Arap Dünyasında Yeni Bir Resmi Terör Dalgası

Arap yöneticiler son zamanlarda İslâmi cemaatler üzerindeki baskılarını hissedilir bir derecede artırdılar. Aslında, İslâm hilafetinin ortadan kaldırılmasından sonra oluşturulan bu yapay devletlerde İslâmi cemaatler üzerinden baskı hiç eksik olmadı. Despotizm adeta sömürgeci güçlerin çıkarlarına hizmet etmeleri üzere oluşturulan söz konusu yönetimlerin ayrılmaz bir niteliği haline geldi. Bu despotizmden en çok payını alanlar da İslâmi cemaatler oldu. Ancak bu despotik rejimlerin İslâmi anlayışa sahip kişiler ve cemaatler üzerindeki baskı ve zulüm uygulamaları bazı dönemlerde daha da şiddetleniyor. Nitekim bu despotik rejimleri son aylarda yeni bir resmi terör nöbeti tuttu. Arap dünyasındaki despotik rejimlerin son aylarda estirdikleri resmi terör çeşitli şekillerde kendini gösteriyor. İslâmi anlayışa sahip düşünürler, ilim adamları, gençler vs. bazen hiçbir gerekçe gösterilmeden, bazen çok basit gerekçelere dayanılarak tutuklanıyor. Örneğin Irak Müslüman Kardeşler cemaatinin önde gelenlerinden olan, ancak 1971'de Irak'ı terk ederek Kuveyt'e iltica etmek zorunda kalan, 1980'den buyana da Birleşik Arap Emirlikleri'nde yaşayan ve eserlerinde Muhammed Ahmed Râşid müstear ismini kullanan Abdulmun'im Salih el-Ali Ramazan öncesinde Birleşik Arap Emirlikleri'nin güvenlik güçleri tarafından hiçbir gerekçe gösterilmeden tutuklandı. Bunun yanı sıra Mısır'da Müslüman kardeşler cemaatinin ileri gelenlerinden pek çok kişi tutuklandı. Fas'ın Kazablanka şehrindeki bir otelde meydana gelen bir patlamanın ardından Fas hükümeti İslâmi hareket mensubu yüzlerce genci tutukladı. Bu tutum, despotik rejimlerin İslâmi hareket mensuplarını faili belirsiz birtakım eylemler için potansiyel suçlu olarak değerlendirdiklerini de ortaya koyuyor. Gazze ve Eriha'da kurdurulan Filistin özerk yönetiminin Temmuz 1994 başından Ramazan ayı ortalarına kadar 524 Filistinliyi tutukladığı Gazze'deki Hukuk ve Yargı Merkezi tarafından açıklandı. Suudi Arabistan'da birçok akademisyen, imam ve toplumda etkinliği olan daha başka şahsiyetler rejimin bazı uygulamalarına ve özellikle İsrail'le iyi ilişkiler içine girme çabalarına karşı çıktıklarından dolayı tutuklandılar. Umman hükümeti Müslüman Kardeşler cemaatine mensup birçok kişiyi tutuklattı. Bu örnekleri daha da artırmak mümkün. Bu tutuklamaların yanı sıra değişik alanlarda İslâmi hizmetler veren sosyal kurumlar kapatılıyor veya yönetici kadroları görevden alınarak yerlerine resmi istihbarat örgütlerinde çalışan elemanlar yerleştiriliyor. Camilerde başta İsrail'in ve siyonizmin tenkit edilmesi olmak üzere birtakım konuların vaaz ve hutbelerde gündeme getirilmesi yasaklanıyor. İslâmi hareketlerde ve halkın şuurlandırılmasında etkinliği olan kişiler mecburi ikamete tabi tutularak bulunduğu bölgenin dışına çıkması engelleniyor. Devletin uygulamalarını tenkit edenler evlerinden alınarak meçhul yerlere götürülüyor ve bir daha kendilerinden haber alınamıyor. Bazı periyodik yayınların veya kitapların yayınlanması yasaklanıyor yahut satışı engelleniyor. Bunun gibi birçok uygulamayla İslâm uyanış hareketlerinin önünün kesilmesine çalışılıyor.

Bu son terör dalgasının İsrail'le Arap ülkeleri arasındaki diplomatik ilişkilerin normalleştirilmesi yönündeki faaliyetlerle paralel gitmesi bir tesadüf değildir. Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "İnsanların içinde iman edenlere düşmanlıkta en katı olanların yahudilerle müşrikler olduğunu görürsün." (Maide, 5/82) Günümüzde de İslâmi uyanış hareketlerini kötü göstermek amacıyla sürdürülen "İslâm radikalizmi, İslâm fundamentalizmi, İslâmi terör" gibi tamamen Batı terminolojisine ait kavramlara dayalı anti propaganda çalışmalarında uluslararası siyonizmin hizmetindeki yayın kuruluşlarının önemli rolü vardır. Siyonist ideolojiye dayalı olarak kurulmuş bir terör devleti olan İsrail de İslâm düşmanlığını resmi bir politika haline getirmiştir.

