Filistin'de Hareketlilik Devam Ediyor

28 Ocak 2002 Pazartesi, Cuma dergisi

22 Ocak 2002 Tarihinde Nablus'ta Şehit Edilen Dört HAMAS Mensubunun işgalci saldırganlar tarafından paramparça edilen cesetleri. İşgalci saldırganlar onları öldürmekle yetinmemiş içlerindeki bütün kin ve nefret duygularını kusmak için cesetlerini kurşun yağmuruna tutarak parçalamış, tanınmaz hale getirmişlerdi.
İşgal devletinin cinayetleri sıcak gelişmelerinin fitilini çekmekte ve şiddet olaylarının tırmanmasına sebep olmaktadır
Ariel Şaron'un saldırganlığı ve cinayeti esas alan politikası İsrail işgal devletini zora sokmaktadır
 
Ariel Şaron'un saldırganlığı ve cinayeti esas alan politikası İsrail işgal devletini zora sokmaktadır
 
Eylemlerin etkilerinin azaltılması amacıyla gerçek sonuçlarının gizlenmesine çalışılmaktadır

Son zamanlarda İslam coğrafyasında en hareketli gelişmelere yine kutsal Filistin toprakları sahne olmaktadır. Bu yüzden biz de bu haftaki yazımızda ağırlıklı olarak bu konu üzerinde durma ihtiyacı duyduk. Ancak yazımızda son günlerde yaşanan gelişmeleri ayrıntılı bir şekilde vermek yerine bazı önemli gelişmelere temas etmek ve bu gelişmelerle ilgili tahliller yapmak istiyoruz.

İsrail'in Yaptığı Misilleme mi?

Filistin topraklarında yaşanan hadiselerde öne çıkan iki şey var: İsrail işgal devletinin saldırıları, cinayetleri, işgalleri ve Filistin'deki muhtelif direniş gruplarının gerçekleştirdiği eylemler. Ancak ne kadar ilginçtir ki son zamanlarda işgal devletinin saldırıları konusunda genellikle "misilleme " kavramı öne çıkarılmaktadır. İsrail işgal devleti de kendi saldırılarını medyaya "misilleme" olarak lanse etmektedir. Bu kavram ise adeta işgal devletinin saldırılarına dolaylı bir şekilde meşruiyet kazandırıyor. Oysa işin gerçeğinde İsrail geçmişte olduğu gibi son olaylarda da sürekli fitili çeken taraf olmuştur. Son günlerdeki sıcak gelişmelerin fitilini çeken gelişme de Batı Yaka'nın Tulkerem şehrinde el-Fetih'in askeri kanadı durumundaki el-Aksa Şehitleri Birlikleri'nin Tulkerem sorumlusuna yönelik cinayet olmuştur. Hadira'da bir düğün salonunun basılması eylemi de bu cinayete karşılık bir intikam eylemi olarak gerçekleştirilmiştir. Daha sonra HAMAS'ın askeri kanadının gerçekleştirdiği eylemlerin fitilini çeken gelişme de Batı Yaka'nın Nablus şehrinde bir daireye baskın düzenlenerek HAMAS'ın askeri kanadının dört ileri geleninin şehit edilmesi, ardından da Gazze'de yine aynı teşkilatının bir ileri gelenine yönelik suikast hadiseleriydi. İşte Kudüs ve Tel Aviv'deki intikam eylemleri bu cinayetlere karşı birer intikam eylemi olarak gerçekleştirilmiştir. Yani misillemeyi yapan Filistin tarafıdır. İsrail işgal devleti ise her zaman fitili çeken taraf olmaktadır. Ne var ki, işgal devleti kendisinin saldırılarına ve cinayetlerine cevap verildiği zaman Filistin halkının direnişini kırmak amacıyla kapsamlı saldırılar, Filistin halkına muhtelif şekillerde zarar veren operasyonlar düzenlemekte, bu operasyonlarda bütün insani değerleri ayaklar altına almakta ve bütün bunları misilleme olarak kabul ettirmeye çalışmaktadır. Medya organlarının da işgal devletinin saldırılarını "misilleme" olarak kabul ettirebilmek için birtakım maksatlı yanıltmalar yapmaları işgalci siyonistlerin işlerini kolaylaştırıyor. Örneğin son günlerde yaşanan hareketliliğinin gelişme sürecini verirken olayları Hadira'daki düğün salonuna yönelik eylemden başlatıyorlar. Bu eylemin Tulkerem'de el-Aksa Şehitleri Birlikleri'nin sorumlusu Raid el-Keremi'ye yönelik cinayete karşılık bir intikam eylemi olarak düzenlendiği hususunu gündeme getirmiyorlar. Bu durumda işgalcilerin Nablus, Tulkerem ve el-Bire'ye yönelik vahşi saldırıları ve özerk yönetimin radyo istasyonunun tahrip edilmesi bir "misilleme" oluveriyor. Kamuoyu da bu konuda yanıltılıyor ve İsrail'in saldırılarının bir gerekçesi olduğu kanaatine kapılıyor.

