgilere göre HAMAS mensuplarının gerçekleştirdiği eylemlerin sayısı 51'i, el-Fetih örgütünün eylemleri 31'i, İslami Cihad Hareketi'nin eylemleri de 31'i buldu. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) 5 eylem gerçekleştirdi. Diğer eylemler ise el-Fetih ve İslami Cihad tarafından ortaklaşa gerçekleştirildi. Afi Dohter, Filistinlilerin bu eylemleri oldukça yüksek bir manevi güç ve duyguyla gerçekleştirdiklerini ifade etti. Özellikle de HAMAS ve İslami Cihad mensuplarının maneviyatlarının oldukça güçlü olduğuna dikkat çekti.

Ekonomik Bilanço

Filistin Ticaret Merkezi'nin yayınladığı bir araştırmaya göre İsrail işgal devletinin uyguladığı abluka sebebiyle normalde özerk yönetim kontrolünde olması gereken bölgelerde faaliyet yürüten 232 ihracat-ithalat firmasından 168'i faaliyetlerini büyük ölçüde durdurmak zorunda kaldı. Bunun tek sebebi, işgal devletinin Filistin halkının intifadasını bastırma gayesiyle yürüttüğü ekonomik abluka ve savaş.

Araştırmaya göre ihracatçı üretici firmaların gelirleri, işgal devletinin uygulamaları sebebiyle % 32 oranında azaldı. İhracatçı firmaların ortalama zararları firma başına146 bin doları buldu. Fakat zararın miktarı firmalara göre değişiyor. Belirtilen ortalama miktarın 80 bin dolarını dolaylı zararlar oluşturuyor.

İhracatçı firmalar içinde en büyük zarara uğrayanları sanayi alanında çalışanlar oluşturuyor. Bu alandaki şirketler de tüm ihracatçı firmaların % 82'sini oluşturuyorlar.

İntifadanın Geleceği

Bütün bu bilgiler Filistinlilerin intifadayı oldukça zor şartlarda ve büyük fedakarlıklar göstererek yürüttüklerini ortaya koymaktadır. Fakat bu mücadele İsrail işgal devletini de zorlamaktadır. Filistin halkının direnişinin sürmesi işgal devletini Güney Lübnan'dakine benzer bir sona doğru sürükleyebilir. Güney Lübnan'daki zaferin Filistinlilere büyük bir cesaret kazandırdığını hiç kimse inkâr edemez. Filistinliler onca zorluğa rağmen direnişlerini sürdürmekte kararlı olduklarını ortaya koyuyorlar. İşgalci siyonistler ise yenilgiyi kabul etmeyeceklerini ima etmek için sürekli saldırı dairesini genişletmeye çalışıyorlar. Son zamanlarda da Gazze bölgesine ağırlık vermeye ve bu bölgedeki direnişi yıpratmak için saldırılar düzenlemeye başladılar. Ama direnişçiler de zaman zaman işgalcileri derinden sarsan eylemler gerçekleştirmeye devam ediyor. Aslında Filistin halkının dünya Müslümanlarının desteğine büyük ihtiyaçları var. Bu hem moral hem de maddi destek olacaktır. Eğer bu destek gerçekleşirse Allah'ın izniyle, işgalciler geri adım atmaya zorlanacaklardır. Çünkü işgal devleti de sürekli kan kaybetmektedir.