Gazze-Eriha anlaşmasının uygulamaya geçirilmesinden sonra Arap ülkelerinin kendisiyle diplomatik ilişkileri başlatmak için yarışa geçtiklerini gören İsrail bunu İslâmi uyanış hareketlerini kıskaca almak için bir fırsat olarak değerlendirmek istedi. Bu yüzden İslâmi cemaatler üzerindeki baskı ve şiddetin artırılmasını ve yukarıda saydığımız uygulamaları adeta diplomatik ilişkileri başlatmanın bir ön şartı olarak kabul ettirmeye çalışıyor. Bunun bir amacı da Filistin'de cihad bayrağını ayakta tutmaya çalışan ve bağımsızlık davasından taviz vermemek için direnen Filistin İslâmi Direniş Hareketi'ni kıskaca almaktır. Çünkü siyonist İsrail, Filistin halkının bağımsızlık mücadelesine fiilen katılamayan birçok Müslümanın bu cihada maddi ve manevi destek sağlama çabası içinde olduğunu biliyor. Siyonist rejim ve onunla işbirliği içine girmek için kendilerini hazırlayan Arap rejimleri de İslâmi cemaatler üzerindeki baskıyı artırmak suretiyle bu cemaatlerin Filistin halkına olan desteklerini kesmeyi ve bu yolla Filistin'deki cihad ateşini söndürmeyi amaçlıyorlar.

Arap dünyasındaki bu son resmi terör dalgasında ABD'nin ve onun güdümündeki uluslararası oluşumların da önemli etkisi var. Bilindiği üzere bugün İslâm ülkelerine hâkim olan ve dünya Müslümanlarının güçlerini birleştirmelerini engellemeyi kendilerine tevdi edilmiş bir görev telakki eden despotik rejimler ABD ve Batının İslâm coğrafyası üzerindeki çıkarlarının birer sigortası durumundadırlar. Bugün Fransa'da kişi başına düşen milli gelir 20.600 doları, Amerika'da ise 23.650 doları bulurken pek çok doğal zenginliğe ve zengin petrol yataklarına sahip olan Cezayir'de 2020, Bangladeş'te ise sadece 220 dolar olması söz konusu uzaktan kumandalı rejimler vasıtasıyla yürütülen dolaylı sömürgeciliğin bir sonucudur. İşte o uzaktan kumandalı rejimler gittiğinde bu sömürge düzeninin geleceğinin de tehlikeye gireceği biliniyor. Bu rejimler açısından en büyük tehdit ise İslâmi uyanış hareketleridir. İslâmi uyanış hareketlerin son zamanlarda her alanda faaliyet yürütmeye başlaması ve geniş halk kitlelerinin desteğini elde etmesi çağdaş sömürgeci güçleri ve onların koruduğu rejimleri ciddi şekilde endişeye sokmuştur. Son resmi terör dalgası da bu korkunun bir dışa yansımasıdır. Ayrıca bilindiği üzere NATO kendisine yeni düşman olarak İslâmi uyanış hareketlerini, açık bir şekilde ifade etmek gerekirse İslâm'ı seçti. Bu düşmanına karşı savaşında Müslüman toplumlara hükmeden despotik rejimleri de yanına almış bulunuyor.

Bir yandan, İslâm'ın bir hayat nizamı olarak yeniden söz sahibi olmasını isteyen hareketleri kıskaca almayı amaçlayan resmi terör uygulamaları devam ederken bir yandan da sürekli "İslâm radikalizmi, İslâm fundamentalizmi, İslâmi terör" yaftaları gündemde tutularak söz konusu insanlık dışı uygulamaların haklı gösterilmesine çalışılıyor. Yani İslâm karşısındaki savaş iki yönden yürütülüyor: Bir Müslüman toplumların hiçbir şekilde benimsemediği ve kendilerine zorla, baskı yoluyla hükmeden despotik rejimlerin sürdürdüğü resmi terör vasıtasıyla. Bir de iletişim araçları güncel tabiriyle medya yoluyla. Ama biz inanıyoruz ki bu savaş İslâm'ın zaferiyle sona erecektir. Çünkü normalde resmi terörün amacı kalabalık kitleleri İslâmi hareketten uzaklaştırmak olduğu halde, tam tersi bir etki yaparak halkın bu hareketlere daha çok ilgi göstermesine ve daha çok destek vermesine sebep oluyor. Öte yandan gazetelerde, televizyonlarda ve benzeri yayın organlarında dile getirilen suçlamaların asılsızlığını insanlar İslâmi hareket mensuplarıyla kurdukları doğrudan ilişkilerde görüyorlar. Dolayısıyla bu yayın organlarına olan güvenleri kayboluyor ve onların suçlamalarına itibar etmiyorlar. Üstelik bugün Allah'ın izniyle İslâmi medya da güçlenmektedir ve gerçekleri kitlelerin önüne koyma fırsatı bulmaktadırlar. Zaten bugün Batının çıkarlarına hizmet eden yayın organlarına ilginin azalması ve bu ilginin İslâmi medyaya doğru kayması birincilere olan güvenin azaldığını ortaya koyuyor.

body>