Hal böyle olmakla birlikte siyonist işgalcilerin Filistin'deki varlıklarının zaten bir işgal olduğu, Filistinlilerin orada kendi öz yurtlarının işgal edilmesi sebebiyle bir vatan mücadelesi verdikleri gerçeğinin de göz önünde bulundurulması gerekir. Rusya'nın Çeçenistan'daki işgali ne ise siyonistlerin Filistin'deki işgalleri de odur. Dolayısıyla Filistin halkı orada işgale karşı haklı ve meşru bir mücadele vermektedir. Bu itibarla İsrail'in kullandığı gerekçeler zaten temelden dayanaksızdır.

İstişhadi Eylemler ve İsrail'in Korku Saldırıları

Ariel Şaron'un saldırganlığı ve cinayeti esas alan politikası aslında İsrail işgal devletini zora sokmaktadır. Çünkü Şaron bundan önceki cinayetlerinin tümüne intikam eylemleriyle karşılık verildiğini ve bu eylemlerin "İsrail toplumu" olarak nitelendirilen göçmen toplumda ciddi sarsıntılara yol açtığını biliyordu. Buna rağmen yine de cinayet politikasından vazgeçmedi. Bundaki amacının ne olabileceğini tahlil etmek için biraz geniş çaplı ve kapsamlı bir şekilde konuyu ele almak gerekir. Ama bu tutumun İsrail açısından da tehdit oluşturan şartların ortaya çıkmasına sebep olduğu bir gerçektir. Bunu bizzat işgal devletinin bünyesindeki politikacılar ve basın mensupları da görmektedirler ve muhtelif vesilelerle dile getirmişlerdir. Şaron, bir yandan saldırgan tutumunu sürdürmekte ısrarlı davranırken bir yandan da hadiselerin genişlemesinden dolayı endişe duyuyor. Bu yüzden özerk yönetimden Filistin direnişini kırkmak için daha etkin rol oynamasını istiyor. Bu konuda Amerika'yı devreye sokmaya çalışıyor. Geçtiğimiz günlerde ABD başkanı Bush'un: "Arafat beni hayal kırıklığına uğrattı" şeklinde açıklama yapmasının ve ABD yönetiminin Arafat'la ilişkileri kesip kesmeme konusunu tartıştığına dair basına haberler verilmesinin sebebi buydu. Şaron, bir yandan bu yönetimin Filistin direnişini kırmak için daha etkin rol oynamasını isterken bir yandan da Arafat'ı abluka altında tutmaya devam ediyor. Bu uygulama ise Şaron'un kendi içinde de ciddi çelişkiler ve çıkmazlar yaşadığını göstermektedir.

Arafat'ın İmdat Çağrıları

İşgal devletinin saldırgan tutumu ve uyguladığı abluka sebebiyle özerk yönetimin lideri Arafat bazı devlet yöneticilerine acil yardım çağrılarında bulunma ihtiyacı duydu. Arafat, İsrail yönetimini memnun edebilmek için Filistin'deki direnişi kırma amacıyla muhtelif polisiye tedbirlere başvurmuştu. Bu doğrultuda Filistin'deki çeşitli İslami kurumları kapattı. Değişik direniş gruplarının ileri gelenlerini tutuklattı. Ama yine de işgal devletine yaranamadı ve onu memnun edemedi. İşgal devletinin bu tutumu karşısında son günlerde polis şiddetini ve baskılarını biraz azaltmış gibi görünüyor. Belki o da bu tutumunu İsrail'e karşı bir caydırıcı unsur olarak kullanmak ve polisiye tedbirlerini bir karşılığa bağlamak istiyordur. Ama işgal devleti, tüm istekleri yerine getirilmeden Arafat üzerindeki ablukayı kaldırmamakta ısrar ediyor. Arafat da Şaron'un bu tutumu karşısında muhtelif devlet yöneticilerine imdat çağrıları gönderme ihtiyacı duydu. Aslında Arafat, hiç İsrail'in insafına sığınma yolunu kullanmayıp, kendi halkıyla bütünleşme, onun direnişine sahip çıkma yolunu tercih etseydi işgalcileri daha çabuk dize getirebilirdi. Çünkü şu an Arafat'ın böyle bir yola başvurması işgalcilerin gözlerini ciddi şekilde korkutabilir.

Filistin Şehirlerine Abluka

İşgal devleti, Filistin direnişini kırmak için muhtelif yollara başvurdu. Ama başvurduğu tüm uygulamaların ters teptiğini ve kendi açısından da riskli şartların ortaya çıkmasına sebep olduğunu gördü. Bunun üzerine son zamanlarda özellikle özerk yönetim kontrolündeki şehirleri askeri kuşatma yoluyla abluka altına alarak oralarda yaşayan insanları ekonomik yönden sıkıntıya sokma metoduna ağırlık vermeye başladı. Gerçi işgal yönetimi tarafından bu metoda Aksa İntifadası'nın başlangıcından buyana sürekli başvurulmaktadır. Ancak son günlerde biraz daha ağırlıklı ve etkili olarak kullanılır oldu. Bu uygulama işgal devleti açısından biraz daha kolay gibi görünüyor. Çünkü insanlık hava saldırılarını, tanklı saldırıları, cinayetleri vs. belki görebiliyor, ama askeri kuşatmaları ve bu kuşatmalarla birlikte uygulanan ablukayı çok fazla göremiyor. Abluka ister istemez Filistin halkını ciddi sıkıntılara sokmaktadır. Ancak buna rağmen Filistin halkının direniş ve mücadelede ısrarlı davrandığını ve işgale teslim olmama yolunu tercih ettiğini görüyoruz.

