Bill Komitesi üyelerinin 2 Kasım 1936'da Filistin'i ziyaretleri. Bu komite Filistin'le ilgili bir rapor hazırladı ve Temmuz 1937'de yayınlanan raporunda Filistin topraklarının yahudilerle Araplar arasında paylaştırılmasını tavsiye etti. Bu tavsiye Filistin'de İngiliz işgaline karşı tepkinin ve direniş eylemlerinin artmasına sebep olmuştur.

Dar Geçit

İslâm ümmetinde, 19. yüzyılın sonlarında hız kazanan ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde de zirvesine ulaşan dağılma ve gerileme sürecinde bazı önemli olaylar adeta büyük bir patlama etkisi yapmıştır. Bunların başta gelenleri de, Osmanlı devletinin yıkılması, hilafetin ortadan kaldırılması, İslâm'ın kutsal topraklarının İngilizler tarafından işgal edilmesi ve bu topraklar üzerinde siyonist işgal devletinin kurulmasıdır. Bugünlerde de benzer etkiyi yapacak gelişmelere gebe bir dar geçitten geçiliyor. Bu itibarla Şarmu'ş-Şeyh zirvesinin, 1916 tarihinde zamanın sömürgeci güçlerinin başını çekenler tarafından imzalanan Sykes-Picot anlaşmasından geri kalan bir tarafı yoktur. İsrail'in Lübnan'a yönelik son saldırısı da sadece kendi başına gerçekleştirmiş olduğu bir saldırı değil Şarmu'ş-Şeyh zirvesinde alınmış bir kararın uygulamasıdır. Dolayısıyla ABD'nin sözde birtakım barış girişimlerinde bulunması, bazı ülkelerin göstermelik birtakım kınamalar yapmaları ve tavsiyelerde bulunmaları ciddiyetten uzak göstermelik hareketlerdir.

1916 Sykes-Picot anlaşmasını imzalayanlar sadece gayri müslim halkların yöneticileriydi. Ama ne yazık ki, Şarmu'ş-Şeyh zirvesine katılanlar ve alınan kararlara "okey" diyenler arasında Müslüman halkların yöneticileri de bulunmaktadır. Hatta zirve bir Müslüman şehrinde düzenlenmiştir. "Bu yöneticiler kendi halklarının inanç ve değerlerinden uzak olduklarından dolayı söz konusu zirveye katılmış ve kararlara olumlu bakmışlardır" denilebilir. Fakat bilmek gerekir ki olayın asıl vehameti de buradadır. Eğer vakıa böyle olmasaydı İsrail asla Lübnan'a böyle vahşi bir saldırı gerçekleştirme cesareti gösteremezdi. Filistin İslâmi Direniş Hareketi (HAMAS) resmi sözcüsü İbrahim Goşe İsrail'in Lübnan'a yönelik saldırısı dolayısıyla yaptığı bir açıklamasında önemli bir noktaya parmak basmıştı. Goşe, Arap yönetimlerinin savaş araç ve gereçleri satın almak için gelişmiş ülkelere büyük miktarlarda para aktarmalarına rağmen böyle zor bir durumda ellerindeki imkânları ortaya çıkarmayarak siyonist işgalciler karşısında aşağılanmayı ve basite alınmayı kabullendiklerine dikkat çekiyordu söz konusu açıklamasında. Aslında bu sadece Arap dünyasının değil bütün İslâm dünyasının içinde bulunduğu durum. Gelişmiş ülkelerin savaş sanayilerinin ayakta tutulması için Müslüman halkların sofralarından yemek eksiltmek suretiyle yapılan tasarruflarla silah vs. satın alınıyor. Ama siyonist işgal rejimi ABD'nin para bile almadan verdiği en modern silahlarla Lübnan halkına saldırdığında, bu halk tarihi silahlarla kendini savunmak zorunda bırakılıyor. Dünyanın parası aktarılarak satın alınan bu silahlar İslâm topraklarına yönelik saldırılara karşı kullanılamayacaksa veya bu tür saldırıların önlenmesi için bir caydırıcı unsur olarak değerlendirilemeyecekse o zaman satın alınmasının iki önemli sebebi olabilir: Birincisi, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi gelişmiş ülkelerin savaş sanayilerinin ayakta tutulması ve Müslüman halkların sofralarından onların bu teknolojilerine bir şeyler aktarılması. İkincisi de, Müslüman halkların sahip oldukları değerlerin ve inanç ilkelerinin ayaklar altına alınması karşısında kitlesel bir harekete geçmelerinin önlenmesi. Nitekim Mısır yönetimi ABD'den her yıl üç milyar dolara yakın kredi alarak satın aldığı silahları sürekli İslâmi oluşumların kitleye yönelik çalışmalarını önlemek amacıyla kullanıyor. 15 bin askerle gerçekleştirilen Imbaba baskını, Güney Mısır'ın bazı bölgelerine havadan ve karadan yapılan saldırılar vs. buna sadece birkaç örnek. Mısır da İslâm dünyasında yaşanan gerçeğe bir örnek. İslâm'ın bir bütün olarak anlaşılmasının sağlanması amacıyla yürütülen davet çalışmaları karşısında hemen harekete geçen silahlar ne hikmetse siyonizm vahşeti karşısında yerinden bile oynamıyor.

Evet, dediğimiz gibi İslâm dünyası yeni bir dar geçitten geçiyor. Bu dönemde yaşanan olayların hedefleri arasında Büyük İsrail'e gidecek yolların önünün açılması da var. Bazı değerlendirmelerde siyonistlerin artık coğrafi yönden Büyük İsrail hedeflerini, ekonomik yönden Büyük İsrail hedefine dönüştürdükleri ileri sürülmüştü. Oysa son Lübnan saldırısı işin hiç de öyle olmadığını ortaya koydu. Bu hedef bilindiği üzere Türkiye dahil bütün bölgeyi hatta bütün İslâm dünyasını ciddi şekilde tehdit etmektedir. Ama ne yazık ki, Türkiye'deki mevcut yönetim İsrail'le askeri işbirliği anlaşmasını uygulamakta ısrar ediyor. Yönetimin bu tutumuna karşı tavrımızı daha da netleştirmemiz ve vatanımızın siyonistlerin emelleri için kullanılmasına göz yummak istemediğimizi daha açık bir tavırla ifade etmemiz gerekiyor.