Psikolojik Yıpratma Savaşı

Şaron'un iş başına geldiği günden buyana etkili olarak yürütmeye çalıştığı savaşın önemli bir boyutunu da psikolojik savaş oluşturmaktadır. Bu savaşında bazen Filistin halkını bazen de özerk yönetimi tehdit ediyor. Hatta zaman zaman birtakım savaş planlarını güya gizli yollardan basın yayın organlarına sızdırıyor. Örneğin bir keresinde bir Batılı basın mensubu en az 30 bin Filistinlinin ölebileceği bir savaş planından söz etmiş ve bu planı İsrail Genelkurmay başkanının masasında gördüğünü iddia etmişti. Oysa bir Genelkurmay başkanı normalde gizli tutulması gereken bir savaş planını bir basın mensubunun rahatça görebileceği şekilde masasına koyacak kadar aptal olmaz. Ama o günlerde bu iddialar psikolojik savaşın malzemesi olarak piyasaya sürülmüştü ve Filistin halkını direnişten vazgeçmeye zorlama amacı taşıyordu. Fakat işgalciler o zaman bu tür iddiaları piyasaya sürmekten arzuladıkları sonucu elde edemediler. Son zamanlarda yürütülen psikolojik yıpratma savaşında ise ağırlıklı olarak özerk yönetim hedef alınmaktadır. Zaman zaman İsrail'in özerk yönetimi ve Arafat'ı gözden çıkarabileceği, onun kontrolüne verilen şehirleri yeniden işgal edebileceği yönünde iddialar gündeme getiriliyor. Bu psikolojik yıpratma savaşına son zamanlarda ABD de fiilen katılmaya başladı ve yukarıda da işaret ettiğimiz üzere geçtiğimiz günlerde ABD yönetiminin Arafat'la ilişkileri kesip kesmeme konusunu tartıştığına dair haberler medya organlarına yansıtıldı. Oysa mevcut şartlarda Arafat'ın devreden çıkarılması demek işgal güçlerinin Filistin'deki direnişle daha sık ve daha etkili bir biçimde karşı karşıya gelmeleri demek olacaktır. Askerlerindeki moral gücün gittikçe yıprandığını, istişhadi eylemler sebebiyle göçmen yahudi toplumdaki can endişesinin gittikçe arttığını gören Şaron'un böyle bir şeyi göze alması biraz zordur. Ayrıca İsrail bir Güney Lübnan tecrübesi yaşamıştır. Güney Lübnan'daki işgal güçlerinin yenilgiye uğramasının en önemli sebebi moral yıpranma ve manevi yönden savaş gücünün kaybedilmesidir.

Eylemlerin Gerçek Sonuçları Gizleniyor

Filistinlilerin gerçekleştirdikleri eylemler göçmen yahudi toplum üzerinde ciddi şekilde telaş ve endişeye sebep oluyor. Bu hem muhtelif psikolojik rahatsızlıklara, toplumsal sıkıntılara sebep oluyor, hem de göçmen yahudilerin geri dönmelerine yol açıyor ki bu da İsrail açısından kan kaybı anlamına gelmektedir. İşte bundan dolayı eylemlerin etkilerinin azaltılması amacıyla gerçek sonuçlarının gizlenmesine çalışılmaktadır. Bu yüzden eylemlerin gerçekleştirildiği yerlerin hemen polis ablukasına alınması, basın mensuplarının girmesinin engellenmesine çalışılması vs. dikkat çekmektedir. Son günlerde gerçekleştirilen eylemlerin de gerçek sonuçları doğru bir şekilde verilmemiştir. Örneğin Kudüs'ün Yafa caddesinde gerçekleştirilen eylemde İsrail tarafından en az üç kişi öldü, 100'den fazla kişi de yaralandı. Ancak bu olayla ilgili haberlerde başlangıçta sadece eylemcinin öldüğü, yahudi göçmenlerden de 10 kişinin yaralandığı açıklandı. Sonra göçmenlerden bir kişinin öldüğü bildirildi, yaralı sayısıyla ilgili olarak da oldukça farklı ve çelişkili haberler verildi.

Sonuç

Sonuç itibariyle şunu söyleyelim ki Filistin'de işgal devleti son derece vahşi saldırılar gerçekleştirmekte ama bir yandan da kendini tüketmektedir. Belki siyonist işgale yön verenler yakında bu tükenişin farkına varabilir ve bir imaj değişikliği yoluna gidebilirler. Şaron'un imajı genellikle saldırı imajı olarak kullanıldığından, herhangi bir imaj değişikliğine gidilmesi Şaron yönetiminin değişmesini de beraberinde getirebilir.